top of page
maviADA

Dilenci Balıklar Şehri


-Şenol YAZICI'nın Gezi/Roman türünde yazılmış gençlik kitabı "Efsane"den..."-

...

Urfa'ya girdikten sonra, arabamız kalenin eteklerinde, Balıklı Gölün kıyısında durdu. Rehberimiz bize kentin ve gölün tarihini anlatmaya başladı.


Kale ve burçlarına dikili sütunlar gözüküyordu. Babama dikkatle bakıyordum. İnsan çocukluğunda hiç görmediği bir yerle ilgili bir düş görür ve aradan kırk yıl geçtikten sonra oraya ilk kez giderse neler hisseder acaba? Duygu ve düşüncelerini anlamıyordum ama gözlerinin içi parlıyordu. Keyifli olduğu belliydi. Annemin elini bırakıp babamın koluna girdim.


-E, ne düşünüyorsun baba?

Gülümsedi.


Balıklı gölün içi çok kalabalıktı. Televizyonda, filmlerde gördüğümüz gibiydi. Yukarıdan aşağıya doğru bakan bir kalesi vardı. İçindeki tarihi camiler ve göl, kemerli taş yapılarla çevriliydi. Bu havaya bir de onca efsane ekleyin...


-Söylenceyi tam olarak anlatsana baba.

-Şimdi mi? Hadi önce gezelim.


Babam mutlu olsun diye sormuştum. Aslında bütün efsaneyi okumuştum, hem de birkaç yerden.


Gölün kıyısına ulaştığımızda suda bir şakırtı koptu, bir kaynama oldu. Binlerce balık ağızları açık bizi karşıladı. BU doymak nedir bilmeyen aç ordu ne yana yürürsek peşimizden son hızla büyük deniz dalgalarının sesiyle yüzüyorlardı. Arada bir kenarda satılan balık yemlerinden atıldığında, günlerdir aç kalmışçasına birbiri üstüne çıkarak yemleri kapışıyorlardı. Alabalığı andıran bu balıklardan kimse yemediğinden sınırsız sayıda çoğalmışlardı. Şimdi fazla geldikleri gölde birbirine sürtünmekten her bir yanları yara bere içinde kalmıştı.


Öylece dolaştık durduk, babam kendi düşüyle gördüğü yer arasında benzerlikler kurmaya çalışıyordu:


-Nemrut şu tepedeki mancınıklardan attırmış İbrahim'i aşağı. Buraya, şu gölün olduğu yere de ateşi yakmışlar. İbrahim düşünce ateş suya dönmüş, odunlar da balığa... O'nun atıldığını gören Ayn Zeliha adlı yakını da kendini aşağı atmış. O'nun düştüğü yerde de şu küçük göl oluşmuş.


-Sonra ne oldu baba, İbrahim kurtulunca?

-Çok uzun öykü. Şöyle söyleyeyim, İbrahim bütün peygamberlerin babası sayılır. Bizim peygamberimiz Muhammet bile O'nun soyundan gelir. Buradan kurtulunca önce Harran'a gitmiş. Yanında amcası Harran'ın oğlu olan Lut peygamber de varmış. Yolda akrabası Sara Hatunla evlenmiş. Ardından Halep ve sonra Filistin'e...Orada yaşayan Lut Kavimi azınca, Tanrı onları cezalandırmak için büyük bir felaket yaratıp hepsini yok etmiş. İbrahim de karısıyla Mısır'a gitmiş. O zamana değin hiç çocuğu olmayan İbrahim, Sara'nın izniyle Firavunun hediye ettiği Hacer adlı cariye ile evlenmiş. Ondan bir çocuğu olmuş, o zaman doksan yaşlarındaymış. Çok sonraları da yaşlı Sara'dan diğer oğulları İshak doğmuş. Sonra da , çocuğunu ve Hacer'i bu günkü Mekke'nin olduğu yere bırakıp gitmiş. Söylenceye göre, tamamen çöl olan yerde İsmail susuzluktan bunalır. Ayaklarını yere vurarak bu günkü zemzem suyunu çıkartır ve böylece kurtulurlar.


Başlangıçta İbrahim Peygamber, ilerde bir çocuğum olursa onu Tanrıya kurban edeceğim diye söz vermiş. Günü gelince İsmail'i kurban etmek için geri dönmüş. Tanrı o zaman bir koç gönderip İsmail'i kurtarmış. Bugünkü kurban geleneği bu söylenceye dayandırılır.


-İyi de baba, Harran nerde? Lut Gölü Filistin'de, Kâbe Arabistan'da? O dönemin koşullarında onca yeri nasıl dolaşmışlar, buna ömür yeter mi?

-Çok uzun yaşadığı anlatılır, kimi söylencelere göre iki yüz yıl.

-Peki Nemrut kim?

-O devirde bu yörenin hükümdarı.

-İbrahim'e niye kızmış?

-İbrahim put tapan Nemrut'a karşı çıkmış, tek Tanrıyı savunmuş, putları kırmış.

-İbrahim Müslüman mıymış yani?

-Hayır ama tek Tanrıya inanıyor. Bu öyküler hemen hemen bütün kutsal kitaplarda aynen geçer. Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa Beni İsrail Kavmindendir. Daha önemlisi Hz. Muhammet, Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'in soyundan gelir. Diğer peygamberlerin hepsi de, Sara'dan doğma İshak soyundan... Yani bu öykü insanlık tarihi kadar eski.


İyice şaşırmıştım. Bütün insanlar kardeşti, hepsi aynı kaynaktan geliyordu. O zaman neden o kadar birbirinden nefret etmişler birbirini öldürmüşler yüzyıllarca?


Bir binanın önündeydik. Peşimizden koşan balıklar geride kalmıştı. Duvara asılı bir levhada 'Hz. İbrahim Mağarası' yazıyordu. Kapısında bir gişe vardı ve biletle girilebiliyordu.

-Burada mı yaşadı İbrahim? diye sordum babama.

-Hayır. Bir söylentiye göre Nemrut, halkından bir çocuğun kendini öldüreceğini öğrenince bütün çocukları öldürmeye kalkar. İşte annesi o zaman İbrahim'i buraya saklar. Bir başka söylentiye göre de İbrahim'i yakmaya karar veren Nemrut O'nu buraya hapseder ve aç susuz bırakır. O zaman ortaya çıkan bir suyu içen İbrahim yaşamını sürdürür. Su hâlâ akıyor.

-Çok etkileyici bir öykü, dedim, hiçbir unsuru da eksik değil.

-Gücü nerede biliyor musun? dedi babam. Bu yöre binlerce yıl kavimlerin uğrak kapısı olmuş. Arabistan'a kadar olan yörede yaşayan milyonlarca insan var. Onlarla bir gelip geçen ırkların, inanışların, düşüncelerin ortaklaşa yarattığı müthiş öyküler bunlar. Binlerce yılda oluşmuş, kusuru olması olanaksız öyküler. Urfa bir ara, yani Hristiyan olduğu yüzyıllar boyunca Süryanilerin edebiyat merkezi olmuş.


Kaleye çıkmak istedik. Tepenin altından burçlara değin tırmanan, parayla girilebilen bir tünel vardı. Tam girecektik ki yine nereden çıktığı belli olmayan yığınla çocuk çevremizi aldı. Yörenin tarihini anlatmak istiyorlardı.


-Bunlarla uğraşılmaz, dedi babam, dönelim.

-Son bir soru, dedim babama, Nemrut ne oldu?

-Ne olacak bir sinek tarafından yok edildi.

-Bir sinek mi?

-Evet Tanrıya karşı gelince, Tanrı da ona ceza olarak bir sinek gönderdi. Sinek burnundan beynine girdi, kemirmeye başladı. Ağrısını kesmek, sineği öldürmek için başını keçe tokmaklarla dövdüren Nemrut deliriyordu. Sonunda bu işten bıkan adamlarından biri keçe külah yerine demir tokmak kullanınca ''vur ha'' ''vur ha'' diye bağıran Nemrut'u öldürdü. Böylece onun ''urha'' bağırışı da zamanla Urfa oldu.

-İyi de baba sen eski adının Edassa olduğunu söylemiştin?

-Dedim doğru da, o tarih, bilim. Bu ise halkın bilimi. Ben olsam halkın bilimini çok tartışmazdım. Hadi yemek yiyelim.


Güler yüzlü insanların hizmet ettiği bir lokantada yemeğimizi yedik. Daha önce yaşadığımız deneyden dolayı yöresel yemeklere pek ilgi göstermiyorduk ama çok da iştah açıcıydılar. O güler yüze karşılık hesap oldukça yüklüydü. Yemek sonrası gelen çayların paralarını bile eklemişlerdi. Ardından çarşıyı gezdik. Esnaf gerçekten abartılı bir güler yüzlülükle müşteri peşindeydi. Bize rehberlik etmek isteyen birkaç kişinin elinden güçlükle kurtulduk.


Grupla buluşacak olduğumuz yere gittik. Otobüse doluşup otele döndük. O arada Betül ablayla selamlaştık. Annesini de gördüm. Yüzü kara sarı bir renkteydi ve ağlar gibiydi.


Annemin kulağına eğilip:

-O kadın çok kötü hasta, dedim.

Annem dönüp görmeye çalıştı.

-Yedikleri dokunmuştur, dedi. Bize olduğu gibi...düzelir.


Oysa korkunç bir olay bizi bekliyordu.

...

EFSANE, Şenol YAZICI, Gençlik Roman, ADA KİTAP / ATP yayın dağıtım, CAĞALOĞLU , İSTANBUL, 2009


*

Ekleyen: Zeliha Aydoğmuş

24.12.2021

75 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/706
bottom of page