top of page
Yazarın fotoğrafıŞenol YAZICI

Cumhuriyet

MERAKLISINA

Tarih içinde belli baslı yönetim biçimleri:


1.Mutlak Monarşi: Tek kişilik yönetim biçimidir.
Devleti yönetme yetkisi tek bir kişinin elinde olup, kişi bu yetkisini ömrünün sonuna kadar kullanır ve yönetim soyuna geçer. Osmanlı Devleti’nde bu yönetim biçimi uygulanmıştır.

2.Aristokrasi: İktidarın soylular sınıfının elinde olduğu bir yönetim biçimidir.
Ortaçağda Avrupa devletleri, bugün sembolik biçimde İngiltere buna örnektir.

3. Federasyon/ Konfederasyon:
Birden fazla devletin bir araya gelmek suretiyle dış politika konusunda tek bir siyasal güç oluşturmalarıyla birlikte iç işlerinde özerk olmalarıdır.
Almanya ve ABD gibi ülkelerde federal cumhuriyet yönetim biçimi uygulanmaktadır.

4.Komünizm:
Eşit ve sınıfsız bir toplum yaratma amacı taşıyan ve tüm malların ortak mülkiyetini savunan siyasi bir sistemdir. Günümüzde Çin Halk Cumhuriyeti örnek gösterilebilir.

5.Oligarşi:
Belli bir zümrenin, azınlığın yönetimi elinde bulundurduğu sistemdir.

6.Teokrasi
Devlet yönetiminden hukuk kurallarına kadar her alanda dine uygunluk aranır...

7. Totalimiz /Faşizm
Bireysel özgürlüklerin devlet tarafından ortadan kaldırıldığı bir sistemdir. Her şey devlet içindir ve halk devlet için vardır.Eski Nazi Almanyası örnek verilebilir.

8.Cumhuriyet:
Günümüzde dünyanın bir çok ülkesinde uygulanan Cumhuriyet halk egemenliğine dayanan bir yönetim şeklidir.
Yönetenler, halk oylarıyla belli bir süreliğine ve belli yetkilerle göreve gelir.

MERAKLISINA 2 : CUMHURİYETE ADIM ADIMTARİHİ SÜREÇ:

Osmanlı Devleti, 1876 yılına kadar mutlak monarşi ile yönetilmiştir. Bu dönemde padişahlık kurumu, halk üzerinde mutlak bir egemenlik sürdü. Tanzimat dönemiyle beraber, cumhuriyet düşüncesinden söz edilmeye başlanmışsa da Osmanlı aydınları meşrutiyetin kurulmasını yeterli gördüler; Osmanlı Devleti, 1876-1878 ve 1908-1918 yılları arasında meşruti monarşi ile yönetildi.


Osmanlı Devleti'nin yıkılması ile sonuçlanan I. Dünya Savaşı'nın ardından Mustafa Kemal Paşa önderliğinde başlatılan ulusal mücadelenin daha ilk yıllarından itibaren artık yönetimde halk iradesinin egemen olacağı ilan edildi. Erzurum Kongresi'nin ardından 23 Temmuz 1919 tarihinde yayımlanan bildirinin 3. maddesindeki "Ulusal Kuvvetleri etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak esastır" kararı bu anlayışın bir ifadesiydi.
Ulusal iradeyi somut olarak gösterecek meclis, İstanbul'un işgal edilip Mebusan Meclisi'nin dağıtılması üzerine, "Büyük Millet Meclisi" adıyla 23 Nisan 1920'de Ankara'da toplandı. Olağanüstü yetkilerle donatılmış 390 kişilik meclisin başkanı aynı zamanda hükûmet ve devlet başkanı olarak adlandırıldı.
Meclisin 20 Ocak 1921'de kabul ettiği ve bir anayasa niteliğinde olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu adlı yasa ile egemenliğin Türk ulusuna ait olduğu ilan edildi. Saltanat hükûmetinin kendini halâ Türk ulusunun temsilcisi saymasına karşı bir tepki olarak meclis, 1 Kasım 1922'de aldığı kararla saltanatı kaldırdı.
1 Kasım 1922'den itibaren artık saltanatın olmadığı ülke, meclis hükûmeti tarafından yönetilmekteydi. Bu hükûmet sisteminde her bakan meclis tarafından seçildiğinden uyumsuz kişilerin bir araya geldiği hükûmet biçimine yol açmaktaydı; ayrıca her bir bakanlık için uzun süren tartışmalar yaşanmaktaydı. Yeni Meclis seçildikten sonra kurulan İcra Vekilleri Heyeti'nin üyeleri bu şartlar altına çalışmanın güçlüklerinden şikayetçi idi. Hükûmetin zayıflığı, 23 Ekim'de net bir şekilde ortaya çıktı. Aynı zamanda Dahiliye Vekili olan İcra Vekilleri Heyeti Başkanı Fethi Bey, Dahiliye Vekilliğini Ferit Tek Bey'e bırakmak istemiş ancak meclis bunu kabul etmeyerek Erzincan milletvekili Sabit Bey'i seçmişti. TBMM ikinci başkanı Ali Fuat Bey de görevi bırakmak isteyip yerine Yusuf Kemal Bey'i aday göstermiş ancak meclis kabul etmeyerek Rauf Bey'i seçmiştir.
Bu durum üzerine Meclis Başkanı Mustafa Kemal, 25 Ekim 1923 akşamı hükûmeti Çankaya'da topladı. Toplantıda, Vekiller Heyeti'nin istifa etmesine ve yeni seçilecek Vekiller Heyeti'nde görev almamasına karar verildi. Böylece ülkeyi Cumhuriyet rejiminin ilanına götürecek bir hükûmet bunalımı oluşturuldu.

27 Ekim 1923'te Vekiller Heyeti'nin istifası TBMM'de okunduktan sonra, yeni bir vekiller heyeti kurma yolunda çalışmalar başladı. Muhalefetin yeni hükûmet kurma çabasında bir sonuç alınamadı. 28 Ekim'de Çankaya Köşkü'ndeki akşam yemeğinde İsmet Paşa, Fethi Bey, Kazım Paşa, Kemalettin Sami Paşa, Halit Paşa, Rize mebusu Fuat ve Afyon mebusu Ruşen Eşref Bey'i misafir olarak ağırlayan Mustafa Kemal Paşa, kabine bunalımından çıkma yolu üzerine görüştü ve misafirlerine "yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz" dedi. Yemekten sonra Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa birlikte kanun tasarısını hazırladı.

Mecliste 29 Ekim 1923 sabahı toplanan Halk Fırkası Grubu kabine değişikliği için görüşmelere başladı. Görüşmelerin çıkmaza girmesi üzerine Mustafa Kemal Paşa'nın meselenin halli için görevlendirilmesine karar verildi. Çözüm için bir saat izin isteyen Mustafa Kemal, bir saat sonra kürsüye çıkarak yönetim biçiminin Cumhuriyet olması halinde hükûmet bunalımlarının yaşanmayacağının, bunun için rejimin Cumhuriyet olarak tescil edilmesi ve yönetim biçiminin buna göre düzenlenmesi gerektiğini ifade etti ve anayasa değişikliği teklifini sundu. Fırka toplantısında yapılan konuşmaların ardından teklifin önce bütünü, sonra ayrı ayrı maddeleri okunarak kabul edildi.

Halk Fırkası Grubunun toplantısından hemen sonra meclis toplantısı açıldı. Meclis başka konularla meşgul okurken, teklif edilen kanun tasarısı Kanun-ı Esasî Encümeni tarafından usulen incelenip tutanağı hazırlandı. Biirçok konuşmacının "Yaşasın Cumhuriyet!" sesleriyle alkışlanan konuşmalarıyla kabul edildi. Ardından cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. 158 üyenin oybirliği ile Ankara Milletvekili Gazi Mustafa Kemal cumhurbaşkanı seçildi

Cumhuriyetin ilanı, hukuksal olarak İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29 Ekim 1923 günü gerçekleşen oturumunda Mustafa Kemal'in hazırladığı anayasa değişikliği teklifinin kabul edilmesiyle Türkiye Devleti'nin yönetim şeklinin cumhuriyet olarak belirlenmesidir.

Daha geniş anlamıyla cumhuriyetin ilanı; Türk toplumunu çağdaşlaştırmayı amaçlayan Türk devriminin bir parçasıdır, diğer yenileşme ve reformların da önünü açan bir siyasal inkılap hareketidir.

"29 Ekim 1339 (1923) tarih ve 364 sayılı Teşkilât-ı Esasîye Kanununun Bazı Mevaddının Tavzihan Tadiline Dair Kanun" ile 1921 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu'nun altı maddesinde (1, 2, 4, 10, 11 ve 12. maddeler) değişiklik yapılmış; birinci maddesi şu şekilde değiştirilmiştir:

"Hâkimiyet, bilâkaydü şart Milletindir. İdare usûlü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir. Türkiye Devletinin şekl-i Hükûmeti, Cumhuriyettir."
Anayasanın diğer maddelerinde yapılan değişiklikler ile cumhurbaşkanlığı makamı oluşturulmuş; Cumhurbaşkanının Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kendi üyeleri arasından seçileceği öngörülmüş; hükûmetin kuruluş usulü değiştirilmiştir. Hükûmetin kuruluş şeması bakımından meclis hükûmeti sisteminden vazgeçilerek parlamenter sisteme geçilmiştir.

*




CUMHURİYET

*

ŞENOL YAZICI

*


 

Monarşi; İmparatorluk, Padişahlık ve Cumhuriyet


İlk üç kavram, ilk duyumda, monarşiyle çağdaş yönetimi bir arada yaşama şansına ya da şanssızlığına sahip olmayanlar için soyut, içi boşaltıldığından kulağa bir çocuk masalından taşınmış gibi duruyor. Çocuklarımızın dünyadaki her ülkeyi, seçilmiş insanlarca yönetilen demokratik cumhuriyetler sanması şaşılacak bir olgu değil. Öyle ya, mademki, yönetimi söz konusu olan halktır, onun kendisini yönetmesinden doğal ne olabilir? Çağdaş cumhuriyetlerin günümüzden sadece iki yüz yıl önce, Fransız ihtilaliyle birlik varolmaya başladığını, daha önce kul olmayan halktan ve onun yönetiminden söz edilemeyeceğini, koca devletlerin bir kişinin keyfine göre yönetildiğini nasıl anlatırsınız?


İşte bu kişi yönetimleri yani monarşiler, bir bir yıkıldıkça yerlerine cumhuriyet yönetimleri kurulmaya başlandı. Saati geldi diye birileri lütfetmedi bunu. Sürü olmaktan bıkan halk, çoğu yerde bedelini kanlı bir biçimde ödeyerek kazandı. O zaman, kişi ya da kişilerin yönetimine bir tepki, bir tavırdır cumhuriyet, demek mümkün. Tanımları hepimiz biliyoruz. Halkın halk tarafından yönetilmesidir basitçe. Monarşilerde bir kişi tüm yetki ve hakları kendinde toplarken, genelin söz hakkı olmazken, cumhuriyette halkın üstünde bir güç yoktur.

Cumhuriyetin kurucusu ulusal önder M. Kemal Atatürk’ün şu sözü cumhuriyeti tam olarak tanımlamaya yetmektedir. Egemenlik, kayıtsız, şartsız ulusundur. Halk bu egemenliği başkasına devredemez, bu anayasanın temel kuralıdır. Kaldı ki, halkını böylesine onöre eden, sıra insanın bile cumhurbaşkanını denetlemesini sağlayan hak nasıl başkalarına devredilebilir ki? Ben kendi kendimi yönetemiyorum, alın siz yönetin beni, nasıl der bir ulus? Der mi, der. Tarihte örnekleri görüldü bunun.


Tarih


Kuşkusuz varlığının ilk çağından bu yana, sosyalleşen, birlikte yaşayan ve böyle daha güçlü olan insan, uygun yönetim biçimini aramış. İşin ilginç yanı bu arayışın ilk bin yıllarında daha, Antik Yunan’da site devletlerinde cumhuriyeti kurmuş. Az sayıda insanın yaşadığı bu kentlerde insanlar meydanlarda toplanır her türlü önemli karara katılırmış. Sayı artıp toplanmak zorlaşınca bu kez temsilciler seçmeye başlamış. Ne var ki, kimi yurttaşlara seçme seçilme hakkı verilmemiş. Kimisinde kölelere, kimisinde kadınlara... bu yönüyle tam bir cumhuriyet saymak olanaksız. Sokrat’ı ölüme mahkûm eden cumhuriyet bunlardan biri. Roma imparatorluğu devrinde imparatorların keyfi uygulamaları halkı canından bezdirip patlamalara yol açınca cumhuriyetler kurulduğu görüldü.

Ortaçağda daha gelişmiş cumhuriyet örnekleri var, Avrupa’da. Genellikle soyluların, aristokratların egemen olduğu derebeyliklere benzeyen cumhuriyetlerdir bunlar. Sonra monarşi... yüzyıllar süren monarşi. İçlerinde akıllı, yurdunu, halkını seven idareciler de var. Var da, bir kişinin ya da bir zümrenin istemleridir egemen olan. Genelin istemlerinin hesaba katılması söz konusu bile değildir. Sonra dedik ya, yönetenin sizi sevmesine bağlıysa kaderiniz, işiniz zor demektir, hep sevimli duramazsanız ya da ola ki sevmekten yorulursa yöneten ne olacak haliniz, bir düşünün. Bu tür bir uygulama yöneteni de suça teşvik eder. Hiçbir denetleyicisi olmayan insan doğasına terk edilen kaderlerin hazin sonlarını anlatmaya gerek yok. Halkı koyun bir yana Osmanlı sadrazamlarının başına gelenlere bir göz atmak bunun için yeter.


Her ne kadar cumhuriyet sözcüğünün kökeni Arapça ise de, 1789 Fransız ihtilaliyle gelişen birey hak ve özgürlüklerine düşkünlük monarşinin keyfi uygulamalarını denetleme arzusu bilimsel başlangıç sayılıyor.

Önce Fransa’da kurulan cumhuriyet, yönetimde yeni zamanların başlangıcı oluyor. 1789’ da Fransa, monarşiye karşı ayaklanır. İhtilalcilerin etkilendiği düşünürlerden J.J.Russo, Halk egemenliğinde birey istençleri ayrı ayrı ve kendiliğinden hukuksal değer taşır, demekte ve her vatandaşın egemenliğin bir bölümüne sahip olduğunu öne sürmektedir.

Cumhuriyetin ateşli simgesi Robes Piyer, Cumhuriyetin siyasal ve toplumsal kurallarını geliştirmiştir. Ona göre amaç, özgürlük ve eşitlikten halkın barış içinde yararlanmasını sağlamaktır.


Vatandaş yönetime, yönetim halka, halk da adalete uyruk olmalıdır. Politika ve ahlak birleştirilmeli, ahlaka aykırı olan her şey politikaya da aykırı olmalıdır. Yönetimler ahlaktan yoksun olduğu zaman halkın erdemi dayanılacak bir güç olarak kalır, halkın kendisi bozuldu mu cumhuriyetin dayanağı kalmaz. Cumhuriyet devrimi ahlaksızlık ve zorbalık düzeninden adaletli yönetime geçişten başka bir şey değildi, diyen Robespiyer, cumhuriyete, yönetimden de öte toplumsal bir etik yapı yüklemesi de yapmaktadır.

Fransa’dan sonra Amerika’nın bir cumhuriyet olarak kurulması yeryüzündeki bu yönlü akımları güçlendirmiştir. Avrupa’da yıkılan her monarşi yerini cumhuriyete bırakmıştır. Bırakmış da, kurulan her cumhuriyet bir diğerinin aynı olmamış. Yeni ideolojilerin, toplumsal yapıların, geleneklerin ve liderlerin yapılanmada etkisi olmuş. Atatürk, yeni devletin yapısını belirlemek için çalışırken bu düşünürlerden ve deneyimlerden etkilenmiş.


Cumhuriyet Türleri


Hepsinin adları aynı, ortak yönleri de monarşiye tepki olsa da, birbirinden farklı çağımız cumhuriyetlerinin genel üç tipi var.

İlki az gelişmiş ulusların cumhuriyetidir. Çoğu kez ekonomik, kimi de siyasi yönden bağımlı uluslardır bunlar. Egemenliğin, kullanacak yeterli bilinçli halk olmadığından belli bir zümrenin eline geçmesi şaşırtıcı değildir. İkinci tip cumhuriyetlerse, halk cumhuriyetleri diye de tanımlanan bir ideolojinin egemenliğinde olan cumhuriyetlerdir. Bu tip cumhuriyetlerde bir sınıf diğer sınıfları ortadan kaldırır. Eşitlik ve sosyal adaleti kuramsallıktan yaşama geçirmeye çalışırken doğal olarak bireysel özgürlükleri sınırlar.

Batı tipi denilen üçüncü tip cumhuriyetler ki, birçok yönüyle bizim cumhuriyetimiz bu gruptandır, klasik anlamda demokrasiyi uygulayanlardır. Genel olarak parlamenter sistemle yönetilirler. Güçler ayrılığını esas alan bu sistemde yasama, yürütme, yargı erkleri birbirinden ayrıdır ve birbiri üzerinde denetleme yetkisine sahiptir. Anayasa ve yasalarla kişi hak ve özgürlükleri güvenceye alınır. Cumhuriyet yöneticisi bunları çiğneyemediği gibi, kutsal görerek saygı göstermek zorundadır. Bu cumhuriyetlerde, siyasal demokrasi, kişilerin örgütlenerek siyasal partiler yoluyla doğrudan iktidara katılması ya da baskı grupları kanalıyla iktidarı etkilemesi amacını taşır. Batı tipi cumhuriyetlerde bireyler örgütlenir, bunun için devletten yardım alır, özgür seçimlerde iktidarı ele geçirir. Bu hoşgörü, batı toplumlarının yüzyılları bulan gelişmeleri ve kültür birikimleriyle açıklanır.


Demokrasi


Sık sık demokrasiden söz ettik. Tam tanımı yok. Belki de kimi ülkelerde demokrasinin eksikliği ortaya çıkmasın diye ortak, kesin bir tanım getirilmemiş. Ne var ki, bir dış çerçeve olan cumhuriyete işlerlik, biçim kazandıran içerik denilebilir. Demokrasi kısa bir tanımla; halkın kendini yönetmesi, demek. İyi de, cumhuriyeti tanımlarken de aynı şeyleri söylüyoruz. O zaman demokrasinin ne olmadığını söylersek daha iyi anlaşılır. Demokrasi, her türlü otoriter, totaliter, dikta ve baskı rejimlerini reddeder. Adı demokrasi olsa bile... demokrasi de halk esastır, direktir. O seçer, o yetki verir, denetler, görevden alır. İktidar, sınırlıdır, topludur, belirlidir. Demokratik cumhuriyetlerde her grup kendini temsil edecek olanı seçer ve mecliste ses bulur, seçilen temsilcilerinin sayısı, çoğunluğu bulursa iktidarı ele geçirir.

Buna çoğunluğun yönetimi ya da baskısı olarak düşünmek yanlış olur. Biraz önce değinildiği gibi cumhuriyet, halk topluluğunu oluşturan tüm bireylerin tek tek istençlerinin bir araya gelmesiyle oluşan bir bütündür. Cumhuriyetin özü budur. Bireylerin istençleri hangi noktaya doğru yönlenirse, halk egemenliği de bunu hesaba katar, halkı o noktaya doğru yönlendirir.


Cumhuriyetin Zayıf Yönü


Bu aynı zamanda cumhuriyetin zayıf yönüdür ve onu tehdit edebilecek bir tehlikedir. Eğer halk istenci yapılanmaya aykırı gelişirse ne olur? Cumhuriyet umulmadık bir yöne sapabilir ya da zorlanır. Bu zorlayıcı seçimleri halk, türlü etkilerle, uzun süren bunalımlara bir tepki olarak ya da yeterince kültür ve bilinci olmadığından yapabilir. Sonucu kestiremediğinden yapar. Belki de, dünyanın kimi yerlerinde cumhuriyet adı altında dikta yönetimler gelişmesi bundandır. Atatürk, Roma Devri cumhuriyetlerde halkın tutumu nedeniyle diktatörleşen Ogüst adlı imparatoru buna örnek gösterir. İşte bu nedenle cumhuriyet eğitimli, bilinçli, erdemli, kısaca çağdaş bir halk ister. Tek başına çok önemli gözüken bu kusur, diğer yönetim biçimlerini düşündüğümüzde, gözden kaçmaması gereken ama katlanılabilir bir kusur gibi gözükmektedir.


Atatürk Cumhuriyeti


Atatürk, dört halifelik devri dahil, insanlık tarihinde yer alan bütün yönetim biçimlerini inceledi. Fransız düşünürlerinin ve cumhuriyetçiliğinin birey hak ve özgürlüklerine verdiği önem hep ilgisini çekmişti. Bütün bu bulguları bir potada birleştirdi, Türk ulusunun yapısına en uygun yönetimi tüm ayrıntılarına değin tek başına belirledi. Yüzyıllarca geri, eğitimsiz bırakılmış halkın yanlış ellerde istenmeyen hedeflere rahatlıkla yönlendirilebileceği gerçeğini göz ardı etmedi, cumhuriyeti koruyacak ilkeleri de belirledi. Cumhuriyetin yaşaması, uzun ömürlü olabilmesi için bunlara gereksinme duyulur. Hepimizin iyi bildiği altı ilke; cumhuriyetçilik, milliyetçilik, devrimcilik, devletçilik, halkçılık, laiklik cumhuriyetin işlemesi içindir. Bu ilkelerin herhangi birine yönelik saldırı cumhuriyetin özüne dönük demektir. Bu altı ana ilkenin yanı sıra, altı çizilen diğer tamamlayıcı ilkeler de vardır. Kimilerini kısaca şöyle açabiliriz.


Halk Egemenliği: Atatürk ne yaptıysa halk için yaptı. Onun egemenliğini kural koydu. Monarşiyi reddedip yerine demokratik cumhuriyeti kurarken halkına güveniyordu. Cumhuriyet halka dayalı bir yönetim biçimi… Aydın, çağdaş, bilinçli ve erdemli bir halk temel unsuru.

Eğitim, Kültür: Demokrasi ve Cumhuriyet halka yani insana dayanan yönetim biçimidir. Çağın yeni üretimlerinden biri olan siyasi aristokratlar ya da kimi zümreler istediklerini gerçekleştirmek için yönlendirebileceği, istediklerini seçtirebilecekleri eğitimsiz, kültürsüz bir halk isteyecektir. Halkın demokrasi dışında kalmaması, başkalarının haklarına da saygı duyarak özgür istençlerini belli etmeleri için erdemli, eğitimli, bilinçli, kültürlü olması gerekir. Bu kültürlü eğitimli halk, hem seçen hem de seçilen olarak cumhuriyete yani kendine sahip çıkacaktır.


Tam Bağımsızlık: Atatürk’e göre asıl olan Türk ulusunun hakkı olan onurla yaşaması, özgür iradesiyle kendi kendini yönetmesidir. Bu da ancak bağımsızlıkla mümkündür. “ Ya istiklal ya ölüm” sözü bunun ifadesidir.

Ulusal Bütünlük: Cumhuriyetin her gruba söz hakkı verdiğine değinmiştik. Atatürk’ün belirlediği ulusal sınırlar içinde yaşayan herkes Türk’tür ve kendini temsil hakkına sahiptir. Uluslaşmak ortak bir hedefe kilitlenmek demektir. Etnik kökenlerin yerini ortak geçmiş, gelecek idealinin alması birlikte çağdaşlaşmak ve bunun verilerinden yararlanmak demektir.

Çağdaşlaşma: Ekonomik, kültürel, toplumsal gelişmeler çağdaş bir yönetim biçimi olan demokrat cumhuriyetler için gereklidir. Afrika’daki bir kabileyi bilinen cumhuriyetle yönetmeniz mümkün değildir.

Barışçılık: “ Yurtta barış, cihanda barış” diyen Atatürk’ün bu görüşündeki insancıl nedenler bir yana genç cumhuriyetin ancak bir barış ortamında serpilip gelişeceği gerçeği vardır.


Laiklik: Tarihten alınan dersler cumhuriyetçilikle laikliği örtüşür hale getirmiştir. Belki de bu yüzden üzerinde en çok konuşulan, en çok saldırıya uğrayan, bir yanından delinmeye uğraşılan ilke de laiklik olmuştur. Laiklik din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Din bireyin vicdani sorunudur ve kişiyi ilgilendirir. Türkiye cumhuriyetinin var olan tüm yasalarının hemen hemen hepsinin laiklik ilkesiyle bağlantısı vardır dersek abartı olmaz. Bunun nedeni, laikliğin ortadan kalkmasıyla oluşacak durumla çok sıkı ilişkilidir. Laiklik yasalardan çıktığında, cumhuriyet ve demokrasi halk egemenliğinden çıkıp bir zümrenin eline geçer. Diğer açıklaması ise, yönetimde geniş halk kitlelerinin istençleri değil, dini buyrukların yasa yerine geçmesi demektir.

Kuşkusuz diğer tamamlayıcı ilkelerinde ayrı ayrı büyük bir önemi var. Bütün bunlar çağdaş Türk halkını hakka olan yaşama biçimine taşıma gayretinin sonucudur. O halk ki, yüzyıllarca acı çekmiş, Ulusal Kurtuluş Savaşı gibi bir savaşı hem padişaha hem de dış güçlere karşı tamamen kendi gücüyle utkuyla sonuçlandırmıştır. Ona, bu büyük savaşta öncülük etmiş, ama kendisine önerilen ya da ayağına gelen padişahlığı elinin tersiyle itmiş Atatürk’ün teslim ettiği bir hak.


Eski takvime göre 1282 Doğumlu üç padişah görmüş, Kurtuluş Savaşını bütün dehşetiyle yaşamış büyük annem, bir yakınımız, üniversite aşamasında hangi okula gideceğine karar veremezken hiç unutmadığım şu sözleri söylemişti.

"Daha önce biz sadece sürüden birer koyunduk, Yemen’de, Şam’da ölmesi gerektiğinde anımsanan. Ne zamanki Atatürk geldi, ben gidip okulun önünde oyumu kullandım, kendi muhtarımı vekilimi seçtim. İnsan yerine kondum. Nereye istersen oraya git, ama Atatürk’e göre bir adam ol."


Biz seçimimizi yaptık.

Sürü değil, insanız. Öyle kalmak için de uğraşmalıyız. Şurası kesin, kendi kaderimizi tayin etme hakkımız olan Cumhuriyetten asla vazgeçmeyeceğiz. Atatürk’e göre adam olmak, bilgisiz ama iyi niyetli taklitlerle önemli adımlar atabildiğimiz dönemlerde tabi ki çok önemliydi. Ama şimdi, cumhuriyete göre adam olmak önemli. Cumhuriyete göre bilinçli çağdaş insanlar olduğumuzda da zaten Atatürk’e göre adamlar olduk demektir.


*

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Nedeniyle 1998'deYalova kenti askeri, sivil protokolüne ve kent halkına yapılan Cumhuriyet konulu konferans metnidir.

*

29 Eki 2022


65 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios


1/706
bottom of page