top of page
Süleyman REİS

FALLMERAYER'İN ÖNGÖRÜLERİ

Güncelleme tarihi: 5 Eki






Süleyman REİS


*


  • Dünyada Trabzon İmparatorluğu tarihinin ilk ve tek yazarı olan Alman tarihçi Jacob Philipp Fallmerayer’e göre Kafkaslar üzerinden gelerek  bölgeye  yerleşmiş, yerleşip bir süre kalmış ve sonra ardıllar bırakarak göçmüş kavimlerden en eskisi Pelasglar’ dır. Fallmerayer’in efsanevi ve kurucu kavim diye adlandırdığı ve hayranlıkla izlediği Pelasglar’ın Trabzon bölgesine Kafkaslar üzerinden gelip yerleştiklerini, M.Ö. 2000’li yıllarda Trabzon şehrini kurduklarını, sonra burada ardıllar bırakarak batıya göçtüklerini, Balkan yarımadasına ve İtalya’da Po Ovasına yerleştiklerini anlatır. Balkan Yarımadası’nın Pelasgia olarak anıldığını, Mora’da Trabzon adında bir şehir kurduklarını, İtalya’da tarım, ticaret, medeniyet ve teşkilatlanma alanlarında ileri uygulamalar yaptıklarını ve Etrüsk Medeniyetinin de kurucusu olduklarını ifade eder.














  • Etrüsk diye de tanıdığımız Pelasglar burada kendilerini Irkların Beyi anlamına gelen RASENNA olarak adlandırmışlardır.    Yürüyüşlerinin Po Ovası ile sınırlı kalmadığı, Güney Fransa sahillerine, İspanya içlerine kadar sürdüğü kuvvetle muhtemeldir.

İnternette Fallmerayer’in bu öngörülerini destekler nitelikte ve oldukça dikkat çeken bilimsel bir çalışmadan söz edilmektedir. 2004 yılında Torino üniversitesinden Prof. Alberto Piazza aralarında İspanyolların da bulunduğu bir grup bilim adamı ile M Ö 7.ve 3. Yüz yılar arasında yaşamış Etrüskler’e ait 80 mezardan DNA örnekleri almış ve bunları çeşitli milletlerin DNA’ları ile karşılaştırmıştır.










-1830 Trabzon-










Sonuç olarak, Etrüskler’in genetiğinin diğer milletlere göre en çok bugünkü Anadolu Türkleri ile yakınlık gösterdiği ve bu benzerlik oranının yüzde 98,2 olduğu ifade edilmektedir. Eğer doğru ise bu çalışma Fallmerayer’in öngörülerini önemli ölçüde desteklemektedir.

Yine Fallmerayer’e göre Roma Medeniyeti Etrüsk Medeniyetinin bir taklidinden ibarettir.

Öyle ise Roma’nın kurucuları kimlerdir? Roma’nın kurucuları, efsaneye göre, bir dişi kurt tarafından emzirilmiş olan Remus ve Romulus kardeşlerdir. Kimi araştırmacılara göre, dişi kurt tarafından bulunup emzirilmiş olan bu iki kardeş, Etrüsk kökenlidirler. Kendi efsanelerine göre de Anadolu’nun yiğit evladı Truva prensi Hektor’un kuzeninin soyundan gelmedirler.

İki çocuğu emziren bu dişi kurt motifi Roma İmparatorluğunun sembolü olmuştur. Her şehir merkezinin vazgeçilmez heykeli haline gelmiştir. Bu gün dahi, Roma’yı görenlerin ifadelerine göre, bu sembol; heykel, heykelcik, resmi ve tüzel kurum ve kuruluşlarda amblem, kapı kollarında ve rögar kapaklarında kabartma olarak yaygın bir şekilde yaşatılmaktadır.





-1900'lü Yıllar Kemerkaya-


Şimdi, buna göre, Trabzon’un köklerini dışarıda göstermeye çalışanlar dönüp tarihe bir kez daha dikkatlice bakmalılar ve şu soruya kesin bir cevap vermelidirler: Anadolu üzerinden ve Karadeniz’in kuzeyinden binlerce yıl doğudan batıya insan selleri akmıştır. Karadeniz bölgesi bu kavimler göçünden istisna mıdır ki, Almanlar bile köklerini Yozgat’ta ararken, Trabzon ve çevresine neden başka bir adres gösterilmek istenmektedir?

                                                             

Bölge ile ilgili, bilerek ya da bilmeyerek, maalesef, anlam ve yapı bakımından birbirileri ile su ve zeytinyağı misali, hiç bir alakası ve benzerliği olmayan kelimelerle bir kavram kargaşası yaratılmış; Pontus sözünden Rum, Rum sözünden de Yunan anlamı çıkarılmıştır. Böylece, temiz ve masum insanları algı yanılması yöntemi ile olduklarından farklı gösterip sinsice başka kültürlerle ilişkilendirme yolu seçilmiştir. Bu tek kelimeyle istismardır. Tarihi ve ilmi bir mesnedi de yoktur.

Anadolu sözünün aslı ANATOLİA’dır. Anatolia güneşin doğduğu yer, medeniyetlerin beşiği, kaynakların menşei anlamına gelir. Kimi araştırmacılara göre 26 kadim medeniyete beşiklik yapmış bu coğrafya hiç kuşkusuz antik yer ve bölge adlarını da bünyesinde taşır. Karadeniz’e yakınlıkları nedeniyle Trakya’dan başlamak üzere kimi antik bölge adlarını şöyle sıralamak mümkündür. Sakarya-Zonguldak çevreleri Bitinya, orta Karadeniz Kastamonu- Sinop çevreleri Paflagonya, güneyi Ankara- Çorum çevreleri Galatya, Kayseri- Nevşehir çevreleri Kapadokya, Rize-Güneysu çevreleri de Potomya olarak adlandırılmıştır.


Pontos sözü de tıpkı Trakya, Paflagonya, Kapadokya gibi antik bir coğrafi kavramdır. Karadeniz anlamına gelir. Aslı Pont’tur. Helence değildir. Grekler/Helenler her sözün sonuna ekledikleri -is, -us, -os, -es ve benzeri ses ve takılarla kavramları kendi dillerine uyarladıkları gibi Pont sözünü de kendi dillerine uyarlamışlar ve Pontos olarak ifade etmişlerdir.

M.Ö. 400 yılında bölgeden geçmiş olan Xesenefon, Anabasis adlı eserinde “Trabzon Kohların memleketinde ve Pontos Ekseionos kenarında kurulmuş bir şehirdir.” demektedir. Bu ifadenin Karadeniz anlamında kullanılmış olduğu izan, irfan ve vicdan sahibi olanların yoruma gerek duymadan anlayabileceği kadar açık ve nettir.

Pont kavramı vaktiyle Karadeniz’in bütününün adı iken zamanla Sinop’tan Karadeniz’in doğusundaki kıvrımın ortalarına kadar olan bölgenin siyasi adı olmuştur.

Bölge Makedonyalı Büyük İskender’in meşhur doğu seferinden önce Pers İmparatorluğunun 19. satraplığı idi. İskender Sinop’a geldiğinde bu satraplık anlaşma yolu ile İskender hakimiyetini kabul etmiş İskender’in orduları bu bölgeye hiç girmemiştir. Muazzam imparatorluğunun generalleri arasında paylaşıldığı dönemde 19. Satraplığın valisinin oğlu Mitradet, Antigon’un M.Ö. 301 yılında ölümünü takiben bölgede bir krallık kurmuştur. İlk başkent Amasya’dır. Daha sonra Sinop fethedilince başkent oraya taşınmıştır. VI.Mitradet döneminde Bergama da 25 yıl Pont Krallığının geçici başkenti olmuştur.  

Antigon, İskender’in hayatında hiç savaş kaybetmemiş bir generalidir.      İskender İmparatorluğunun paylaşıldığı dönemde Makedonya’da Antigon Hanedanlığını kurmuştur.  Anadolu’nun büyük bir bölümü ona bağlıdır. İmparatorluğun her tarafında olduğu gibi Anadolu’da da bağımsızlık mücadeleleri sürüp gitmektedir. Antigon bu ayaklanmaları kanlı bir şekilde bastırmıştır. Bunlardan biri de 19. Satraplıktır. Satrap olan baba Mitradet’i öldürmüş, oğul Mitradet’i Makedonya’ya rehine olarak götürmüştür. Oğul Mitradet Kendisinin de öldürüleceği kaygısıyla, bir yolunu bulup kaçmış, altı kişi Ilgaz dağlarında saklanmışlardır. M.Ö. 301 yılında Antigon’un ölümü üzerine, adamlarını Kızılırmak’ın her iki yakasından göndererek bağımsızlık çalışmalarını yeniden başlatmıştır.

Böylece oğul Mitradet Kapadokya’nın bir kısmını da içerisine alan bu sahada bir krallık kurmuştur. Bu krallığın tarihteki adı PONT KRALLIĞI’ dır. Bunun dışındaki isimler uydurmadır, yakıştırmadır. Oğul Mitradet’e kurucu anlamına gelen Kıtides ünvanı verilmiştir. Mahmut Goloğlu’na göre kuruluş tarihi M.Ö. 298 dir. Kısa bir toparlanma sürecini içerdiği için bu kuruluş tarihi makul görülmektedir.

Trabzon Valiliğinin internet Sitesindeki bilgiye göre, Trabzon, Pont Krallığına kuruluşundan 10 yıl sonra dahil olmuştur. Bu ifade çok isabetli ve doğru bir ifadedir. Bazı yerlerde kullanılmış olan “Pontus Krallığı Trabzon bölgesinde kurulmuştur ya da Trabzon Pontus Rum İmparatorluğu” gibi ifadeler külliyen yanlış ve uydurma ifadelerdir. Çünkü Trabzon’un Pont Krallığı nezdinde, Krallığın doğusunu oluşturan bu günkü Samsun, Tokat, Ordu, Giresun, Sivas, Erzincan, Gümüşhane, Bayburt, Artvin, Rize ve hatta Kırım gibi şehirlerden artı bir yeri ve ayrıcalığı yoktur.

20.yüzyılın başındaki hareketlenmede de muhtemel bir Pont devletine başkent olarak Samsun düşünülmekteydi. Ne yazık ki bunu çoğu kişi bilmemekte, bilenler de söylememektedirler. Tasarlanan coğrafya neredeyse VI. Mitrade’in sınırlarını içermektedir. Böylesine büyük bir sahanın Trabzon’dan yönetilemeyeceği de aşikârdır. Hareketin merkez üssünün Merzifon Amerikan Kolejinin olması, faaliyetlerin Samsun ve Sinop dolaylarındaki 14 silahlı çete ile desteklenmesi bu durumu net bir şekilde ortaya koymaya yeterlidir. Artık Trabzon sözü hiç bir alâkası olmayan bu Pont veya Pontus kavramından kesinlikle arındırılmalıdır.

Pont Krallığı VI. Mitradet döneminde hem altın çağını, hem de yıkımı yaşamıştır. Krallığın sınırları Kadıköy önlerinden Ege’ye, Toroslar’ a; oradan Kırıma kadar uzanmıştır. Karadeniz adeta Pont Krallığının bir gölü haline gelmiştir. Artık krallık Sinop’tan yönetilemediğinden başkent Bergama’ya taşınmıştır. 

VI. Mitradet, Mahmut Goloğlu’nun ifadesiyle, “Anadolu’nun ilk milli ordusunu kurmuştur.” Anadolu birliğini sağlamaya çalışmış, Pont Krallığıyla aynı dönemde kurulmuş olan Bitinya, Bergama ve Kapadokya krallıklarını kendisine bağlamıştır. Bayrağında ve paralarında bu gün olduğu gibi hilal ve yıldız sembollerini kullanmıştır. Hilal ve yıldız sembollerinin kimi Ortaasya Türk boylarında ‘tamka’ olarak kullanıldığı herkesçe bilinen bir gerçektir. Yine Mahmut Goloğlu’ nun ifadesi ile Pont Krallığı “Anadolu’nun Milli Devleti” dir. Başka hiç bir devlet ve milletle her hangi bir alakası ve organik bağı yoktur.

Bu ihtişamlı yükseliş birden bire Roma İmparatorluğu engeline takılmıştır. Roma İmparatorluğu ile ilk savaş Makedonya’da olmuş ve aralıklarla 25 yıl sürmüştür. Krallık irtifa kaybettikçe başkent önce Bergama’dan Sinop’a, daha sonra da Amasya’ya çekilmiştir. Nihayet bu uzun ve kanlı savaş M.Ö. 63 yılında ünlü Roma generali Pompeus’un kesin zaferi ile bitmiş, böylece Pont Krallığının varlığı sona ermiş, Anadolu’da yaklaşık 15 asır sürecek olan Roma işgali başlamıştır.

Bu işgal Trabzon’un fetih tarihi olan 1461 de son bulmuştur. Trabzon son Roma’dır. İtalya’da dalgın insanlara söylenen bir söz varmış, “Trabzon’u mu kaybettin.”

VI. Mitradet damadı olan Ermeni kralına sığınmış, ancak bir yıl sonra huzura kabul edilmiştir. Kırım valisi olan oğlu ona beklediği yardım ve desteği vermemiştir. Artık hazin son kaçınılmazdır. Önce, Giresun yakınlarında bir kaleye saklamış olduğu ailesinin, ölüm biçimlerini kendileri belirlemek üzere, ölüm fermanını vermiştir. Bu olay tarihin en trajik hadiselerinden biridir. Kendi hayatını da zehirle sonlandırmak istemiş ancak zehir etkili olmamıştır. Çünkü kendisi tarihin bilinen en büyük zehir uzmanlarından biridir. Babasının ölümü üzerine tahta çıkan Helen asıllı annesinin abisini zehirlemesi nedeniyle küçük yaşına rağmen Sinop’taki saraydan kaçmış, ormanlarda saklanmış, bir yandan da zehirlenmelere karşı bağışıklık sistemini güçlendirmiştir. Zehir etkili olmayınca, yanındaki en güvendiği adamına boynunu vurdurtmak suretiyle hayatına son vermiştir.

Tarihte Anadolu’yu batılı yağmacı ve işgalcilere karşı savunmak uğruna canını vermiş olan iki kahramandan biri Anadolu’nun öz evladı Truva Prensi yiğit Hektor, diğeri de yine Anadou’nun öz evladı Pont Kralı VI. Mitradet’tir. Buna rağmen, özellikle Pont Krallığına Rum sözünün yakıştırılmış olması acı, acı olduğu kadar da esef verici bir yaklaşımdır. 

Rum sözcüğünün dini ve siyasi yönleri vardır. Siyasi yönü, Anadolu’yu işgallerinde bulunduran Romalıları ifade etmek için Müslüman Araplar tarafından Anadolu’ya verilen addır(Rum Suresi M.S. 615). Nitekim Türk İslam tarihinde Anadolu yüzlerce yıl Rum ve Diyarı Rum olarak anılmıştır. İnanç ya da dini yönden Rum sözcüğünün anlamı ise Osmanlı millet düzeninde Fener Patrikhanesine bağlı Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebinden olan cemaatin adıdır. Rum kavramı, etnik birlikteliği değil, dini ya da siyasi birlikteliği ifade eder. İçerisinde çeşitli etnik gruplar olduğu gibi bir hayli de Hıristiyan Türk vardır. Buna rağmen, aslen Romalı anlamına gelen Rum sözcüğünden Yunan anlamının nasıl çıkarılmış olduğu da merak konusudur.

Bizim; Tevrat’ta geçen halklar tablosuna göre Nuh’un torunu ve Yafes’in oğlu olan Yavan’ın soyundan gelme anlamında Yunan dediklerimizi Latinler Grek, onlar da kendilerini efsanevi kahraman Hellas’ın soyundan gelme anlamında Helen olarak adlandırmışlardır. Geçmişten günümüze kadar bölgemizde yaşayan halklar arasında nüfus açısından en zayıf olanlar Helen/Greklerdir.

Fallmerayer’e göre M.Ö. IX. Yüzyılda Pelasgların boşalttığı Balkan yarımadasına kuzeyden gelip yerleşen kavimler her biri üç bin, dört bin kişiden oluşan küçük küçük on civarında site devleti kurmuşlardır. Bu site devletlerinin en önemli ekonomik faaliyetlerinden biri ihtiyacı olan komşularına kiralık asker vermekti.

Makedonyalı Büyük İskender kral olduğunda bu site devletlerini Helen Birliği adı altında bir araya toplayıp meşhur doğu seferine çıkmıştır. Büyük fetihler sayesinde birçok imparatorluk, krallık, ülke, devlet ve eyaletin hazineleri, tarihi ve mitolojileri Balkan Yarımadasına taşınmıştır. Buna bağlı olarak sosyal, kültürel ve sportif faaliyetlerin de tertiplendiği müreffeh bir dönem yaşanmış, ancak bu çok uzun sürmemiştir.

Kuzeyden gelen yağmacı, istilacı kavimlerin baskısına uğramışlar, salgın ve bulaşıcı hastalıklar nedeniyle de zayıflamış ve sönmüşlerdir. Başta Makedonya olmak üzere saha Bulgar, Roma, devamı olan Bizans ve 500 yıl da Osmanlı egemenliği altında kalmıştır. İskender dönemi hariç, hiçbir zaman büyük bir devlet ve egemen bir millet olmamışlardır.              Fallmerayer’ e göre Arnavutlar Türkler’den, Yunanlılar da Arnavutlar’dan inmedirler. Bugünkü Yunanlılar Helen soyundan olmadıklarını çok iyi bilirler ama Helen kültür mirasını kimseye bırakmamak için Helen olduklarını söylerler.                

Trabzon ve çevresinin kendisiyle, hatta birbiriyle bile hiç benzerliği ve alakası olmayan kavramlarla sınanması tamamen provokatif amaçlıdır. Trabzon ve çevresi tarihi, coğrafi ve beşeri yönleri itibariyle Anadolu’nun vazgeçilmez bir bölümüdür. Tek farkı şivesidir.  Anadolu’da Oğuz şivesi konuşulurken Karadeniz bölgesine en çok Gagauz, Kıpçak-Kuman ve Avar Şiveleri hâkimdir. Bölge şivesinin en belirgin özelliği ise, d yerine t, g yerine k, c yerine ç gibi sert seslilerin kullanılıyor olmasıdır. Göktürk metinlerini bilenler orada da tengri, ton, tonguz, telinmek, tizli, küntüz, köz, kümüş, körür körmez, ançak gibi birçok sözcüğün sert seslilerle ifade edilmiş olduğunu hatırlayacaklardır.

Trabzon’un Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde her zaman müstesna bir yeri olmuştur. Trabzon ülkenin özetidir. Trabzon Balkanlarda 87.Alay, Çanakkale’de destan, Ankara’da Muhafız Alayı, Sakarya’da Zafer, Baltacı Deresinde direniş, Erzurum’da kurtuluş ateşi, Osmanlıda boğaz muhafızı ve Asakiri Mansureyi Muhammediyenin düşünülen temelidir. Kimilerince de Kızıl elmadır. Trabzon; Rus işgalinin getirdiği yıkıma ve çaresizliğe derman olamayanların Dangalaklar Cemiyeti’ni kurduğu dünyadaki tek şehirdir.

Trabzon’u hassasiyetleriyle sınamak insani ve vicdani sınırların, sorumlulukların ötesine geçmemelidir. Bilerek-bilmeyerek, kavramlara yan anlamlar yüklemek suretiyle bölgeyi örselemek algı yanılmalarına neden olmaktır. Zihinlerde oluşan bu yanlış algıların düzeltilmesinin de çok zor olduğu bir hakikattir. Nedeni de, Sürmene Tarihi yazarı Mehmet Bilgin’in ifadesiyle, dini ve siyasi yapıların bizlerde oluşturduğu önyargı ve ön kabullerdir.

Ezcümle, Trabzon’suz bir Türkiye düşünülemez. Böyle biline.                                                      



Trabzon, 29 Mart   2020    

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                               

                                                                                           

 

 

55 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Commentaires


1/706
bottom of page