top of page
maviADA

Ceyhun Atuf Kansu








İNEBOLU KAYIKÇILARI


Ceyhun Atuf Kansu

*

Gurşun attım fidana

Fidani vuramadum

İki sevdam var iken

Birini alamadum.


Bu güzel, oynak Karadeniz türküsü “gurşunların” sevda uğruna harcandığı o tatlı barış günlerini söylüyor.

Ne var ki, Yunanoğlu Bursa’dan Anadolu içlerine sarkıyordu. Şimdi attı mı, saldırganı alnından vuracak ‘gurşun’  arıyordu. 61’inci Tümen piyadesi, bizim, Karaisalı’dan İmdat Çavuş. ‘Hani  Möhimmat’ derler, mermi, fişek, kurşun, mavzer’  hepsi savaş gereçleridir bunların. Bunlar da pek azdı bizim Anadolu’muzda Kurtuluş Savaşı başlarken İstanbul depolarında çokça mermi, tüfek var idi ama, savaş sonu silah bırakıştığımızdan, bu depolardan mermi tüfek çıkarmamız yasaktı. Kendi depolarımızın başına ve de kapısına kara zenci İngiliz nöbetçileri dikmişlerdi ki, yanaşanı yakıyorlardı.

Ama Anadolu’da da, Kurtuluş Savaşı askerleri mermi, fişek bekliyordu. Öyleyse? Ne yapıp etmeli bu mermi fişekleri alıp Anadolu’ya taşımalı. Bu işin yiğitleri de çıktı ortaya. Geceleri depoları basıyorlar, gizliden mavnalara, motorlara mermi tüfek yükleyip alıp götürüyorlardı. Ölümü göze alıp yapıyorlardı bunu. Neden ki, bizim İmdat Çavuş’un tüfeği mermi bekliyordu ateşlenmeye.

İstanbul depolarından gizli gizli alınan ‘möhimmat’ sandıklara doldurulup, gemilere taşınıyordu. Bu iş de oldukça tehlikeli bir işti.

İstanbul’daki düşman askerleri göz açtırmıyorlar, kuş sektirmiyorlardı. Kuşkulandılar mı bu gemileri basıyorlar, Anadolu Kurtuluş Savaşı için altın değerindeki ‘ savaş gereçlerini’ aldıkları gibi, bunları can bahasına kaçırmış yiğit yurtseverlerin ardına düşüyorlar, bulduklarını öldürüyorlardı. Neyse ki, İstanbul’daki Milliciler, yani Anadolu’daki Ulusal Kurtuluş Savaşına inanmış, gönül vermiş yiğit yurtseverler, bu işi öyle ustalıkla yönetiyorlardı ki, ‘ möhimmat yüklü’  gemilerin çoğu yakalanmadan, İstanbul Boğazını aşıp Karadeniz’e  açılıyor, dalgaları yara, yara, Anadolu halkının tüfeklerine mermi, askerlerine tüfek taşıyordu.

Bütün bu gemilerin kutsal emanetlerini boşalttıkları yer İnebolu iskelesi idi. İnebolu, Karadeniz’e bakar. Ortasından bir dere iner. Derenin iki yanı yamaç yokuştur. İnebolu’nun denize bakan evleri bu yamaçlardadır. Güzelim bir İnebolu türküsü;

Çıkabilsem şu yokuşun başına

diye başlar. İnebolu’nun balıkçı, kayıkçı, halkı ağlarını serip, kayıklarını bağladı mı, bu yokuşlardan vurur ak evlerine. İnebolu’nun denizi bir belalı denizdir. Dört bir yandan vuran yel, denizi bir harmanlar ki, dalgalar, İnebolu’nun uzağında demir atan gemilerin direklerini aşar. İstanbul Millicilerinin İstanbul depolarından kaçırıp, gemi ambarlarında sandıkladıkları ‘möhimmatı’  yüzleri poyraz yemiş gemiciler alıp İnebolu önüne getirirler. Getirirler ya, şimdi bu kız güzeli mavzerleri, kutsal kanatlı mermileri indirmeli ki, oradan Anadolu’ya, Ankara’ya, Mustafa Kemal’in ordusuna kavuşturmalı.

Burada iş, bizim yağız kayıkçılarımıza düşer. Mavnasını, kayığını alan, denizin ortasında bir o yana, bir bu yana vuran geminin yanına varır. ‘Haydaa!..Haydaa!..Haydaa!..’  Şu göğsü bağrı açık, başında keçe külah, zıpka mintan, çıplak deniz ayaklı, aksakallı yağız adam İnebolu kayıkçısı Salih Reistir. Geminin İnebolu denizine vardığını gördüğü gibi, bahçesi güllü, penceresi saksılı küçük evinden, İnebolu yokuşuna indiği gibi kayığına binmiştir ver etmiştir kürekleri; ‘Hayda..Haydaa ki ne haydaaaa!..’  Dalga bir vurur kayığa, kayık iner aşağıya? Dalga bir vurur aşağıdan kayık çıkar yukarıya, ta geminin bordasına. ‘Ver ? Halim Kaptan.. Hey canunu, sevdiğum sandiklaru’  Çok usta olmalı bu sırada. Kayık tam bordaya kavuştuğunda, el çabukluğuyla alır sandığı Salih reis. Aman çok ıslanmasınlar. Mustafa Kemal Reisin emanetidir bunlar ve Anadolu’muzun namusu. Salih Reis, bir sandık, iki sandık, gelir bir dalga, iner aşağıya, çıkar yukarıya üç sandık, derken yükler kayığı, ‘Hayda? Hayda!..’ Şimdi aşalum dalgalaru, varalum İnebolu karasına, insan gülü toprağına…’ Bir Salih Reis değil haa, İlyas Kaptan, kayıkçı Kadir, kayıkçı Cemil, İnebolu’nun bütün yurtsever namuslu kayıkçı esnafı, menekşe boyalı, çimen boyalı, gökyüzü boyalı kayıklarıyla, mavnalarıyla oradadırlar. Denizin ortasında, dalgaların ortasında ve İstanbul’dan gelen geminin çevresinde.  Ha babam yüklerler, ha babam yüklerler. Ve gece, yağmur iner taşırlar, gündüz Karadeniz’in deliboran dalgaları üstlerinden aşar taşırlar, Anadolu’nun namus yükünü İnebolu toprağına.

Yaşa Salih Reis yaşa! Karaisalı’dan İmdat Çavuş bekliyor bu mermileri atmaya, bekliyor bu tüfekleri ateşlemeye ve şimdi İnebolu’dan yeni bir türkü başlar: İnebolu iskelesinden bu sandıklar, mermi tüfek yani ‘möhimmat’ dolu sandıklar kağnılara ve de eşek sırtlarına taşınırlar.

Kardaşlar, Karaisalı’dan İmdat Çavuşa yani Kurtuluş Savaşı cephesinin askerlerine bu mermileri, bu tüfekleri şimdi kağnılar eşekler taşıyacaklardır. Harita bileniniz bir baksın: İnebolu, Kastamonu’nun iskelesidir. Kağnılara yüklenen ‘möhimmat’  buradan gıcır da gıcır Kastamonu yollarına vurur. Kastamonu, sonra yaz kış başı karlı, çamları dumanlı Ilgaz Dağı, sonra Çankırı kırı, sonra Kalecik düzü, sonra Ankara ve oradan Eskişehir yöresinde dayanga tutmuş askerlerimiz. Bir uzun yol ki gündüzleri öğütür, geceleri yer, suları kurutur, ekmeği böler, yıldızları eskitir, dağları siler? Başlar kağnıların türküsü. Bir eski türkü, köylü Anadolu kadar eski:


Sapı yüklettim kağnıya

Çok yalvardım Tanrıya

Rabbim sen kavuştur

Yüzü çifte benliye

Dahdi dahdi?

Dahdi dahdi?

Bu türkü güzel ya, İnebolu toprağından, Anadolu askerinin namus yükünü alan kağnı kolları bu türküyü biraz değiştirseler yeridir:


Mermi yüklettim kağnıya

Çok yalvardım Tanrıya

Rabbim sen kavuştur

Bizi şanlı orduya

Dahdi dahdi?

Dahdi dahdi?

Kardaşlar, bu kağnıları güdenler, bu kutsal emanetleri koruyanlar, kırçıl gözlü öküzlerin gözlerinden öpe öpe dağ bel aştıranlar, erkekleri cephelerde vuruşan köy kadınlarıdır. Anadolu anaları, Anadolu bacılarıdır. Konak konak? Yorulmadan ve de çıplak ayak, yürürler kağnıların yanında. Kastamonu’ya varırlar. Oradan yeni bacılar, yeni analar alır kağnı kolunu, sararlar Ilgaz Dağlarına. He ya yavrum? Bizim Karaisalı’dan İmdat Çavuşumuz beklemektedir ki şimdi, sabırsız beklemektedir, gece gündüz demeyin ki, namlular dola, tüfekler ateş ala, Mustafa Kemal’in askerleri de, düşman oğlunu vura?

Bu bacılarımız, bu analarımız bizim, yaman kadınlardır ve de yiğit kızlardı. Bunların içinde bir Kezban kadın varmış. Kağnı kolunun başında yürüyormuş karlı bir günde. Bu Kezban kadın, bırakacak kimsesi olmadığından altı aylık bebesini de taşıyormuş kucağında kağnı kolunun yanında ve kar uçuşan havada. Bebe mosmor kesilmiş, mor gül olmuş dudakları. Kağnının üzerinde bir yorgan serili. O sırada, Ankara’ya giden atlı bir milletvekili, bu durumu görünce, atını durdurup:

Ana! Ana!.. Şu yorganı al da bebenin üstüne ört, donacak baksana! Demiş,

Kezban ana, yorgan aralayıp göstermiş: Yorganın altında üç sandık cephane… Ve bizim ala yavuz anamız demiş ki:

– Cephaneler ıslanırsa bozulurlar. Âmâ, bebe donup ölürse, bir dene daha doğururum..

Hele işte kardaşlar; bu bizim Kezban analarımız, mermiyi fişeği Ilgaz Dağından aşırıp, Çankırı kırından geçirip böyle yetiştirmişler ki Karaisalı’dan İmdat Çavuşa o da Anadolu’nun namusu budur deyip, ateşleyip tüfeğini yedirmiş mermiyi gök gözlü yaban oğluna!..”

 

Ceyhun Atuf Kansu


"

Adına şiir ödülü de konulan, günümüzde daha çok şair kimliğiyle bilinen aynı zamanda da doktor olan Kansu'nun ilk ödülünü bir deneme kitabıyla aldığını bilir miydiniz?

"

DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ
"Bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin!"
Köy öğretmeni Şefik Sınığ'ın son sözleri.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Bütün çiçekleri getirin buraya,
Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,
Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer
Bütün köy çocuklarını getirin buraya,
Son bir ders vereceğim onlara,
Son şarkımı söyleyeceğim,
Getirin getirin...ve sonra öleceğim.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum,
Kaderleri bana benzeyen,
Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları,
Geniş ovalarda kaybolur kokuları...
Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri,
Hepinizi hepinizi istiyorum, gelin görün beni,
Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini
Bacımın suladığı fesleğenleri,
Köy çiçeklerinin hepsini, hepsini,
Avluların pembe entarili hatmisini,
Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın.
Aman Isparta güllerini de unutmayın
Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum.
Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum.
Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,
Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden,
Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden,
Ne güller fışkırır çilelerimden,
Kandır, hayattır, emektir, benim güllerim,
Korkmadım, korkmuyorum ölümden,
Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Baharda Polatlı kırlarında açan,
Güz geldi mi Kopdağına göçen,
Yörükler yaylasında Toroslarda eğleşen.
Muş ovasından, Ağrı eteğinden,
Gücenmesin bütün yurt bahçelerinden
Çiçek getirin, çiçek getirin, örtün beni,
Eğin türkülerinin içine gömün beni.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
En güzellerini saymadım çiçeklerin,
Çocukları, öğrencilerimi istiyorum.
Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini,
Köy okullarında açan, gizli ve sessiz,
O bakımsız, ama kokusu eşsiz çiçek.
Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek,
Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben mezarsız yaşamayı diliyorum,
Ölmemek istiyorum, yaşamak istiyorum.
Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın,
Tarümar olmasın istiyorum, perişan olmasın,
Beni bilse bilse çiçekler bilir, dostlarım,
Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim,
Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Okulun duvarı çöktü altında kaldım,
Ama ben dünya üstündeyim, toprakta,
Yaz kış bir şey söyleyen sonsuz toprakta,
Çile çektim, yalnız kaldım, ama yaşadım,
Yurdumun çiçeklenmesi için daima, yaşadım,
Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.
Şimdi sustum, örtün beni, yatırın buraya,
Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.





(1919 - 1978)


Yaşam Öyküsü:

Ceyhun Atuf Kansu’nun Yaşam Öyküsü(1919, İstanbul – 17 Mart 1978, Ankara) şair, doktor.

Eğitimci ve politikacı Nafi Atuf Kansu’nun oğlu. Küçük yaşta annesini kaybetti. Babasıyla birlikte 1921’de Ankara’ya gitti. Ankara Gazi Lisesi’ni bitirdi. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi?nden mezun oldu. Halkın içinde, halk için çalışma yolunu seçerek, kendi isteğiyle Turhal Şeker Fabrikası Hastanesine atandı. 11 yıl burada çalıştıktan sonra Ankara?ya atandı. Ankara’da da muayene açmadan Şeker Kurumu hastanesinde çalıştı.

İlk şiiri lise öğrencisiyken okul dergisinde yayınlandı. Ardından şiirleri İnkılapçı Gençlik, Ülkü, Yücel, Millet, İstanbul gibi dergilerde yer buldu. Halk şiirinin öykünmeleriyle başlayan şiir serüveninde çağdaş şiirle geleneği özümleyerek kendine özgü yerel ve yalın bir dil oluşturdu. Sosyalist gerçekçilerden etkilendi. Olgunlaşmış bir şiirle kuşağının önde gelen temsilcileri arasında yerini aldı. Bu dönemdeki şiirlerinde toplumsal sorunlara ağırlık verdi. Halk dilinden, halk söyleyişlerinden geniş biçimde yararlanarak, halkın özlemlerini, sevinçlerini, acılarını ve yaşama savaşımını coşkulu bir söyleyişle dile getirdi. Şiirlerinin kaynağını hoşgörü, insanlık sevgisi, bağımsızlık ve doğa oluşturdu. “Çocuk” dergisinde masalları, Vakit ve Ulus gazeteleri ile Varlık ve Seçilmiş Hikayeler dergilerinde öyküleri de yayınlandı. 1986’dan başlayarak adına bir şiir ödülü kondu.


Ceyhun Atuf Kansu Kendini anlatıyor:

 

“Ben bir halk ve toplum ozanıyım. Ya da öyle bir ozan olmak isterim. İlk şiirlerimi lise sıralarında yazdım. Bireysel duygularla dolu şiirlerimde bile hiç olmazsa halk diline yaslandım. Açık açık, tatlı tatlı anlaşılır söylemeyi yeğ tuttum. Sevdiğim ozanlardan en aşağı üçü halk ozanıdır. Yunus Emre, Pir Sultan Abdal ve Karacaoğlan’dır. Güneş vurmuş dereler gibi ışıl ışıl akmalı mısralarım. Bulanık sulardan hoşlanmam. Ne var ki bu yolu tutunca da, sizi ozan saymayıveriyorlar. Saymasınlar, ben onların ozanı değilim ki, ben halk ozanıyım. Bireysel duygularımı da topluma yönelmiş mısralarımı da severek, bilerek açık açık söylerim ben. Türk halk şiirinin geleneğidir bu. Halk şiirine öykündüğümü söyleyebilirler. Ben o şiire öykünmüyorum; okulum benim o şiir; şiiri o okulda öğrendim. Gerçek şiir de orada, halktadır diyorum. Böyle deyince de halkın dili ile, sevinçlerini sevinçlere, dertlerini dertlere bağlayarak yazıyorum. Ben aşkların, isteklerin, dileklerin ozanıyım.(…) Apaçık benim yolum. Siz çıkmaz diyebilirsiniz bu yola. Ozan saymayabilirsiniz beni. Ben ozan olduğumu biliyorum. Seviyorum işimi. Bahar rüzgarını yazdım lise sıralarında. Sonraları Bir Çocuk Bahçesinde’yi yazdım. Öğle Yemeği’ni yazdım. Çocuklar Gemisi?ni yazdım: düşlerimle dolu baştanbaşa. Şimali Şarkiye Doğru?yu, Dünyanın Bütün Çiçekleri?ni, Saz Şairi?ni yazdım, Haziran Defterinde. Halka Bakan'ı, Orta Anadolu'yu, Dağ Türküleri'ni yazdım. Göçemeyeceğimiz son yurdu nasıl kurtardığımızı yazdım, Sakarya Meydan Muharebesinde. Geze geze, tepelere çıka çıka, o adı güzel köyleri seve seve yazdım o destanı. Tükenmedim de. Yaşanılacak bir yurt haline gelsin diye Anadolu, birbirimizi sevelim, birbirimizi tanıyalım, birbirimize bağlanalım, birbirimize saygı gösterelim diye yazacağım durmadan. Seher kuşları gibi kardeşliği, özgürlüğü söyleyeceğim, en güzel vakitlerde. Deyin ki ben Manyas Gölü?nde bir balığım, Köroğlu Dağlarında bir çam ağacıyım, dağlarıma, tozlu dumanlı yollarıma.” Ceyhun Atuf Kansu (Ben)



Eserleri


Şiir

Bir Çocuk Bahçesinde (1941)Bağbozumu Sofrası (1944)Çocuklar Gemisi (1946)Yanık Hava (1951)Haziran Defteri (1955)Yurdumdan (1960)Bağımsızlık Gülü (1965)Sakarya Meydan Savaşı (1970)Buğday, Kadın, Gül ve Gökyüzü (1970)Arılar, Bekleyen Kadının Günü, Çocukluk Aşkı, Dünyanın Bütün Çiçekleri, Kar Türküsü, Kızamuk Ağıdı, Lirik Şarkı, Lumumba, Uyuyan Güzel Anneye, Uzun Hava Şiir


Makale ve Denemeler:

Devrimcinin Takvimi (1962)Ya Bağımsızlık Ya Ölüm (1964)Köy Öğretmenine Mektuplar (1964)Atatürkçü Olmak (1966)Atatürk ve Kurtuluş Savaşı (1969)Balım Kız Dalım Oğul (1971)Halk Önderi Atatürk (1972)Cumhuriyet Ağacı (1973)Sevgi Elması 1972


Ödülleri:

1965 Türk Dil Kurumu Deneme Ödülü, Köy Öğretmenine Mektuplar ile.1966 Yeditepe Şiir Armağanı1970 Behçet Kemal Çağlar Ödülü, Sakarya Meydan Savaşı ile.


  • Derleme: Şenol YAZICI

  • Kaynak : iNTERNET

24 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/706
bottom of page