top of page
Yazarın fotoğrafıNiyazi UYAR

FİKİR JİMNASTİĞİ

Niyazi UYAR

*

İnsanın demokratik tavrını ortaya koyarken, hiçbir olgunun onu etkilememesi lazımdır, az çok demokratik olan ülkelerde. Bunun böyle olmasına o kadar çok inanıyorum ki, tarif edecek ne güçlü bir cümle ne de bir metin oluşturabilirim. Fakat gerçek olgu yaşadığımız coğrafyadan mı, ya da inanç dünyamızın dogmalarından mıdır, bilemiyorum…


Şimdi konuyu daha somut örneklerle ortaya koymaya çalışayım. Sevgili okurum, konuya “mezhepsel bakış açısıyla yaklaşma,” diyebilirsin. Bu sorunun yanıtını net olarak verememem bile fikir üretmeye çalışan, eli kalem tutan az çok mürekkep yalayan insanların bile ne kadar özgür olduklarına varın siz karın verin! Yeteri kadar anlaşılır olmadı değil mi? Biraz sonra ne demek istediğim net olarak anlaşılacaktır.


Fikir jimnastiğini kısıtlayan, yalnızca insan olmanın korkuları değil, bu aynı zamanda yaşadığımız sosyal çevreyle birlikte, aile bireylerinin çekincesini de buna eklemek lazım. Ondan öte, koyu, kopkoyu Sünni ortam, atın dizginlerini çekip duran korkak süvari gibi, "öyle mi yazsam, böyle mi yazsam," türünden çekince içine girmek, otokontrolden midir, ya da korkudan mıdır, inanın sorunun yanıtını bile net olarak veremiyorum.


“Abartma, sen de amma abartın ha,” diyeceksiniz değil mi? Bir iki daha can alıcı örnekle düşüncemi sübuta erdireyim. Şimdi desem ki, Öğretmen Fatma Kaya Hanım, Erciş’te ben Aleviyim, deseydi, Fırıncı Zülküf ona ekmek verir miydi, Kasap Murtaza’dan et alabilir miydi, Marketçi İhsan yağ, peynir… satar mıydı ona?


Mesela Demirci Lisesi’nin ortaokulunda okuyan Ali Rıza Çelik, okuduğu sınıfta “Ben Aleviyim,” deseydi, sınıf arkadaşları Mükerrem, Ahmet Mercimek, Dalaklı Osman, Dinçerlerin uzun saçlı kızı, Şaşmazların gözlüklü kızı, banka müdürünün kara kızı, Şehre küstü mahallesinin deli fişek çocuğu Mustafa… yüzüne bakar mıydı? Sınıf arkadaşlarını geçtim, öğretmenleri Kızılcıkların Reyhan’ı, Yes it’s derken, “e” sesini “ö” olarak seslendiren Erdoğan Öğretmeni, dikkat et gösteriyorum diyen Galiplerin Ali’si geçer puan verir miydi? Ya Din Bilgisi dersi seçmeli olduğu halde, her derste Alevilere durmadan hakaretler yağdıran, o din öğretmenin aşağılayıcı tavrına rağmen “seçmiyorum” diyebilir miydi?


Bu saydığımız örnekleri, bir kıyıcığa bırakıp daha can alıcı, hem yüreğe hem akla seslenen başka bir konuya daha temas edelim mi, ne dersiniz?


Bak sevgili okur, Anadolu coğrafyasında Türkçe konuşup Türkçe anlaşabiliyorsak bunun yegâne hem de en önemli etkeni elinde sazı, dilinde güzel Türkçesi olan halk ozanlarıdır. Yani Şah Hatayilerdir, Bektaş Velilerdir, Pir Sultan Abdallardır, Karacaoğlanlardır, Dadaloğullarıdır, Aşık Veysellerdir, Aşık Mahsunilerdir, Aşık Davut Sularilerdir…


Sevgili okur, hiçbir zaman dar mezhepçi, ayrıştırıcı, insanları dinine, mezhebine, rengine göre tasnif eden, ilkel anlayışları her daim reddedip çağdaş normları ilke edindim kendime. Çünkü böyle davranmamanın en aşağılık, en sapkın bir anlayış olduğuna inandım hep!


Ancak bugün dünya, yarın ahiret derler ya, biz doğru bildiğimizi, o ne der, bana sonra nasıl davranır, diye düşünürsek sevgili okurum ve Fırıncı Zülküflerin, Marketçi İhsanların, Kasap Murtazaların adalet ve din anlayışına göre tanzim etmeye çalışırsak sosyal yapıyı, biz sittin sene ülkenin demokratik olduğunu anlatamayız kimseye, demokratik bir toplum da olamayız ve biz sittin sene demokrasi ile tanışamayız!


Yazılacak, yazacağım o kadar çok şey var ki, internet okuru uzun yazıyı okumayı sevmediği için, yazının kısası, vurucu olanı muteberdir. Yazılacak o kadar çok şey varken, mesela, daha dara çekilen Hallacı Mansur’a, derisi yüzülen Nesimi’ye, Sivas’ta dara çekilen Pir Sultan’a, Sivas’ta Madımak ’ta yakılan canlara, Maraş’ta, Çorum’da katledilen güzel canlara değinmedim bile…


Ya işte böyle sevgili editörüm, bu yaranın binli yıllardan bile evveliyatı var, işte o yara durmadan kanıyor. Ne yazsam, neler desem, bu güzel insanların yaşadıklarını anlatmaya kelimelerim kifayetsiz kalır. Kuyucu Murat’tan, Baba İshak’tan bahsetmedim daha, Bedrettin’den, katliamdan korkup kuş uçmaz kervan geçmez dağ başlarında yaşamak zorunda kalan Alevi canlardan bahsetmedim…


Ya işte böyle sevgili okurum, bu yürek binli yıllara gelmezden beri kanayıp duruyor ne yapayım, ona sebep aşığın sazına gelen aşk misali, bir iki kelam da ben ettim. Kırdıysam, lütfen kusura bakma. Gönül kırmak, kalp kırmak, benim kitabımın sayfalarında yer bulamaz kendine. Buna sebep kimse ile kora kor, dişe diş bir tartışmaya, polemiğe girmekten hep imtina ederim ben. Yine azıcık bir gönül kırgınlığı olmuşsa çok üzülürüm.


Hoşça, dostça kalın. En samimi selam ve sevgilerimi gönderiyorum.

40 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

コメント


1/706
bottom of page