top of page

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ...

Nurten Bengi Aksoy

14.06.2022

*



Zaman ne kadar da hızlı akıp geçiyor, bir türlü ona ayak uyduramıyor, bir türlü ânı yaşayamıyor, bir türlü olup bitenleri anlayamıyorum. Ramazandı, bayramdı, tatildi derken hepsi geçip gitti işte, tıpkı yaşamımda hiçbir iz bırakmamış insanlar ve anılar gibi...


Ama yaşamımda derin izler bırakan, tıpkı benim gibi pek çoğumuzun özlediği, hatırladığımızda içimizi ısıtan, belki de burnumuzun direğini sızlatan, geçmiş zamana inat hep yanıbaşımızda olan günler sanki hiç geçmiyor... Cep telefonsuz, bilgisayarsız, televizyonsuz yaşadığımız, mutlu geçen, sahip olduklarımızın tadına vardığımız, çirkin politikacıların, bencil insanların olmadığı günler...


Var mısınız şöyle bir hatırlayalım o günleri...Mesela evdeki en önemli eğlence aracımız radyolarımızla pikaplarımızdı. Nasıl heyecanla beklerdik radyoda oynayan "arkası yarınları, radyo tiyatrolarını". Derslerimizi, gezmelerimizi, işlerimizi hep onlara göre ayarlardık, kaçırmamak için. Hafta sonlarını ise iple çekerdik, pikapları olan arkadaşlarımızın evlerinde toplanır, yeni çıkan plakları dinlerdik. Berkantları, Cem Karacaları, Adamoları ve daha nicelerini.


Sonra her sabah "yazıyoooor, yazıyooor" diye bağıran gazeteci çocuğun kapımızın altından attığı gazeteleri beklerdik heyecanla. Gazeteyi alır almaz bölüşürdük her bir sayfasını evdekilerle, bir an önce okumak için. En güzel arkadaşlarımız olan kitaplarımız, çizgi romanlarımız, dergilerimiz vardı. Almaya paramız yetmese de değiş tokuş yaparak okumalara doyamadığımız Çalıkuşlarımız, Doğan Kardeşlerimiz, Tentenlerimiz ve daha niceleri... Öylesine meraklıydık ki okumaya, manavdan aldığımız öteberinin konulduğu gazeteden yapılmış kese kağıtlarını bile dikkatlice açar, okur da okurduk...


Yetmişli yıllarla birlikte televizyon denilen "gayya kuyusu" girdi yaşamımıza. Bir çocuk kadar masumdu ilk yıllarda, günün belli saatlerinde başlardı yayın ve üç beş saatte biterdi. Bir kaç haber, bir kaç şarkı, siyah-beyaz bir film veya bir dizi ve sık sık arz-ı endam eden "necefli maşrapa"...


Bütün ülkenin hep birlikte izlediği tek bir kanal vardı. Seyrettiğimiz diziler, filmler belki çok kaliteli, teknik anlamda çok yeterli şeyler değildi; ama iyiyi, güzeli, doğruyu daha çok vurgulayan sıcacık aile filmleri ve dizileriydi. Çocuk programlarında dünyayı yok etmeye çalışan kahramanlar, ölüm kusan oyuncaklar yerine sevimli "kurabiye canavarları" vardı, "pembe panterler" vardı, birbirini kovalayan Tom ve Jerryler vardı...


Ya şimdi, dilim bile varmıyor anlatmaya... aslında hep bildiklerimiz... Şimdilerde hepimizin bizden daha akıllı telefonları var, en son teknolojiyi ve dünyanın dört bucağını emrimize sunan bilgisayarları var. Sonra günün yirmi dört saatinde içinden kin, nefret, öfke, çirkinlik, dalavere, ahlaksızlık, kavga, yalan dolan fışkıran yüzlerce televizyon kanalı var...


Elbette televizyonlar da hayatımızın vazgeçilmezlerinden. Günün her saatinde magazinden, evlenme programlarına; yemek programlarından, yarışmalara; haberlerden dizilere hayatımızın içinde... Kimini şaşkınlıkla, kimini gülümseyerek, kimini öfkeyle izliyoruz, ama gerçeği hiç göremiyor, duyamıyoruz ne yazık ki...


Diziler ise televizyonların temel taşları, kazanç kapıları; her akşam farklı bir dizi, farklı oyuncuları ile bir şekilde evimizin içine giriyor, zamanımızı çalıyor, yaşanması pek de mümkün olmayan hayatlarla insanları hayal alemlerine sürüklüyor. Ama beni en çok kızdıran bunca kötü insanın, birbirini sevmeyen aile fertlerinin, çarpık ilişkilerin, vahşetin, öfkenin ve çoğu kanun dışı yollarla elde edilmiş zenginliğin insanlara normal hayatlar gibi sunulması ve bunlara özendirilmesi...


Demem o ki günümüzde sevgi, saygı, namus, adalet, doğruluk, bilgi ve daha nice güzel kavram bir şekilde unutturulmaya çalışılıyor içi boş şeylerle ve bize de pek çok şeyden mahrum olduğumuz o güzel günleri özlemek kalıyor..

Comments


1/381
1/5
bottom of page