top of page
Yazarın fotoğrafıNiyazi UYAR

DEDİŞKOM

Niyazi UYAR

*

Bazı kasımlarda yazdan kalma günler yaşanırken Salihli’de, bir bakarsınız kışı aratmayan günlere şahit olursunuz. Bozdağ’ın sisli havası şehrin üstüne çökmeye görsün, sık olmasa da arada yağan tipisiyle iliklerinize kadar üşürsünüz. Bu yılda öyle oldu, insanı donduran, yüzüne kırbaç gibi şaklayan rüzgâr canını acıtır.


Kasımlar nedendir bilinmez, öteden beri içimi karartır, ruhumu kasavetlendirir. Ağaç yapraklarının bakır rengine dönmesi, romantiklere haz verirken benim ruhumu daraltır. Sarının halka halka tonları, altın sarısından, civciv sarısına, civciv sarısından kahverengiye dönüşürken, dalından kopan her yaprak, yuvadan uçan kuşlar misali, rüzgârın önünde oradan oraya savrulur gider.


ElaDeniz’in dedesi için On Kasımların ruhu bir başkadır, o gün içine bir keder çökerken, gururu katlandıkça katlanır. O, Atasının adını her duyduğunda, resmini her gördüğünde minnettarlığını dile getirir.


“Kızım yarın, Atatürk’ü ziyarete gideceğiz, anıta çiçek bırakacağız!”

“İkimiz mi gideceğiz Dedişkom?”

“He ya ikimiz, memnun olmadın mı?”

“Olmam mı Dedişkom?”

“Annemle, Demir’i de götürsek!”

“Onları seneye götürelim!”

“Tamam!”

“Anlaştık, onları seneye götüreceğiz!”

“Dedişkom benim, seni çok seviyorum!”

“Ben de seni çok seviyorum Kekliğim!”


O gece erken yattı ElaDeniz, aslında erken yatmak onun kitabında yoktu, çünkü uykuda geçen zaman boşa geçen zamanmış, “artık yatmalısın ElaDeniz diyenlere böyle derdi. O akşam ilk oldu, kimse “yat,” demeden, odasına geçip az sonra da uykuya daldı.


O sabah herkes erken kalktı, dedesi ile ElaDeniz, az bir şeyler atıştırıp evden çıkmaları gerekiyordu. Dedesi giiyinmiş, kravatını takmıştı. ElaDeniz, renkleri seçmeye başladığı günden beri pembe renge tutkundu, giysileri, oyuncakları pembeydi. Pembe montunu giydi, birlikte, el ele Hükümet Konağı’nın karşısında bulunan Atatürk Anıtı’na doğru yürüdüler. Aynı yöne giden başka insanlar da vardı. Çoğunun On Kasım Törenine gittiği her haliyle belliydi.


Yol boyunca sıralanan dükkânların birkaçı kapalı iken, bazısı açık, ya da yeni yeni açılıyordu. Dükkânlarını açanlar, yeni bir güne başlamanın rutini ile büyük kurtarıcının ebediyete intikalinin hüznü ile başlıyordu güne. Sabahın erkenci geri dönüşüm işçileri çoktan başlamışlardı işlerine. Onları hiçbir zaman sevmeyen sokak köpekleri de peşlerine takılmış havlayıp duruyordu boyuna.


“Dedişkom, dedi ElaDeniz, " bu ağabeyler ne yapıyor böyle arabalarıyla?”

“Onlar geri dönüşüm işçileri, bizim işe yaramaz diye attığımız eşyaları, toplayıp çocukları için para kazanıyorlar!”

“O nasıl bir şey Dedişkom?”

“Onu sonra anlatsam Kekliğim!”

“Anlatacaksın ama!”

“Söz anlatacağım!”


Dede torun yol boyu sohbet ede ede Atatürk Anıtına gelmişlerdi. Anıtın çevresine dizilmiş, öğrenciler, bando takımı, askeri merasim bölüğü, Atatürk sevdalı halk ve resmi zevat, biraz sonra başlayacak tören için yerlerini almıştı. Dede torun, kalabalığı yara yara anıta epey yaklaşmıştı.

Birden çalan siren sesiyle, herkes büyük bir huşu içinde saygı duruşuna geçti. O anda, hareket halindeki bütün araçlar, yürüyüp giden insanlar durdu, az önce hafiften esen esinti de durdu, az önce klaksona basan sürücüler, arabalarından inmişti, az önce Dedişkom, seni çok seviyorum diyen ElaDeniz de susmuş saygı duruşuna geçmişti. Az önceki tören telaşı içindeki bando put kesilerek esas duruşa geçmişti. Az önce kendi aralarında küçük harflerle sohbet eden resmi zevat da susmuş, saygı duruşuna geçmişti… Salihli Lisesi çevresindeki apartman sakinleri, evlerinin balkonuna çıkmış, yürekleri buruk, başları dik günün maneviyatına ortak olmuştu…


Ülkenin her yerleşim yerinde, gün, sosyal yaşam, iki dakikalığına, Atasına olan minnetini tam saat dokuzu beş geçe saygı duruşuna geçerek ifade etmişti.


ElaDeniz saygı duruşundan sonra dedesinin yanından ayrılıp ağır adımlarla Atatürk anıtına doğru yürümeye başladı. Bu anıt, anıtların en ihtişamlarındandı. Asker kıyafetli Mustafa Kemal, atın üstündeki duruşuyla, işgal kuvvetlerini yurttan kovan büyük kurtarıcı, her haliyle tepeden tırnağa asalet, her haliyle tepeden tırnağa güven, ulusuna bağımsızlığa kavuşturmuş bir gurur abidesi… Sağ elinin işaret parmağı ile uzakları, muasır dünyayı işaret ediyor, “yeriniz orası, durmayın diyordu,” adeta!


ElaDeniz’in anıta doğru yürüdüğünü gören takım elbiseli, fötr şapkalı, eli bastonlu yaşlı biri:

“Merhaba güzel kız!”

“Merhaba!”

Ben İlyas, İlyas öğretmen!”

“Ben de ElaDeniz!”

“Ne güzel bir adın varmış senin, çok beğendim!"

“Evet, adımı çok seviyorum!”

“Bu güzel adı kim vermiş sana?”

“Annemle babam vermiştir herhalde, bilmiyorum!”

“Çok sevindim, haydi Atamıza çiçeklerimizi birlikte sunalım!”


Seksenlik İlyas Öğretmen Atasına doğru yürürken birden yirmilik bir delikanlı gibi başı dik, onurlu bu Cumhuriyet öğretmeni olmuştu. İlyas Öğretmen, ElaDeniz’in elinden tutmuş birlikte yürümeye başladılar.


İlyas Öğretmen,“On Kasımlarda Anıtkabir’i ziyaret edemiyorum, bari meydana gidip ona minnettarlığımı ifade edeyim derdi… Her daim titiz giyinen İlyas öğretmen, On Kasımlarda takım elbisesini giyerdi muhakkak! Kızılçullu Köy Enstitüsü mezunu İlyas öğretmen, cumhuriyet değerlerine yürekten bağlı ödünsüz bir eğitim neferiydi.


İlyas öğretmenle yürüyen ElaDeniz,

“Durun bir dakika dedemi de çağırayım!”

“Dedişkom, sen de gel!”

ElaDeniz’in dedesine doğru başını çeviren İlyas Öğretmen,

“Buyurun birlikte …”


ElaDeniz, dedesi, İlyas Öğretmen Atalarına çiçeklerini sunmak için başları önlerinde, derin bir özlemle yürüdüler. Üç nesil bir arada gururla yürüyordu.

...

Tören bitmiş, resmi zevat alandan ayrılmış, araçlarına doğru yürümeye başlamıştı.

Üç kişinin Anıta doğru ellerindeki çiçekleri bırakıp sonra da saygı duruşunda bulunmaları görenleri çok duygulanmıştı. Topluluğun anıta dönüp derin sessizlik içinde olduğunu gören resmi zevat da onları izlemeye başlamıştı.


Çiçeklerini Atalarına sunan ElaDeniz, dedesi, İlyas Öğretmen, anıtın karşına durdular. O anda üçü de duygulanmış saygı ifade eden duruşları uzamıştı. Onları, resmi zevatın da izlediğini gören okul yöneticileri, öğrenciler, herkes onları izliyordu. Bu duygusal manzara kimilerini o kadar çok etkilemiş olacak ki bazılarının gözleri yaşardı. Protokol de onlara doğru gelip takdirlerini gösterdi. İlçe kaymakamının heyecanı şahikaya çıkmış olacak ki önce ElaDeniz’i öpüp kucakladı, sonra dedenin, İlyas öğretmenin elini sıktı.


Genç Kaymakam, cumhuriyet kazanımlarını çok iyi anlamış, akıllı bir bürokrattı.

“Teşekkür ederim, göğsümü kabarttınız, çok mutlu oldum. Vaktiniz varsa, sizlerle tanışmak sohbet etmek isterim; gelirseniz çok sevinirim. Ne dersin güzel kız, vaktin var mı?”

“Ben bilmem, dedem bilir, o tamam derse bence fark etmez!”

“Asıl biz teşekkür ederiz dedi İlyas Öğretmen, bendeki mutluluğu, sevinci anlatmaya kelimelerin gücü yetmez! Ben İlyas öğretmen, köy enstitülü İlyas derler bana!”

“Ben ElaDeniz’in dedesi!”

“Ben ElaDeniz,” dedi ElaDeniz.

Üç güzel insan birbirlerine bakıp “çok seviniriz,” deyip daveti kabul ettiler.


Harika bir güne tanıklık etmişler, bu harika günde ElaDeniz’le İlyas öğretmen arkadaş olmuştu. Genç kaymakam ElaDeniz’e kitaplar armağan etmiş, okumaya başladığında kaymakam amcanı hatırlarsın,” demişti.


Genç kaymakam, sadece ElaDeniz’in, İlyas Öğretmen’in gönlünü fethetmemiş, herkesin gönlünü kazanmıştı.


Salihli o günden sonra genç kaymakama karşı, sınırsız bir saygı beslemeye başladı. Bu genç kaymakam insanların görmek istediği ideal bir yöneticiydi.

Genç kaymakam,


“Bir ihtiyacınız olursa unutmayın her daim açıktır kapım, çekinmeden gelin. Hepinize tekrar tekrar teşekkür ederim,” diyerek uğurlamıştı.

“Dedişkom, seni çok seviyorum, Dedişkom benim!”

“Ben de seni çok seviyorum Kekliğim!”

“Ara sıra gezmeye çıkalım Dedişkom!”

“Çıkalım Kekliğim, ne zaman istersen!”

“Dedişkom benim, canım benim, Kekliğim benim deyip sarıla sarıla eve doğru yürüdü dede torun!


Gün epeyce ilerlemiş, gün öğle yerine varmıştı neredeyse babamın ifadesiyle şeyler gibi yatıyordum. Aslında hiç bu saate kadar uyumazdım, beş gündür doğru dürüst uyuyamıyor delik deşik oluyordu uykum. Bu sırada eşim, başucuma gelmiş, beni izliyormuş.

“Durmadan konuştun kendi kendine, hangi dilde konuştun bilemedim, konuştuklarının bir kelimesini anlamadım, rüyan çok verimliydi herhalde?”


“Evet evet harika bir rüya gördüm. Hani derler ya, “ rüyamda uçtum,” benim rüyam, uçmaktan daha güzeldi, Türkiye gibiydi, kahvaltıda anlatırım!”

“Haydi o zaman çoktan hazır kahvaltı, haydi hop!”

“Haydi hop!”

Etiketler:

39 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/706
bottom of page