top of page
1/2

Nereye Böyle Erken?




Y. Bekir YURDAKUL


İzmir’den dönüyoruz. Seferihisar’a. Direksiyonda Zülal Atagün. İzmir Ekonomi Üniversitesindeydik. Gülce Başer’le görüştük. Şair, gazeteci Gülce’yle yolumuz 1990’lı yılların ortasında kesişti. Gazete Ege’de çalıştığımız yıllar. Sevgili Gülce bizi, “Erken Cumhuriyet Dönemi ve 1990’lı Yıllar Arasında Türk Moda Tarihi” adlı kapsamlı araştırmanın mimarı Dr. Öğretim Üyesi Dilek Himam’la tanıştırdı. Moda ve hayat üzerine de epeyce uzun sohbet etme olanağı bulduk.


İzmir’de derin izler bırakmış zarif insan Esin Yılmaz’ı, giysiyle hayatın derin bağlantılarını büyük emekle ortaya koyan Sabiha Tansuğ’u, yine bu kentin anıt adlarından Zuhal Yorgancıoğlu’yu konuştuk anılarına saygıyla…


Dilek Himam arkadaşımın kitabından ayrıca söz açacağım elbette.

***

İzmir’den dönüyoruz.

“Bu görüşme, biraz bilgisayardan uzak kalmak iyi oldu benim için. Akşamki çalışmaya

enerjim kaldı.” dedim.

“Sevindim hocam.” dedi Zülal.

“Bu hafta Sadık Uygun Kültür Merkezinin açılışını ve Çocuk Yazını Ödüllerini yazayım istiyorum…” dedim. “Araya Kemal Rafet Gücoğlu, Fehmi Salık dostların aramızdan ayrılışı girince gündeme alamadım ödül törenini. Geçen hafta Kemal Rafet için yazdım.

Bu arada bir başka kaybı, Aydoğan Yavaşlı’yı da öğretmen okulundan sınıf arkadaşı sevgili Salim Çetin yazdı bugün. (1)

Köy enstitülerinin yetiştirdiği güzel insan, direnç adası, sıkı dost ve yazar Fehmi abi için de bir şey yazamadım…” demeye kalmadı telefonum çaldı. Muzaffer Kale arıyor. ‘Ya İzmir’e düşürdü yolu (Yazları Milas’ta oluyor çünkü.), belki de Seferihisar’a geldi…’

düşünceleri arasında açınca telefonu “Haberin oldu mu?” dedi. “Tuncay’ı yitirmişiz.”

“Tuncay?”

“Kent kültürü üzerine düşünen, kenti ve çevreyi savunan…”

“Ahmet Tuncay?”

“Evet, o… Kent kültürü deyince bildin bak…”

***

Şu telefon çalmasa, olur olmadık zamanlarda, böyle erken erken şu haberler gelmese, olmasa böyle… Yine Nâzım’ın dizeleri… “Çoooook yorgunum kaptan!” Bir de Serdari’nin dedikleri: “Nesini söyleyim canım efendim?”

Kaza mıydı, kalp miydi?


Bilmiyordu sevgili Muzaffer. Bense ondan öğrenmiştim bu kahredici haberi.

“Hasta mıydı?” diye sordu.

“Yooo, çok olmadı konuşalı.” dedim. “Salgın günlerinde düzenlenmesine önayak olduğu çevrimiçi Kemeraltı Çalıştayı’nın kayıtlarını yayıma hazırlamamı istemişti. Epeyce bir zamandır kitaplaşmayı beklemekteydi o dosya. Bir fırsat yaratmış, yeniden bakalım istemişti o dosyaya…”

Günün, günlerin yorgunluğu katlandı. Kocaman bir kedere evrildi. Gelip oturdu tuşların üstüne…





Neredeyse hemen her gün şu kadim kentin, İzmir’in her köşesinde olduğunu/ bulunabileceğini savlayabileceğim Ahmet Tuncay Karaçorlu.

Doğal ve Kültürel Yaşam Girişimi sözcüsü, Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesinin kurucu başkanı, yönetim kurulu üyesi, mekân tasarım ustası, kente ihanet edenlerin gözünde “her taşın altından çıkan” Tuncay…

Şimdi bunları yazınca bir şekilde oturdukları koltuklardan bir daha kalkmayanlar düştü aklıma… Öyle çoklar ki! Hangi birini söylemeli. Tuncay mı? Kent Plancıları Odasının İzmir Şubesinin kuruluşunun ardından seçildiği başkanlığı, zamanı gelince

sevinçle bıraktı bir meslektaşına…

Yalnızca her türden haksızlığa yürekten, yorulmak bilmez karşı çıkışının yanında bu

inceliği de kıymetliydi sevgili Tuncay’ın. Onun içindir ki Ahmet Tuncay’ı yitirmek; bir arkadaşı, dostu, kardeşi, yareni, yoldaşı yitirmekten çok daha fazlası…

***

Bayraklıdayız. İzmir Kültür Sanat Festivali’nin açılışı için düzenlenen program ve sonrasındaki konseri izlemek için Tepekule’deyiz. Epeyce de erken varmışız. Olasıdır ki buluşup gitmişiz Ahmet Tuncay’la. Yıl mı? Yok aklımda. Hem ne önemi var ki! Aklımızda Ekrem Akurgal… Ören yerlerinde hep aklıma düşeni seslendiriyorum.

“Biliyor musun, ne zaman buraya ya da benzeri bir yere düşse yolum aklıma hep buralarda kimlerin, nasıl yaşadığı gelir. Arkeologlar da düşünür sanırım aynı şeyleri…”

deyince ben o unutamadığım tümceyi ikram etti bana sevgili Tuncay:


“Bekir Hocam, acıya ilk dokunan kişidir arkeolog.”

***

Dil Derneği İzmir Temsilciliğinin aylık düzenli toplantılarından birinde bizim için “Sokakların Dili” başlıklı bir konuşma yapar mıydı?

“Elbette…” dedi duraksamadan.

Öncesinde bir de görsel sunum hazırlamayı istedi ve onun isteğiyle çıktık sokağa…

Bir kenti derinlemesine görmenin, tanımanın ancak konuya vakıf bir sanat/ bilim insanıyla mümkün olabileceği düşüncesini o gün yeniden yazdım aklıma… Okumalarımız azaldıkça, algılama becerilerimiz köreldikçe büyüyen işyeri tabelalarının yaşadığımız sokağı, semti, şehri tanıma hakkımızı nasıl elimizden aldığını sanki ben de aslında bütün ayrıntısıyla biliyormuşum da o an anımsayamamışım bir incelikle birkaç saatlik dolaşmanın arasında

aktarmıştı.

***

Yapılar, duvarlar, cumbalar, balkonlar, pencereler, çatılar, tabelalar, duvar resimleri…


Hepsinden söz açtığı sunumundan sonra katılımcı şair dostlardan Sıtkı Salih Gör’ün “Madem dilden konuşuyoruz, merak ettiğim bir şey var: sahi ‘atıyorum’ ne demektir?” sorusuna sanki soru önceden verilmiş de yanıtı cebindeymiş gibi bir çabuklukla yanıt vermiş, “Örneğim sağlam değil, kaldırıp atıyorum, demektir. Kullanmayın dostlar…” deyivermişti.

O gün bugün kimden bir “atıyorum” erişse kulağıma, sevgili Tuncay’ı anımsayıp gülümsemekteydim ki bundan geri hüzün dahası keder de eşlik edecek bu gülümsemelerime…

***





Üşenmez bir kent tutkunuydu Ahmet Tuncay; ne eline ne ayağına ne kalemine… Ve kent suçu işlemeye yeltenenleri, heves edenleri bağışlamaz bir yaşam tutkunuydu. Kordon da onundu; Kültürpark da İnciraltı da Aliağa da Karşıyaka’da Efemçukuru da… Unutmayalım ki Allianoi de…

Bergama’nın Yortanlı köyünde, aynı adlı bir sulama barajının yapımı gündeme gelmişti. Tam da o günlerde yöredeki çiftçilerden birinin sabanına takılan bir kalıntıyla “su yurdu” Allianoi İzmir’in gündeminde baş sıraya oturmuştu. Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümünden doğa ve hayat dostu Prof. Dr. Ahmet Yaraş’ın başkanlığında başlayan kazı çalışmalarıyla ortaya çıkarılan tarihin derinliklerinden süzülüp gelen bu şifa yurdunun kıymeti ve korunması mücadelesinde de yine ön saflardaydı sevgili Tuncay.





Onca eylemin içinde -çoğun başında- oluşuna bakınca başka bir çalışmaya vakti

kalmadığını sanırdınız oysa koştuğu denli yazmaktaydı da sevgili Tuncay.

Telefonla arayışlarından birinde, kitaplaşmaya yaklaştırdığı şiirleriyle ilgili bir buluşmaya çağırmıştı. Kabuk Kitabevinde, kitaplar ve dostlar arasında; Recai Atalay’la dilimiz döndüğünce çalışmasının kaynakları, değeri ve anlamı üzerinden cümleler kurmuştuk. O söyleşiyi; “İçinde yer aldığım doğal ve toplumsal mücadelelerin bir başka farkındalık alanı olarak (ve onlara) zemin olması için kaleme aldığım ilk şiir kitabımın tanıtım buluşması...” diye tanımlamış, duyurmuştu.


‘Topraklarımızda Dört

Mevsim Sürsün Diye...’

adını verdiği şiir kitabını daha da geliştirebilmek heyecanıyla bir anlamda okurların ön değerlendirmesine sunuyordu.


Ne zaman bir haksızlık çalınsa kulağımıza ya da İzmir’in herhangi bir değerine/ doğasına, dokusuna yönelik saldırı hevesi; kendi payıma söyleyeyim, “Ahmet Tuncay var bu kentte!” tümcesi dökülürdü dilim(iz)den…


Kültürpark’ta açık havada düzenlenen son kitap fuarında çevreyi, yorgun Kültürpark’ı

savunmak yine Tuncay’a düşmüştü… Onun bu direnci ve haklı karşı çıkışının esiniyle

kaleme almıştım fuara ilişkin notlarımı. (2)

***

Haberini aldığımda son yolculuğunu da tamamlamıştı. Onu alkışlayarak uğurlayan

dostları arasında yer alamamış olmanın da üzüntüsüyle söylemeliyim ki Ahmet Tuncay’ın gidişi Ege’nin/ Akdeniz’in incisi İzmir için biraz daha yalnızlaşmak demektir.

Yönetim yetkisini; doğal, kültürel, tarihsel değerleri hiçe sayar biçimde kim kullanmaya yeltenmişse duraksamadan karşısına dikilen Ahmet Tuncay Karaçorlu için hiç değilse “Tarihi Karşıyaka Tren İstasyonu Müze Olsun!” direnciyle günlerce ve tutkuyla koştuğu bu mekânda adını taşıyan bir müze ya da çocuk kütüphanesi açılsa o yalnızlığımız az da olsa hafiflemez mi?

……………………..…………..

1 ‘ben sahiden uzun masallar anlattım’, Salim Çetin, Yenigün, 24 Mayıs 2024, s.4

2 Günlerin Yorgunluğu, Y. Bekir Yurdakul, Yenigün, 26 Nisan 2024, s.2

23 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/681
bottom of page