top of page
1/2

Dağın Efendisi

Güncelleme tarihi: 21 Ağu









HASAN SABBAH

*

 
"
...Halife Müstansır'ın ölümünün ardından yerine diğer oğlu Müsta'li-Billah geçer. Sabbah bu durumu kabul etmeyerek diğer oğlu Nizar'ı destekler ve adına hutbe okutur. İsmaililer'in Müstaliyye ve Nizariyye olarak ikiye ayrılmasıyla Sabbah Alamut'ta Nizariler'in lideri konumuna geldi ve Fatımîler ile ilişkilerini koparır.
MÜRİTLERİN EĞİTİM ALMASI YASAKTI
Nizariler'i Fatımîler'den ayıran en önemli fark Nizariler'e düşman olanların fedailer tarafından öldürülmesinin dini bir vazife olarak kabul edilmesidir. Ayrıca müritlerinin eğitim almasını özellikle yasaklayarak cahil kalmalarını sağlar. Müritlerine cenneti vadediyor ve cennetteki mutluluğu dünyada hissetmeleri için onlara haşhaş içiriyordu ve bu şekilde emirlerini koşulsuz yerine getiren fedailer haline geliyorlardı.
"

(Farsça: حسن صباح; d. Kum, İran – ö. 23 Mayıs 1124, Alamut Kalesi), Nizârî-İsmaili Devleti'nin ve Haşhaşî fedai tarikatının kurucusu ve ilk lideridir. Şii mezhebine bağlı olan İsmaililik alt mezhebindendir

Aynı zamanda Suikastçılar (Farsça, Haşhaşin) olarak bilinen ve özel olarak eğitilmiş bir grup casustan oluşan istihbarat ekibinin de kurucusuydu. Alamut adında bir dağ kalesini ele geçirdiği için Marco Polo'dan beri Batı'da Dağın Yaşlı Adamı olarak bilinir. Hayatı boyunca birçok akademik konuyla uğraşmıştır. Dini ve askeri liderliğin yanı sıra matematik (özellikle geometri), astronomi ve felsefe (özellikle epistemoloji) konularında deneyimliydi











-Hasan Sabbah, kurduğu tarikatın suikaste dayanan farklı askerî taktikleri ve 34 yıl boyunca dışına çıkmadan yaşadığı rivayet edilen Alamut Kalesi ile tanınmaktadır.-


-19. yyda yapıldığı sanılan temsili bir resmi-


YAŞAMI

1046-1047 veya 1053-1054 yıllarında On iki İmam Şiiliği'nin önemli bir merkezi olan Kum kentinde doğduğu rivayet edilir. Hasan Sabbah, hayatını anlattığı Sergüzeşt-i Seyyidina adlı eserinde Arabistan'da kurulmuş olan Himyerî Krallığı'nın soyundan geldiğini ve babasının Yemen'den Kufe'ye, oradan da Kum şehrine göç ettiğini belirtmektedir. Babası Ali bin Muhammed, On iki İmam Şiiliğinin önemli isimlerinden birisiydi. Oğlu Hasan'ın felsefe, kelâm, mantık, fıkıh ve matematik alanlarında iyi eğitim almasını sağladı.

İsmaili Mezhebiyle Tanışması ve Alamut Kalesi Öncesi Faaliyetleri

Din âlimi olmak isteyen Sabbah, tahsilini devam ettirmek için Rey şehrine gitti. 17 yaşına kadar bağlı kaldığı On iki İmam Şiiliği'nden, karşılaştığı Fatımî daisinin etkisiyle İsmaililik mezhebine geçiş yaptı. Sabbah'taki yeteneği fark eden Irak bölgesi başdaisi Abd'ûl-Melik İbn Attaş, kendisine Fatımî halifesi olan Müstansır'ın yanına gitmesini ve Darülhikme'de İsmaili mezhebi hakkında eğitim almasını tavsiye etti. İsfahan civarında iki yıl İbn Attaş'ın vekili olarak davette bulunduktan sonra Azerbaycan, Musul, Sincar, Rahbe, Şam, Sayda, Sur ve Akka üzerinden 1078 yılında Kahire'ye ulaştı. Burada başdai Ebu Davud tarafından karşılandı ve Halife Müstansır ile görüştü, onun ilgi ve alakasına mazhar oldu. Halife, kendisini vekil olarak seçti ve ileride Horasan bölgesinde dailik yapmasını istedi.

.

Hasan Sabbah, Halife Müstansır'dan sonra hilâfet makamına veliaht Nizar'ın geçmesini isterken, vezir ve başkumandan Bedr el-Cemâli ise Ahmed el-Müsta'li'nin geçmesini istiyordu.

Hasan Sabbah'ın muhalefetiyle karşılaşan el-Cemâli, Sabbah'ı önce hapse attı, ardından da ülkeden sürdü veya diğer bir rivayete göre Sabbah Mısır'dan kaçtı ve 1081 yılında İsfahan'a ulaştı. 9 yıl boyunca İran'ı baştan sona dolaşarak Bâtınîliğin propagandasını yaptı. İran'ın kuzeyine yöneldi. Özellikle Deylem bölgesi ile ilgilendi. Bu bölge İslam'ı zorla kabul etmeyen, toprakları zor fethedilen, savaşçı ve eski geleneğe bağlı yerli bir halkın kontrolündeydi. Bu propagandadan çok etkilenen Gilan, Mazenderan bölgelerinde 3 yıl boyunca çalışarak dağlardaki savaşçıları ve gönderdiği dailer sayesinde bölge halkını yanına çekti.

Sabbah'ın faaliyetlerini izleyen Selçuklu veziri Nizâmülmülk, Sabbah'ın yakalanması için emir verdi. Bunun üzerine Hasan, Kazvin'e kaçtı. Burada Alamut Kalesi'ni karargâhı olarak seçerek Nizârî-İsmaili Devleti'ni 4 Eylül 1090 tarihinde kurdu.


Alamut Kalesi Dönemi

Sonunda Hasan Sabbah, İran'ın Kazvin kentinin Elburz Dağları'ndaki Alamut Kalesi'nde karar kıldı. Kale, geniş bir vadiye egemen konumdaki büyük bir kayalık üzerine inşa edilmişti. Yaklaşık iki bin metre yükseklikteki bu kale, kayanın tabanının yüzlerce metre üzerinde, yalnızca sarp ve dolambaçlı bir patikadan çıkılabilen bir yerde bulunmaktaydı.

Rivayete göre kale, Deylem krallarından biri tarafından inşa edilmişti. Elbruz Dağları'nı kendi denetimi altına almak isteyen bir kral; eğitimli kartalını salmış, kartal ise bu kayalığa konmuş ve kral da böylece kalenin yapımına başlanmasını istemişti. Ve kaleye "kartalın öğretisi" anlamına gelen "Aluh Amut" ismi verilmiştir.

Alamut Kalesi'ne yerleştikten sonra kaleyi ele geçirilmeyecek ve kuşatmalara dayanacak bir şekilde tahkim ettirdi ve yiyeceklerin uzun süre bozulmaması için depolar yaptırdı. Bundan sonra Alamut'un askerî ve idari merkezi oldu. Halife Müstansır'ın ölümünün ardından yerine Sabbah'ın muhalif olduğu diğer oğlu Müsta'li-Billah geçti. Sabbah bu durumu kabul etmeyerek Nizar'ı destekledi ve adına hutbe okuttu. İsmaililer'in Müstaliyye ve Nizariyye olarak ikiye ayrılmasıyla Sabbah, Alamut'ta Nizariler'in lideri konumuna geldi ve Fatımîler'le ilişkilerini bütünüyle kesti.

Nizariler'i Fatımîler'den ayıran en önemli fark, Nizariler'e düşman olanların fedailer tarafından öldürülmesinin dinî bir vazife olarak kabul edilmesidir.


Kimliği

Büyük Selçuklu veziri Nizâmülmülk, daha 1090 yılına gelinmeden Hasan Sabbah'ın tutuklanması için gerekli emirleri çıkartmıştı. Bu nedenle de Hasan Sabbah, Alamut Kalesi'nden yaklaşık 60 km uzaklıktaki Kazvin'de gizlenmekteydi. Buradan kalenin zaptedilmesi ile alâkalı bir takım planlar hazırlamaktaydı. Hasan Sabbah, özel olarak daha önceden görevlendirdiği Hasan el-Ka’ini adındaki casusu aracılığıyla kaledeki muhafızların çoğunu İsmâil’îyye mezhebine döndürmeyi başarmıştı. Bu mühtedilerin tamamını ortadan kaldırmayı planlayan Mehdi, önce kendisini Hasan Sabbah’ın Dâvah hareketini kabullenir ve destekler gösterdi. Bu arada Kazvin'den gönderdiği bir başka dâî aracılığı ile Hasan Sabbah, kalede bulunan taraftarlarının sayısını iyice artırmayı başarmıştı.

4 Eylül 1090 tarihinde gizlice kaleye giren Hasan Sabbah, kendisini Dihkhudâ ismiyle tanıtarak bir süre burada yaşadı. Mehdi durumu anladığında ise kaledeki muhafızların tamamına yakını İsmâ‘îl’iyye mezhebini kabullenmişler ve Mehdi'yi tamamen kendisini savunamayacak bir duruma düşürmüşlerdi.



Alamût Kalesi'nin Teslim Alınması

Hasan bin Sabbah tarafından kale Zeydî Mehdi'ye üç bin altın Dinar ödenmek suretiyle teslim alındı. Ödeme İsmaili Dâvah hareketine gönül vermiş "Muzaffer Reis" ismindeki bir Selçuklu subayı tarafından gerçekleştirildi. Kalenin bu şekilde Mehdi'den alınması sırasında ise hiçbir vahşet gerçekleşmemiş oldu.


Hasan Sabbah, Alamut'a yerleştikten sonra 34 yıl boyunca buradan hiç ayrılmamıştır. Rivayetlere göre Alamut'taki kendi odasından bile sadece birkaç kez çıkmıştır. Alamut ele geçirildikten sonra civardaki kaleler ve kasabalar üzerinde de denetim sağlandı. Alamut kalesine yönelik ilk saldırılar 1090 yılında Bölge kendisine ikta olarak verilmiş Selçuklu Emiri Yuruntaş tarafından gerçekleştirilmiştir saldırılar Nizarileri zor durumda bırakmıştır zira daha kale yeni ele geçirilmişti ve depolardaki erzak azdı. Garnizon kaleyi terk etmeyi bile düşündü ama Hasan Sabbah Fatimi Halifesi İmam el-Mustansır tarafından gönderildiğini iddia ettiği sahte bir mektubu müritlerine okuyarak kuşatmaya direnmelerini sağladı. Saldırılar sürerken Yuruntaş öldü saldırılar sona erdi. Saldırılar Nizarilere ağır kayıplar verdirmişse de kale alınamamıştır. 1092 yılında Nizamülmülk Sultan Melikşahı ikna ederek Alamut kalesini ele geçirmesi için bir ordu hazırlattı. Emir Arslantaş komutasındaki Selçuklu ordusu aylarca kaleyi kuşattı ancak kale alınamadı. Nizariler Rudbar halkının yardımı ile bir huruc hareketi yaparak Selçuklu ordusunu püskürttü. Emir Kızıl sarık komutasındaki bir başka ordu Darah kalesini kuşattığı sırada Melikşah öldü. Ordu kuşatmaya son verdi. Hasan Sabbah ve fedaileri bu kuşatmaları düzenleyen ve destekleyen kişilere intikam amacıyla suikastlar gerçekleştirdi. Hasan Sabbah döneminde elliye yakın suikast gerçekleştirmiştir. Bunların en önemlisi ve ilki Nizamülmülk'ün öldürülmesidir. Nizamülmülk başka saldırı planları yaptığı sıralarda suikaste kurban gitti. Diğerleri ise Selçuklu üst düzey devlet görevlileri ve Abbasi din adamlarına yönelik suikastlerdir. Suikastı yapan haşhaşinin adı Alamut'taki şeref listesine yazılırdı.

Nizamülmülk'ün öldürülmesi ve ardından Melikşah'ın ölümü sonrasında Sencer, Berkyaruk ve Muhammed Tapar arasında taht kavgaları başlamış ve Selçuklular gerilemeye başlamıştır. Hasan Sabbah Selçuklu sarayındaki taht kavgalarını kendi lehine kullanmıştır. Ayrıca Hasan Sabbah döneminde başka önemli kaleler de ele geçirilmiştir.



Hasan Sabbah Nizamülmülk'ün öldürülmesini şu şekilde yorumlamıştır: "Bu şeytanın öldürülmesi mutluluğun başlangıcıdır"

Hasan Sabbah imam olduğunu iddia etmemiştir. Sadece imamın bir temsilcisi olduğunu söylemiştir.


Hasan Sabbah döneminin en ilginç olaylarından biri de büyük Sünni tarihçi Alâeddin Atâ Melik Cüveynî'nin aktardığı olaydır. Cüveynî'ye göre Muhammed Tapar'ın ölümünden sonra tahta geçen Sencer'e barış elçileri gönderen Hasan Sabbah, tekliflerin kabul edilmemesi nedeniyle saraydan birilerini yanına çekerek sultanın başucuna bir hançer saplanmasını sağlamıştır. Ayıldığında büyük paniğe kapılan Sultan olayı gizli tutmaya çalışmış ancak olayın hemen ardından bir elçiyle gelen mesajda Hasan Sabbah,
Ben istemez miydim ki o hançer sert taşa değil de sultanın yumuşacık göğsüne saplansın.
demiştir.

Bu olaydan sonra İsmaililer, Sencer döneminde oldukça rahatlamıştır.


Hasan Sabbah'ın Yazarlığı

Hasan Sabbah bir yazardı da. Sünni yazarlar eserlerinden iki parçayı, bir otobiyografik metni ve bir ilahiyat risalesini muhafaza etmişlerdi. Hayatını anlattığı kitabın adı Sergi’ızeşt-i Seyyidinâ’dır. Tarihçi Ata Melik Cüveyni Moğollar Alamut kütüphanesini yakmadan önce kitabı kütüphaneden almıştır.

Ölümü:


Mayıs 1124'te hastalanıp yatağa düşen Hasan Sabbah, ölümünün yaklaştığını düşünerek halefi olması için Lemeser Kalesi komutanı Kiya Buzrug Ummid'i seçti. Ebu Ali'yi, Kasranlı Adem'in Oğlu Hasan'ı ve ordularının komutanı Kiya Ebu Cafer'i de önüne oturtarak onlara imamın gelip devletin başına geçeceği güne dek Kiya Buzrug Ummid'in liderliğinde uyum içinde çalışmalarını emretti ve 23 Mayıs 1124 Cuma günü öldü.


BİR EFSANE

1046-47 veya 1053-54 yıllarında 12 İmam Şiiliği'nin önemli bir merkezi olan İran'ın Kum kentinde dünyaya geldiği söylenen Sabbah'ın tam doğum tarihi bilinmiyor. Zamanın önde gelen okulllarında okuma şansı bulmuştur. Ailesiyle birlikte Rey şehrine gittiğinde burada Şii inancının önderleriyle temas etmiş ve Şiiliği benimsemiştir. Dini çalışmalarını geliştirmek için Fatimilerin hakim olduğu Kahire'ye gitmiştir.

İran'a döndüğünde Selçuklu Türk sarayında yüksek bir memuriyetle işe başlayacaktır. Ünlü yönetici Nizamülmülk’ün emrinde çalışmaya başlayacaktır. Bu aşamadan sonra hayat hikayesinde belirsizlik başlar.


Bazı iddialara göre Nizamülmülk, Ömer Hayyam ve Hasan Sabbah birlikte aynı dönemlerde öğrencidirler ve kim hayatta en çabuk yükselirse diğerlerine yardım edecektir. Doğum tarihlerine bakınca olanaksız gözüken bu sav kurgu yazarlarının daha çok tercih ettiğidir. Amin Maalouf Semerkant adlı romanını bu efsane üzerine kurmuştur.

Bu efsanenin doğruluğuna dair bir bilgi bulunmamaktadır. Kesin olarak bilenen ise Hasan Sabbah’ın yoğun dini çalışmalarından sonra örgütlenmeye başladığı ve Alamut kalesini ele geçirip burada üslendiğidir.


HAŞHAŞİLER KİMDİR?

Hasan Sabbah'ın suikastçilerine verilen addır.
Tarih kaynaklarına göre, Haşhaşiler, 1090 yılının eylül ayında İsmaili din adamı Hasan Sabbah tarafından kurulmuş dini tarikat ve siyasi bir örgüttür. 'Haşhaşiyun' olarak da bilinmektedir.
İnsanlık tarihinin en gizemli adamı Hasan Sabbah tarafından siyasi-askeri figürlere yönelik suikastlarıyla devlet yönetimlerini dizayn etmeye çalışmışlardı. Bugünkü İran, Irak ve Suriye topraklarında yaygındı.
Kuşatılması ve ele geçirilmesi güç kaleler temelinde örgütlenmiş olan Haşhaşin Tarikatı önemli kişilere yönelik suikastlere dayanan etkili bir askeri strateji geliştirerek Orta Çağ İslam dünyasında çok farklı bir güç olarak ortaya çıktı.
Topluluk, suikastleriyle tanınırken, iddialara göre suikastlerden önce kendilerinden geçmek için içtikleri haşhaştan isimlerini almışlardır. Topluluğun, Büyük Selçuklu Devleti zamanında terör estirip, pek çok üst düzey devlet adamını ve Abbasi soyunu öldürdüğü biliniyor.


 



DERLEME,TASARIM: Aycan AYTORE

Kaynak: İnternet

32 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

BARIŞ

Comments


1/678
bottom of page