top of page
Yazarın fotoğrafıNiyazi UYAR

CUMHURİYET FIRSAT EŞİTLİĞİDİR










Niyazi UYAR*

 *

 




Manisa’nın en uzak ilçesi Demirci’nin İcikler Köyü’nde doğmuşum tarihin 7 Ağustos 1959’u gösterdiğinde. Nüfus cüzdanında doğum tarihi olarak 7 Ağustos 1959 yazılmışken, öykü kahramanlarımın en kişilikli, en dirençlisi anam Gök Münevver zemheride doğduğumu söylerdi. Hoş o da karıştırmış olabilir, diye düşünmüyor değilim! Ölü doğurdukları hariç, sekiz doğum yapmış anam, hangisinin oraklarda, hangisinin afyon çapalarında, hangisinin zemheride, ağustosta doğduğunu nasıl aklında tutsun ki? Bu ifade sizi şaşırtmış olabilir. Tarlada doğum yapıp göbek kordonu taşla kestiklerini mi söylesem, hatta doğumdan bir gün sonra tarlaya gittiklerini mi… Anadolu kadının ne kadar cefakâr olduğunu anlatmak için başka örnek vermeme gerek var mı?


1938 yılında inşa edilen taş yapılı ilkokula 1965 yılında başlayıp 1970 yılında bitirdim. Yaşım on birdi, şehre okumaya gittiğimde. Anam, babam köyde oturuyordu. Çok zor koşullarda, imkansızı başaran mucizenin hakikat olması, köy çocuğunun başarısıdır okumam. Osmanlı’da, horlanan, savaşta ileri hatlarda savaştırılan bir millete tabiyim. Öte yandan Cumhuriyetle değer verilen, Aziz Atatürk’ün Hitabesinde, Onuncu Yıl Nutku’nda, altını önemle çizdiği bir milletin de mensubuyum.


Bin dokuz yüzlü yıllarda, Osmanlı İmparatorluğu’nda devrimci bir düşünce idi ulus devlet modeli. Çünkü, Osmanlı’da, millet yerine, ümmet kavramı değerliydi; devletin sahibi de Osmanoğlu ailesi.  Osmanlı’da Türk demek köylü demekti, savaşacak asker demekti. Osmanlı’da öteki milletlerden olmak bile Türk olmaktan kıymetliydi. Bunun en aleni örneği Türklerin devlet katında önemli mevkilerde olmamasıdır.


İşte Namık Kemallerin, Ziya Paşaların, Şinasilerin, Tevfik Fikretlerin başlattığı yenileşme ve değişim hareketleri, Mustafa Kemal’le ete kemiğe bürünerek, yeni devletin doğuşunu müjdeleyen devrimci bir eylemin hakikat olmasıdır. Yalnız, şunu ehemmiyetle belirtmek isterim. Ben hiçbir zaman etnik kökenimi merak edip bir araştırma içine girmedim. Bilip ettiğim, babamdan öğrendiğim kadarıyla kökümüzün Horasan’a dayandığıdır. O da ne kadar gerçektir; bilinmez. Horasan’a dayansın, Moskova’ya dayansın, çok önemli değil benim için. Ben önce insanım, sonra yeryüzündeki bütün renkleri kardeş sayan Hacıbektaş erenlerinin, Yunus felsefesinin hümanizmini düstur edinmeye çalışan bir insanım; insanların ne dininde ne de milliyetindeyim. Bu konuları ne tartışırım ne de tartışılmasını isterim. Kimse doğuştan getirdiği özelliklerine isteyerek sahip olmadı. O açıdan çok fazla üstünde durmak gereksizdir; boşa enerji harcamaktır.


Ben Niyazi Uyar olarak, yoksul bir ailenin bireyi olarak cumhuriyet okullarında okudum. Okurken hiçbir zaman bir elim yağda, bir elim balda olmadı. Çok sıkıntı çektim, yoklukların, en zoru ile sınava tabi tutuldum. Telefonun olmadığı o yıllarda on bir yaşında iken ailemden ayrı, ilçede kiraladığımız bir evde, aşımızı, ekmeğimizi kendimiz yaparak okudum. On bir yaşında bir çocuğun, eylülden, şubata ailesini görmemesini bırakın, sesini duymamasının nasıl bir şey olduğunu tarif edebilir misiniz? Bu yazdıklarımı ancak yaşayanlar bilir, bunu anlatmak nasıl zorsa, dinleyen tarafça da masal gibi algılanacağından okumak da öyle zordur.


Cumhuriyet olmasaydı, belki bir ağanın çobanı ya da köyün sığırtmacı olurdum, belki; kim bilir? Ben, insan üstü bir mücadeleyle aşsız, ekmeksiz, soğuk kış gecelerinde titreye titreye yorgan altında ders çalışarak hayalimin mesleği öğretmenliğe kavuştum. İlkokul yıllarımda kendimi göstermem, arkadaşlarımdan aldığım motivasyonla,- bir sohbet sırasında özellikle Azize’nin, Hatice’nin, Ayşe’nin içimizde okuyacaklardan biri sensin, sözü gururumu okşamıştı o zaman… - özenle çalışmaya başladım. Abilerimin öğretmen okulunda okumaları benim gelecek seçimimin mihenk taşını oluşturdu. İlkokul yıllarında evde okuyabileceğim tek bir kitap yoktu desem, hatta okulun kütüphanesinin bile olmadığını söyleyesem…


Cumhuriyet ona yürekten inanmış insanların, yönetiminde yüceldikçe yücelir. Aziz Atatürk’ün en verimli yaşta, elli yedi yaşında çok erken aramızdan ayrılması, Türk milletini öksüz bırakmakla kalmadı, aciliyet isteyen değişimler, devrimler yarım kaldı; ya da yapılamadı. Onunla bir on beş yıl daha olsaydı, inanın bugün bambaşka bir ülkede yaşıyor olurduk. Onun en çok istediği, kuruluşunu göremediği hayalini kurduğu köy enstitüleridir. Köy enstitüleri eğitim öğretim alanında hakikaten büyük bir devrimdir. Toprak ağalarının isteği ile kapatılmamış olsaydı bugün nerelerde olurduk?


Karşı devrim, cumhuriyete düşmanıdır: Karşı devrimciler, din bezirganlarıdır, onlar halkın aydınlanmasından hiçbir zaman hoşnut olmadılar-olmazlar, okullaşmaya hep karşı çıkarlar, her daim bilimin, akılcılığın karşısında olurlar. Cumhuriyet kurulduğu günden bu yana onu yıkmak için hep fırsat kolladılar. Bir de uluslararası emperyalizmin ajanları, din elden gidiyor yalanıyla kendilerine inanan bir taraftar kitlesine sahip oldular.


Mesela 1925 yılında çıkan Şeyh Sait Ayaklanmasının nelere mal olduğunu biliyor muyuz?


Misak-ı Milli sınırları içinde yer alan Kerkük-Musul elimizden gitti!


1950’den sonra laik devletten tavizler verile verile, bugün maalesef geldiğimiz nokta ortada! Adı “milli” olan eğitim bakanlığı okullarda matematiğin seçmeli ders olmasını istiyor. Bunun ne için yapıldığını bilmezden gelmek saflıktır, körlüktür.  Bakın daha çarpıcı bir örnek: Ülkemizin nüfusu seksen altı milyon. Seksen altı milyonluk bir ülkede 2024 yılı itibarıyla 361 fen lisesine karşılık 4413 imam hatip lisesi vardır. Yanlış olmasın diye yazı ile yazalım: Dört bin dört yüz on üç. “Benim sözlerim bilimle ters düşerse, siz bilimi tercih edin diyen büyük insanın kurduğu ülkenin bugün akıl ve bilgi çağının neresindedir, geldiği nokta neresidir, varın siz karar verin.


Okul yıllarında, özellikle ilkokulda her milli bayramda şiir okurdum.  Bir de öğretmenlerimizin halk bayramı izlesin diye okul bahçesine öğrenci oturaklarını dizdirmesi ne gurur verici bir manzaraydı. Sesim ortalığı inletsin diye çiğ yumurta içtiğimi hiç unutamam. Bayram gününde köylü işe güce gitmez, coşku ile bayramı seyrederdi. O bayramlardan birinde okuduğum şiirin başlangıç dizeleri hala aklımdadır şöyle ki:


“Güzel yudum ellere bir mal gibi satıldı,

Atamın gür kaşları biden bire çatıldı,

Binerek bir hamlede şahlanan kır atına,

Haykırdı alçak diye sultanın suratına.

Çarpsaydı damarlarında halis Türk kanı,

Satar mıydı Vahdettin keyfi için vatanı…”  


Diye devam edip giden bu şiiri, o kadar büyük bir coşku ile okurdum, yer gök inlerdi.

“Çok bayram var, bayramlar, öğrencilerin verimliğini düşürüyor,” diyen soytarılar. Benim, sizin okuduğunuz ilkokul yıllarında Cumhuriyet ve Yirmi Üç Nisan’dan başka kutladığımız bayram var mıydı? Lise yıllarında da Cumhuriyet, 23 Nisan ve 19 Mayıs! 1960’dan sonra birkaç yıl da 27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı. Sizin derdiniz bayramla falan değil, sizin derdiniz; laik devletle!


İlkokulu okuduğum yıllarda, köy okulları yirmi üç nisandan sonra yaz tatiline çıkardı. Köy çocukları için tatil, çifte çubuğa gitmektir bilesiniz. Tatil ne deniz kenardır ne de dağ keçisi avıdır. Tatil demek çalışmaktır tarlada, davar gütmektir dağda bayırda.


Köy okulları erken tatile girince köy öğretmenleri konuları yetiştiremezlerdi bu nedenle. Mesela ben ilköğretmen okulu giriş sınavında sorulan, dörtlüğün kafiye ve rediflerini bulunuz sorusunu öğrenmediğim için yapamadım. Dün gibi hatırlıyorum, o sorunun yanıtı için, şiirdeki beğendiğim sözcükleri yanıt olarak yazmıştım. Bu durum köy çocukları için bir handikaptı. Sonraki yıllar, bu yanlış uygulamaya son verildi. Ancak şunu da söylemeden geçemeyeceğim. O yılların idealist eğitimcilerini şimdilerde mum yak ara!







Ben eğitimci olarak doğmadım, cumhuriyetin fırsat eşitliği ruhuyla eğitimci oldum, cumhuriyetle insanı sevdim, cumhuriyetle tekmil canlıların hayatlarının kutsiyetine inandım. Bir daha dünyaya gelirsem, bir tarafa milyarları, bir tarafa eğitimciliği koysalar; tereddüt etmeden eğitimciliği seçerim. Çünkü ben, insanın cumhuriyetle birey katarına çıkacağına inanırım. Bu ülkenin insanları, özellikle kadınları Aziz Atatürk’e çok şey borçludur. Büyük şairin dediği gibi, soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen kadınlar, cumhuriyetle insan olmanın faziletine ulaştılar. Onların, Aziz Atatürk’ü bütün kutsallardan daha çok sevmesi gerekmez mi?


Daha aydınlık, daha özgür günlere varmak dileğiyle, cumhuriyetle kalın, Atatürk’te kalın…     

*

19 Ekim 2029                                                               

30 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Kommentarer


1/692
bottom of page