Palamut tüccarı Bünyamin Bey’in en küçük kızıdır Feride. Okumayı pek sevdiğinden midir, nedir şehirde ortaokul lise okumak için lafının üstüne laf, sözünün üstüne söz ettirmez, hane dışına hoşgörülü, hane içine otoriter babanın şeytanını derip razı etmiştir.
Şehirde onun barınabileceği ne bir yurt ne bir başına kalabileceği sosyolojik yapı vardır. Bir kız çocuğunun bir başına evde kalması ne mümkün? Ablası Ferdane’nin yanında kalıp okuyacaktır. Ferdane, Bünyamin Bey’in tüccar arkadaşı Halit Bey’in Ferdane’den on yaş büyük oğlu Halil’le evlidir. Halil, iyi yürekli, sevgi dolu, Ferdane’ye, gözünün üstünde kaşın var demeyen biridir. Onun tek isteği güler yüzlü karşılanmaktır. Ferdane’nin eviyle Feride’nin okulunun arası bir sigara içimidir.
Köyden şehre gelen Feride, güzelliğinin farkındadır. Zamane kızlarının, erkeklerle arkadaşlık kurup “çıkma” sözcüğünün aşıklar meclisine armağan edildiği günlerdir. “O, onunla çıkıyor, bu şununla çıkıyor, sen kiminle çıkıyorsun…” Çıkmanın moda olduğu günler, siyasal çalışmaların içinde olanlarca, lümpenliktir, küçük burjuva işidir. Onlar sevseler de aşık olsalar da içlerinde fırtınalar kopsa da böyle bir şey, suç işlemektir nerdeyse. Bu gençler için, aydınlık günlerin tez zamanda gelmesi, işçi sınıfının iktidarının kurulmasından başka ulvi bir amaçları yoktur.
Feride, sınıf arkadaşı Nazmi’ye gel arkadaş olalım, teneffüslere birlikte dolaşalım, bir nevi “çıkalım” demiştir. Nazmi Feride’yle gezip tozacak ne sosyolojik bir görgüye ne de ekonomik bir güce sahiptir. Beraber pastaneye gitseler, dondurma paralarını Feride’ye verdirecek hali yoktur ya… Nazmi, Feride’nin arkadaşlık, çıkma teklifini kulaktan geçirip siyasal çalışmalara daha da ağırlık verir. O siyasal çalışmalarına ağırlık verekoysun, Feride’nin çıkacağı bir erkekle arkadaş olması lazımdır. Nazmi’den köy kasaba olmayacağını anlayan Feride, büyük sınıfların koridorlarında, küçük sınıfların katında dolaşmaya çıkmıştır çoktan. Gözüne kestirdiği biri ile çıkmaya başlayacaktır. Küçük sınıflar okulu tanıma döneminde olduğundan Feride’yi görecek vaziyette değildir.
On gün, on beş gün büyük sınıfların koridorlarına hemen her teneffüs uğrar. Feride ile gönül oyunu oynayacak çok kişi yoktur zaten. Kimi ya yoldaş İliç’tir ya dişi kurt Asena’dır, Kırım Kerkük Türkistan’dır veya yirmi beş kilometrede pırıl pırıl Moskova!
Feride’nin yoluna yoldaş (!) olacak çıkacağı kavalye olabilecek varla yok arasıdır. Teneffüslerini büyük sınıfların koridorlarında geçiren Feride, Hazreti Hamza gibi güçlü kuvvetli olsun diye babasının adını Hamza koyduğu birine abayı yakmıştır. Hamza, güçlü kuvvetli, koca cüsseli, şişkin pazılı, tavşan dişli biridir. Gözleri, savaş meydanlarında düelloyu bekleyen Spartaküs’ün askerinin gözleri gibi öfkeden kan çanağıdır. Öfkeden sıkıp durduğu tavşan dişleri gacır gucur ses çıkarır. Her daim tereddüt içindeki ruh hali kimseye güvenmemesine sebep olmuştur.
Feride ortalama bir öğrencidir ne tembel ne çalışkan. Yalnız başarması için çok çalışmaya ihtiyacı vardır. Feride de onu yapar, ya teşekkür alır veya kıl payı kaçırır. Hamza ile “çıkmaya” başladıktan sonra dersleri düşer, hayatında ilk kez Hamza ile çıkmaya başladıktan sonra bütünlemeye kalmıştır. Buna sebep Bünyamin Bey’in şimşeklerini üstüne çekmiş, bir daha böyle bir şey olursa, alırım seni okuldan tehdidi ile karşılaşmıştır.
Feride, üniversite sınavında ne doğrudan ne ek tercihlerle hiçbir yere yerleşemez. Hoş yerleşse bile Hamza onun üniversite okumasından yana değildir. “Sen evimin kadını olacaksın, sıcak sudan soğuk suya değdirmeyeceğim elini, çocuklarımızı bakıcı eline bırakmaya gönlüm razı gelmez benim, yine de sen bilirsin hayatım…” gibi tatlı sözler Feride’nin gönlünü fethetmekle kalmaz, tam da o an hayaller içine dalmış, Hamza’yı kapıda gülen yüzü ile karşılayıp bir öpücüğü kondurup terlikleri önüne koymuştur!” Türk kadını evde oturmayı çok sever, ekonomik bağımsızlığını kazanıp başı dik yaşayan çok örnek yoktur Feride’nin önünde.
Bir zaman sonra Hamza’nın ailesi Feride’nin ailesiyle tanışmış Feride ile Hamza’nın hayatlarını birleştirmeleri için ilk adımları atmışlardır bile. İki ailenin de ekonomik durumları çevreye göre iyidir. Alınacaklar birlikte alınır, düğün tarihi birlikte belirlenir, sıkıntısız. İki aile de hoş görülüdür, birbirlerini üzmeden Feride ile Hamza’nın aile birliği kurulmasını sağlayarak vazifelerini tamam ederler.
Hamza’yla Feride’nin kurduğu aile birliği(!) on yılı geride bırakmıştır, kavga dövüş. Hamza dik başlı “çıkma” günlerindeki Hamza ile uzaktan yakından bir alakası olmayan, aksi, kaba, nobran biri olup çıkmıştır. Feride’nin sesini soluğunu kesmiş, kesmekle kalmamış, “istemiyorsan kızım, aha kapı geldiğin yere, babanın evine gidebilirsin! Gitsen nereye gideceksin, babanın eski zenginliği kalmadı, o da üç kuruşluk emekli maaşı ile geçinmeye çalışıyor!” Hemen her tartışmada bu aşağılayıcı ifadeler…
Feride’yi insan yerine koymayan bu tavırlar, her gün artıkça artmakta, artıkça şiddetin fizyolojik, psikolojik yanlarını göstermeye başlamıştır. Haftada bir Hamza’nın şiddetine tecavüzüne maruz kaldıkça öfkesi, nefreti artıkça artmıştır Feride’nin, o kadar artmıştır ki, Hamza’nın aşına ekmeğine zehir koymayı, gece uyurken, kalbinin tam üstüne ekmek bıçağını saplamayı çok düşünmüştür; fakat her seferinde, mahpus damlarının korkunç vaziyeti bir de çocukları gelince gözünün önüne vazgeçmiştir. Feride ikinci çocuğunu doğurduğunda anne babası bu dünyadan göçüp gideli iki yıl olmuştur. Sırdaşı annesi Gülfidan Hanım, babası Bünyamin Bey artık yoktur. Hamza’nın işkencelerini ya çekecek ya bambaşka, şeytanın bile aklına gelmeyecek bir çözüm yolu bulacaktır.
Allah’ın her günü evde kavga, Allah’ın her gün evde domuz başı kaynamakta. Dayanacak hali kalmamıştır. Gel ayrılalım dese, Hamza ona bu şansı verir mi, şansı şöyle dursun bakalım yaşamasına izin verir mi? Feride, çoktan semeri devirmeyi koymuştur kafasına, koymuştur koymasına da Hamza onu sağ bırakır mı sonra?
Sabah yeli, insanı hafiften üşütürken, bir yandan da uyku mahmurluğunu alıp götürmektedir. Kesin kararını vermiştir Feride, onu kimi kimsenin bilip tanımadığı yerlere alıp başını gidecektir. Hem bir kadının, bir başına, bugüne kadar hiç görmediği diyarlara gitmesi ve oralarda bir başına yaşaması… İmkansızdır, imkânsızdan öte, bir mucizenin ta kendisidir. Ne olursa, olsun gidecektir ama bir insana, bir kadına Allah’ın her günü hakaret edilse, hatta şiddete maruz kalsa ne olur? Bu ölümden beter bir şeydir, her gün öleceğine bir sefer ölüp çekip gidecektir.
Feride kararını vereli bir ay olmuş, bir aylık zaman içinde, sakinleşmiş, Hamza’nın dediklerine, küfürlerine aldırmaz olmuş, gideceği yerde nasıl yaşayacak, nasıl karşı koyacak yokluklara, korkulara, sabah akşam, gece gündüz bunu düşünür. Kararını vermiştir, en başta korkularının yaşayarak üstesinden gelecek, bütün imkansızlıklardan, imkan elde edecek, dayanacak; sonra da geri dönüp Hamza’nın suratını çelik yumruklarıyla darmadağın edecektir. Dağ başında yaşayacağı yerde, nelere ihtiyacı olacak, çok elzem olanları yavaş yavaş tedarik edip evin bodrumunda bir yerlerine koyarak hazırlık görmeye başlamıştır.
Beklenen gün gelip çatmıştır, köyünde kızıl çamların en yoğun bir mekanına gitmektir gayesi. Bir ay önce kafasına koyduğu macerayı yaşayacaktır. Her türlü ihtiyacı olacak şeyi bir bir evin bodrumuna koymuş, hayatını kolaylaştıracak her bir şeyi tedarik etmiştir. Hamza’nın mavi motosikletinin sepetine eşyalarını yükleyip gidecektir. Hamza motor kullanmayı benli bensiz ihtiyaç olunca, annem isterse bağa getirir götürürsün,” diye öğretmiştir. İlk uykunun en koyu yerinde yavaşça yataktan çıkıp oğullarının odasına gider, doya doya koklar onları, sonra yine çıt çıkarmadan evden iner, eşyaları aynı sessizlikle motorun sepetine yükler, gürültü çıkarmasın diye evden biraz uzaklaştıktan sonra çalıştırıp sürer Demirköprü barajına doğru.
Doğup büyüdüğü köye yaklaşmıştır. Kocaçam mevkinden kırmızı kiremitli evlere el sallayıp Telel mevkine doğru sürer motoru. Köyü ile Telel arası yaya bir saatlik mesafedir. Altındaki mavi motorla on on beş dakika sonra orada olacaktır. Telel mevkine Bağlarbaşı yolundan değil de Asmalca tepesi yolundan gidecektir. Motorunu çamın içine koyacak. Sık çamlı bir yeri mekan tutacaktır kendine. Bu alan silme çam ormanlarıyla kaplıdır. Çam içlerinde ara ara mazı çalılarına, pırnallara, tek tük ahlat ağaçlarına rastlanır. Ormancı korkusundan ötürü çamları kesemeyen köylülerin kimi devletin meccanen verdiği kömürlerle ısınmaya çalışırken, kimi kaçak göçek bir yolunu bulup gecenin bir saatinde bayramlarda seyranlarda gizi gizli keser ağaçları.
Şehirde yaşayan birinin bu dağ başında bir başına yaşaması için deli divane olması lazım, deli divaneden öte başak bir şey olması lazımdır. İn cin yoktur, yiyecek doğru dürüst bir şey yoktur! Buralar tekin de değildir, her yer çam ormanıdır. Rüzgarlı bir havada çamların çıkardığı uğultu bile insanın aklını başından alır. Hele geceyse, çamların sesi daha bir korkutucu olur. Hayvanların en vahşileri de bu dağlarda yaşar: Kurt, çakal, sırtlan, domuz, tilki… Fakat en çok domuza ve kurda rastlanır buralarda.
Asmalca çamlığının ilk gecesinde, tilkilerin bang bang sesiyle korkuyu yavaştan duymaya başlar Feride. İlerleyen saatlerde uuuuu diye uluyan kurtların sesi, korkuyu bütün vücuduna eşit olarak dağıtır. Kendi kendine durmadan konuşurken bir taraftan ağlar, ağlarken de kendine kızar. Çünkü bu sınavı başarması lazımdır, yoksa bunca gördüğü zulüm, gördüğü şiddet Hamza’nın yanına kar kalacaktır. İşte ona sebep siler gözünün yaşını bu sınavı mutlak başaracaktır.
Ne diye geldim ben bu dağ başına bir başıma, derken Hamza’nın ayrılmanın, boşanmanın imkansızlığı gelir aklına, yanılıp olmuyor böyle, gel ayrılalım dese, işte tam o anda dayaktan önce diyeceği, “bir hovardan mı var kaltak,” olacaktır. İşte o anda ağlaması bıçak gibi kesilir, derin bir nefes alır. Onun adı Hamza’dır, delilikte, çılgınlıkta sınır tanımaz, her türlü kötülük elinden gelir, her türlü şer beklenir ondan. İşte o an Hamza gelince aklına birden cesaretini toplar, dimdik dikilir.
Asmalca kaşından Telel deresine, derenin hemen yanından geçen yola bakar. Üç gün olmuştur geleli, bir iki eşekliden başka gelip geçen olmamıştır. Hani derler ya, “insanı kesseler duyan eden, yardıma koşan olmayacaktır!”
Feride, aşağıya vadinin tabanına, Telel deresine doğru koşarcasına yürür. Zaten normal yürümek pek mümkün değildir. Eğim oldukça fazladır, altmış yetmiş derecelik bir eğim! Telel eşmesine geldiğinde susadığını hisseder, eğilir, kana kana içer. Su içerken suyun içindeki su sinekleri kayıp kayıp giderler suyun üstünde. Feride su içerken, su sineklerinin kayışına dikkat kesilir. Sinekler hiç durmaz, berrak suyun üstünde uçarcasına kayıp dururlar boyuna. Adını çok duyduğu bu eşmeden eğilip bir kere bile içmemişken, eğilir kana kana içer. İnceciktir eşmenin suyu. Karşı tepelerin yanında yönünde olan kızıl çamların reçine kokularını eriyip toprağa karışan kar sularını kucaklamış eşmenin toprak çanağında durmadan kaynamakta. Reçine kokulu kar suyunu içtikçe içer insan. Feride de eğilip eğilip içer.
Telel eşmesi, derin vadinin en derinindedir. İlke Çayına giden yol hemen yanından geçer. Eşme yorgun yolculara, çatlamış dudaklara, börtü böceğe hayat olur adı bilinmedik tarihten beri. İlke çayına giden yol, virajlı, taşlı, kenarlarında pınal ağaçları, melengiçler, çaltılar ahlat ağaçları ile çit gibi çevrilidir. İnsan bir başına yürürken, sessizce, usulca yürüyüp gidemez, korkuyu aklından uzaklaştırmak için türkü söyler. Türkü bilemese bile yakıştırıp yakıştırıp dizeleri birbirine ekler söyler de söyler. Eşmenin az aşağısında Telel yarları vardır. Telel yarları uçurumdur. Bir insan bir canlı dikkat kesilmeyip aşağı yuvarlansa sağ kurtulması imkansızdır. Vadi İlke çayına doğru derinleştikçe, derinleşir, Metreslik tepesi ile adeta korku dağı halini alır.
Feride, bilmediği köyde yaşadığı yıllarda bile bir sefer gördüğü ya da görmediği bu dağlarda bir başınadır. Çocukluk yıllarında, sıcak sudan soğuk suya eli değmeyen, köyde doğup büyümesine karşın tarla takka işi bilmeyen biridir. Şimdi bu dağ başında bir başınadır. Feride artık bütün korku duvarlarını aşmış bir amazon olup çıkmıştır adeta.
Feride, yayvan dallı asırlık bir çam ağacının dallarına yaptığı döşeğine uzanır, gözünü ince yapraklı dallara bakar, ta çocukluk yıllarından beri yaşadıklarını bir bir aklına getirir, çocukluk yıllarına, okul yıllarına dönerken kah tebessüm eder, kah kaşlarını çatar, sonra birden tepeden tırnağa öfkeye kesilir. Nerde hata yapmıştır, o yıllara dönebilse yine aynı hataları yapar mıydı, yine bu odundan odun Hamza ile hiç hayatını birleştir miydi? Kendine, Hamza ile aynı ortamda olmalarına vesile olanlara kadın ağzıyla ağızını doldura doldura sinkaf eder. Hamza ile geçen yıllar yaşandı geçti, ömründen ömür almış hem de delip geçmiştir. İki çocuğunu bırakıp gelmiştir. İki çocuğu kurda kuşa yem olur muydu acaba? Kendine küfürler etmeye başlar birden, damarlarında dolaşan deli kanın ateşiyle, şehrin şımarığı Hamza ile “çıkmaya” çıkmaya başlayınca da bokunda boncuk bulmuşçasına sevinmiştir; hatta üniversite bile okumaktan vazgeçmiş, evinin kadını olmuş döle bile yatmıştır.
Yataktan kalkan Hamza, Feride’nin yanında olmadığını fark edince, önce bir şaşkınlık geçirir, belki lavabodadır diye oradan olmaz. Yarım saat geçmiş, Feride’den ne bir ses ne bir kıpırtı. Başka zaman olsa umurunda olmaz, yarım saat, bir saat gelmemiş, o an merakı celbeder. Yerinden oflaya puflaya, ağzına tesbih küfürleriyle lavaboya, salona, oturma odasına, çocukların odasına bakar… Yoktur Feride. Şaşkına dönmüştür, öteden beri ezip yok ettiği kişiliksiz kişiliği ile bir başına bir yerlere gidebileceğine ihtimal vermez. Belki, yakındaki fırından taze ekmek almaya gitmiştir diye düşünür. Kara fırın ekmeğinin tazesine tere yağı sürüp yemeyi çok sevdiği gelir birden aklına Hamza’nın. Biraz rahatlar, rahatlasa da yine nedenini bilmediği bir kuşku kemirmektedir beynini. Son günlerde iyiden iyiye içine kapanan hali korkutmaya başlamıştır. Bunca baskı, bunca çileye taş bile dayanamaz, çat diye çatlar hırsından diye düşünmüştür Hamza. Bekli spora çıkmış olabilir der, sonra kendi düşüncesini kendi çürütür. Onsuz evden bir başına çıkmasının imkansız olduğunu bilir. Evin içinde, koridorda, salonda gider gelir epey. Çocukları yataklarından kalkmış, tabletlerini açmıştır. Onlara daha bir şey dememiş, kendi kendine durum muhakemesi yapmaya devam eder. Saate bakar, zaman epey ilerlemiştir, Feride hala yoktur ortalıkta. Gider çocuklarına annelerinin evi terk etmiş olabileceğini düşünerek polise gideceğini söyleyip çıkar evden.
Feride, Telel Deresinin, Kabaklık Kaşının, Metreslik Tepesinin, Telel yarlarının, Veli Düzünün, Telel Eşmesinin yoldaşı olmuştur. İhtiyacı için getirdiği öte beri en büyük dayanağı olmuştur. Diken kökleri, bilumum otlar, yaban armutları, muşmulalar, yanında getirdiği kurutulmuş ekmekler… idare edip hayatın en zor koşullarına yavaş yavaş alıştırmıştır kendini. Sinekten korkan Feride bir amazon olup çıkmıştır artık. Bir Hamza değil, on Hamza olsa, vız gelir, tırıs gider. Artık yeni, yepyeni bir Feride gelmiştir dünyaya. Bu Feride ile o Hamza’nın bir çatı altında birlikte yaşaması imkansızdır. Yeni Feride, yepyeni bir Feride, bu Feride yeni doğan bir insandır. Geçen zaman ona iki on yılın tecrübesini, bu dünyadan göçüp yeniden hayata gelmesine sebep olmuştur.
Hamza polise gitmiştir gitmesine de lakin Feride’nin nerede olabileceğine dair en küçük bir ipucu veremediği gibi çelişkili ifadeleriyle şüpheli duruma düşmüştür. Buna sebep göz altına alınıp sorgulanır.
Aradan dört ay geçmiştir, Asmalca Tepesinin bir sakini haline gelen Feride, kişilik gelişimini, rehabilitasyonu tamamlamış, yeniden doğan bir insan olarak hiçbir şey olmamış gibi evinin kapısını açıp girer içeri.
Hamza, iki oğlu şaşkınlık içinde sadece bakarlar tek kelime konuşamaz adeta lal olmuşlardır. Feride mutfağa gider, elektrikli cezveye orta boy fincanı için bir buçuk tatlı kaşığı orta sertlikte kahvesinden koyar, sonra da tadı kıvamında olsun, dilimi burmasın diye bir buçuk kesme şeker atıp karıştırır. Sonra kaynamasını beklemeye başlar, kahvesinin bol köpüklü olması için cezveyi ara ara sallar. Bu ara Hamza ile iki oğlu şaşkın bakışlar içinde Feride’yi izler. Onlar izleye koysun, Feride hiçbir şey söylemeden, kahve fincanı ile balkona çıkar. Çay paketlerinin yanına koyduğu sigara paketini alır, yeşil plastik balkon sandalyesine oturur. Oturur oturmaz, sigarasını yakıp çeker içine dumanı. Çekiş ama ne çekiş, bütün damarlarını dolaştırır, sonra yavaş yavaş dışarı bırakır. Bu esnada komşuları kaş kaş olmuş merakla Feride’ye bakarlar. Konu komşusu ona baka koysun, o kimseyle tek kelime konuşmamış, kahvesinden bir yudum almış, gözlerini kapatmış, geçen dört ayın muhasebesi için az sonra Hamza ile kuracağı mizan terazi için hazırlanmaktadır.
Kahvesini, sigarasını bitiren Feride, yavaştan sandalyesinden kalkar, Hamza ve oğullarının bulunduğu yere, salona gelir. Salona gelen Feride bir zaman salonun ortasında dikilir. Bu esnada sinek uçsa duyulacaktır. Müthiş bir sessizlik esir almıştır ortamı. Salonun uçuk yeşil badanalı duvarları şahitlik için makam koltuklarındadır.
“Hamza, Hamza, hey Hamza! Yıllar var, anamdan emdiğimi burnumdan getirdin, bir gün bile gün güneş göstermedin, yok yere her akşam evde domuz başı kaynattın. Yetmedi, ara ara iteleyip kakaladın, tokatladın, sana iki oğul vermenin hiçbir önemi yokmuş gibi. Şimdi beni iyi dinle Hamza, bundan sonra, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Şimdi, hemen şimdi evi terk edip gideceksin, itiraz etmeye kalkarsan, Allah yarattı demem iki çocuğumun gözü önünde şakkadak alnı çatından vurup pekmezini akıtırım. Yemin billah dakka düşünmem, yarım saat mühlet, şimdi toz ol, otuz birinci dakikada hala burada olursan vallahi billahi bir kaşık kanını içerim!”
Hamza, yerinden kalkar, dün olduğu gibi haddini bildirmek için Feride’ye bir hamle yapmaya kalkar, tam o anda boş böğrüne inen iki yaman yumruk darbesi ile sendeleyip gider, Kendini toparlayıp bir hamle daha yapmaya çalışır. Çalışır çalışmasına da suratında patlayan bir tekme ile serilir gider. Hamza neye uğradığını anlamadan arkası arkasına inen darbelerle ağzı yüzü Çarşamba çanağına dönmüştür.
Evi yarım saat dolmadan terk eden Hamza, plastik poşet içine koyduğu bir esvap ile anası Kadriye Hanım’ın evine doğru yürür gider.
Feride, Telel Derelerinde ağaçlarla, taşlarla kavga ede ede imkansızlıklar içinde bir başına yaşayarak yücelmiştir. Hamza’sız hayatta iki oğlu ile huzur içinde bir yaşam sürüp giderler.
Comments