top of page
1/2

CİK CİK


Niyazi UYAR

*


Cik cik, cik cik cik!

Cik cik, cik cik cik!


Sesin geldiği yöne çevirdim başımı bir şey göremedim. Metruk binanın bahçesindeki tavukların, toprağı eşelerken lisanlarıyla şarkı söylemeleri duyuluyordu yalnızca. Şüheda caddesini diklemesine kesen 180. sokak, yukarıya Bozdağ’ın eteklerine doğru uzayıp gitmekte. Uzayıp giderken, yol boyu sağlı sollu dikilmiş cam balkonlu, alüminyum dış cephe kaplamalı apartmanlar...

Cik cik, cik cik cik!

Cik cik, cik cik cik!

Başımı tekrar sesin geldiği yöne çevirdim, o istikamette görünürde bu sesi çıkaracak ne bir insan ne bir hayvan yoktu. Mahallenin birkaç sahipsiz kedisi köpeği yordamlarınca kah yürümekte, kah uzanıp yatmakta rutin davranışları içinde.


Cik cik, cik cik cik!

Cik cik, cik cik cik!


Bir kuş sesini çıkaran benimle dalga geçmeye çalışan biri mi diye düşünüp evlerin balkonlarına, ağaç arkalarına saklanmış birilerini aramaya başladım kısık gözlerimle. İnsandır bu dedim o anda, gözümle görmesem de algım hayvan sesi değil bu, dalga geçen bir “Dalgacı Mahmut’tur,” diye karara varmıştım bile; sıraladım içimden de bir şeyler. Bir Dalgacı Mahmut aramaya başladım, sağa sola, öne arkaya. Yoktu, insan namına da kimseyi göremedim. Elimdeki telefona yönelip sosyal medya paylaşımlarını gözden geçirmeye başladım. On, on iki metre, hemen karşımdaki pembe dış mekan kaplamalı apartmanın üçüncü katındaki kadını görünce...

Acaba beni işleten bu kadın mıdır diye bir hüküm yürüttü benim hazırcı, tembel beyin!

Olur mu, olur… Yok canım bu kadında Dalgacı Mahmut duruşu… yok yok, ben de saçmalıyorum, deyip geri aldım, hazırcı beynimin ürettiği tembel düşünceyi.

Olur canım dedim kendime, sen bu kadını tanıyor musun, ben insanların bir görüşte ruh haritalarını çıkarırım martavalı ile bugüne kadar kaç sefer baltayı taşa vurmuşluğun var deyip bir başka gelgiti yaşadım. İnsanın sessizine dair demezler mi, çok bilmiş atalarımız:

"O, ne yere bakan, yürek yakandır!"

Bir de "yavuz atın tekmesi pek olur," demişler ya. Hiç belli olmaz, bu sarışın kadın da “Dalgacı Mahmutluk” yapıyor olabilir.


Cik cik, cik cik cik!

Cik cik, cik cik cik!


Ses sol yanımdan geliyordu, sol yanımda bu sesi çıkarabilecek canlı yoktu. Ara ara hızlı adamlarla gidip gelen mahallenin selamsız bandosu misali sakinleri geçip gidiyordu. Bir de üçer beşer öbekli kediler, köpekler, bir de metruk binanın tavukları. Cam balkonlu, alüminyum kaplamalı binaların boş balkonları.


Bu ses, nereden gelir, sağa bakıyorum, sola bakıyorum, yok bir şey! Balkonlarda kuş sesi taklidi yapabilecek birileri olabilir mi, olur, neden olmasın, insan denilen varlığın, bin türlü huyu olur. Onun sırrını ermek için erenler ceminin ehli olması bile yetmez.


"Böyle bir şebekliği kim yapmış olabilir, hem neden yapsın ki?”

“Yapmaz değil mi?”

“Yapar yapar, bin türlü huy var dedik ya, insan denilen varlıkta!”


Mahallede kimse ile görüştüğüm yok, zaten bu mahallede kimse birbirine ne selam verir ne bir şey, geçip gider. Bir de sesli sessiz motorların yurdum insanı profilinin Salihli versiyonları, bir de gürültülü egzozlarıyla yere yapışmış, eski model arabaların bıçkın delikanlıları…


“Ferah tut içini, insanlar ne diye uğraşsın benimle diyerek, avutmaya çalıştım kendimi. Mahallede ne varlığımla ne yokluğumla fark edilmeyen benimle mi, uğraşacaklar?”


“Cik cik, cik cik cik!

Cik cik, cik cik cik!


Tekrar sol yanıma baktım, sağ yanımda oturduğum bina vardı, o yönde hiçbir şey olmayacağını az önce öğrenmişim gibi. Yalnızca sol yanıma bakmam yeterli olacaktı. Tekrar sol yana bakarken gözümü yukarılara çevirdim. Ağaç direklere çekilmiş siyah telefon telleri ve beton direklere çekilmiş çıplak elektrik tellerini süzdüm. Birden siyah renkli telefon teline konmuş, üç serçe bana bakıp dururken pek keyifli olduklarını, benim şaşkın halimle dalga geçtiklerini düşünmeye başladım.


“Ule keratalar dedim, işletme fakültesini siz açtınız başıma!"

Şehrin hayat kaynağı Bozdağ’dan aşağı çam kokulu bir rüzgâr esti, erimeye yüz tutmuş yüklü kar kokusuyla, derin bir nefes aldım, içim açıldı. Tam o anda hatırıma düştü yarım asır önceden Telli Nigar'ın attığı karavana kement... Hayat bu bazen yaşanmışlıklar beyin hücrelerini işgal ediverir insanın!


Derin bir nefes aldım, içim açıldı, Meşeli Tepe’nin Tek Gamzelisi, yarım asır önceden bakıp durmakta ve "Kararsız Kâsım'lığın" kişiliksizliğiyle vakit öldürmekte yine. Öyle öyle neler kaybetmiştir kim bilir o?


Cik cik, cik cik cik!

Cik cik, cik cik cik!


Ses veren ötüp duran bu yaramaz serçeler olduğuna artık iyice kanaat getirip gülümsedim; akıllı akılsız telefonuma bakmaya başladım yeniden. Tam bir konuya odaklanacağım, onlar:


Cik cik, cik cik cik!

Cik cik, cik cik cik!


Ben onlara doğru çevirince başımı susuyor, birbirlerine bakıp için için gülüyor. Onlar susunca ben, tekrar telefonda sosyal medya paylaşımlarına bakmaya çalışıyorum. Biraz zaman geçer geçmez:


Cik cik, cik cik cik!

Cik cik, cik cik cik!


Siyah telefon telinin üstündeki üç kuş benimle dost olmaya mı, yoksa ti’ye alıp dalga mı geçmeye çalışıyordu. Ben onlara dikkatlice bakmaya başlayınca, onlar ne gri ne mavi, çöl tozu ile kaplanmış mavi gökyüzü anlayışı yerle yeksan olmuş yukarıya bakmaktalar.


Ben bir yandan arkadaşlarımın, vatsap gruplarının paylaşımlarına göz atmaya çalışırken, öte yandan eşimin evden çıkmasını bekliyordum.  O yöne bakmak için başımı çevirdiğmde, onlar tekrar çöl tozuna boyanmış gökyüzüne çeviriyordu gözlerini. Böyle böyle bir zaman geçip gitti. Sonra ağaç direklere bağlanmış siyah renkli telefon telinden havalanıp başka dala başka tele konmak için uçup gittiler...

33 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/682
bottom of page