top of page

Benim Kimsem Olsana

Şenol YAZICI






ŞENOL YAZICI


*

Onlar bir dergi kuracaklardı, Bursa'nın ileri gelenleri, eli kalem tutanları, beni de yazar görmüş yardım istiyorlardı. Hayır mı diyecektim? Hele yeni tayin olduğum bir büyük şehirde...


Öyle kalabalıktık başladığımızda.

Duyan, ilgili ilgisiz, vasıflı vasıfsız kim varsa gelmişti, elbette ki önemliydiler, bir itibar görmüşlerdi ki sormayın.


Ne var ki dergiye kurucu olacaklarını söyleyen çok arkadaş, bu işin para ve emek istediğini görünce geri çekilecekti.


KIŞIN tasarlarken bir yığın insandık, toplantılar, yeme içmeler, bolca konuşmalar, vaatler, tasarımlarla... geçti zaman...


Baharda kurucu olacak insanların buhar olduğunu görecektim. Geride ne nitelikte olduklarını yolda öğreneceğim "duyup gelen" gözlerime umutla bakan insanlar kalacaktı..


Yazı düşünerek geçirmiştim, umudunu bana bağlamış yirmi kişi de benle beraber...

İşin ilginci o 20 kişi vazgeçmeyeyim diye, vazgeçsinler diye en yükseğinden belirlemiş olduğum katkı payını düzenli ödüyordu.

Kasım 2002'de sonunda karar verdim , DERGİ çıkacaktı, ama kimseye umut etmeden,

ama KİMSESİZ!


Kısa sürede de öğrenecektik ki;

Dergiye en gülen yüzüyle gelen ünlüleri, KİMSE sayıp sevip saymaya kalkmakla ya da gereğinden fazla itibarla o iyi ve kibar yazarları inanılmaz bir evrimle zalim bir patron edasına hızla zorladığımızı görünce vazgeçecek, bu kez de küstürecektik.


İş bize kalmıştı. "Biz mi?" Çoğunun o güne değin hiçbir dergide yazmadığını, bilgisayar bile kullanamadıklarını, söylersem durum anlaşılır.

Geride yayıncılıktan hiç anlamayan, sadece henüz üç kitabı olan bir ben kalmıştım.

Ya vazgeçecektik ya da intiharına yürüyecektik.


Kararlılığımı anlatan bir yazıyla... Temayı işleyen bir kapakla; DEVAM KARARI VERMİŞTİM.


Başkalarını olması gereken yere koyan, dayanak noktası olarak kendini alan, umudunu kendine bağlayan, bu amaçla kendine sarılmış, kendinden KİMSE yaratmış bir insan vardı kapakta.


Üçüncü sayıda, olabilecek en iyi duruma gelmiş, sorunlu kişileri elemiş, istimi almış pupa yelken giden oturmuş bir dergiye dönmüştük.


Dedik ya serde gençlik vardı.


Bakın bakalım, MONTAİGNE'nin denemesiyle benim denemem arasında ince farkı görebilecek misiniz?

Yardım edeyim.

Kuşkusuz ikisi de deneme, kendiyle konuşur gibi bir iç döküş...Ne var ki benim deneme bir dergiyi yaşatma, ayağa kaldırma gayreti de içeriyor, bu nedenle kuralı zorluyor.



*


Bütün Umudum Kendimde


MONTAİGNE

yüzyıllar öncesinden diyor ki;

*


Krallar hiçbir şeyimi almazlarsa bana çok şey vermiş olurlar hiçbir kötülük etmezlerse yeterince iyilik etmiş sayılırlar bana. Bütün istediğim budur onlardan. Ama nasıl şükrediyorum tanrıya, varımı yoğumu bana aracısız vermiş, beni yalnız kendisine borçlu kılmış olduğu için! Nasıl yalvarıyorum ona gece gündüz beni hiçbir zaman, kimseye karşı ağır bir minnet altına sokmasın diye! Ne mutlu bir özgürlükle bunca zaman yaşadım: Onunla bitsin ömrüm! Bütün çabam kimseye muhtaç olmadan yaşamak. 


Bütün umudum kendimde. 

Bunu başarmak herkesin elindedir; ama ölmeyecek kadar yiyecek içeceği olanlar daha kolay başarabilirler elbet. Bir başkasına bağlı yaşamak yürekler acısı ve belalı bir şeydir. Kendimiz ki en iyi, en emin sığınağımız odur; kendimiz bile güvenilir değiliz yeterince. 


Kendimi hem yürekçe asıl iş yürekli olmakta çünkü, hem varlıkça öyle hazırlıyorum ki, başka her şeyimi yitirdiğim zaman kendimle yetinmesini bileyim.


Hippias gereğinde her şeyden sevine sevine elini çekip Musalarla baş başa kalabilmek için kendini bilime vermekle kalmadı; ruhunun kendi kendiyle yetinmesi, dışarıdan gelecek rahatlıklardan yiğitçe vazgeçebilmesi için filozof olmakla da kalmadı; büyük bir merakla yemek pişirmesini, tıraş olmasını, giysilerini, ayakkabılarını, öte berisini kendi yapmasını da öğrendi ki, kendi yükünü taşıyabildiği kadar kendi taşısın ve kimsenin yardımına muhtaç olmasın... 


Vermede nasıl bir üstün olma niteliği varsa, almada da bir boyun eğme niteliği vardır. Onun içindir ki Beyazıt I, Timurlenk'in gönderdiği hediyeleri küfürler ederek geri çevirmiş. Sultan Süleyman'ın bir Hint İmparatoruna yolladığı hediyeler de öyle  kızdırmış ki adamı, kabaca reddederek bizim adetimiz almak değil vermektir, demekle kalmamış, hediyeleri getiren elçileri zindana attırmış.





MONTAİGNE

*

Lord Michel Eyquem de Montaigne (28 Şubat 1533, Dordogne, Fransa - 13 Eylül 1592, Montaigne Şatosu, Fransa), 16. yüzyıl Fransız deneme yazarıdır.

Montaigne, Denemelerinde başta insan sevgisi olmak üzere iyimserlik, dayanışma, özgürlük ve okuma alışkanlığı üzerine çok özgün yazılar kaleme aldı. Sürekli eleştirel inceleme fikrini yeniden insanlara tanıttı.

Montaigne, deneme türünün yaratıcısı olarak kabul edilir.










ŞENOL YAZICI


"

NİÇİN KİMSE-SİZ?


*

-2002 Kasım, KimseSİZ DERGİSİ, SAYI 1-


Soluk alınacak, dinlenecek bir yer , ait olma duygumuzu doyurmamızı sağlayan bir birliktelik, yani bir aile yaratmaktı derdimiz. Genetik yapısı, yaşamları farklı , ama özlemleri, düşünsel dünyaları bir birine yakın; kesinlikle sıra insanlardan daha çok duyumsayan ve gören, ama anlatamayan, anlatamadığı için yalnızlık ve kimi de öfke duyan insanlardan bir aile.


Yaşam fırtınalı bir deniz. İnsan denizi. Dergi bu denizlerde parlayan, çıkışı işaret eden solgun fenerler olabilir, diye düşünüyorduk. İyi de, dergi zor işti, en başta ekonomik destek isterdi. Güvenecek kimsemiz yoktu. Ararken bulduk.


Kimse bizdik. Kimse sizdiniz.

***

İkinci "S" si büyük olmayan kimsesizin sözlükteki ilk anlamı en kötüsü; insansız, yalnız, ıssız. İkinci anlam; adamsız, tek başına; bir sonbahar hüznü. Çarpacak duvarlar arayan bir pervasızlık. Düşünsel yapısı, etiği, hazırlanışı olmayan bir kahramanlık. Üçüncü anlam; kendi kendine, yardımsız: Bir bahar telaşı insanlar. Namerde muhtaç olmadan, kendi olanaklarıyla var olmak tek arzuları. Bizim ki, bunlardan biri değildi.


Belki hepsi, ama dahası da olmalıydı.


***


Bir de kimse var. İnsan, varlık gibi anlamları var. Kimsesizlik edilgenlik, güçsüzlük gibi dururken, kimse, etken ve güçlüdür. Ondan mı, kimsesizliğimizin sessiz çığlıkları içimizde bir ustura ağzı gibi dolaşırken sözcüklere dökülmez, utandırır? Ondan mı, kendi bahçemizde dal olamamışken daha, başkalarının bahçelerinde ağaç olmaya heveslenir, varlığımız pireyken, aslanlara bile kimse olmaya soyunuruz. Çünkü, kimse olmak; onur, ağalık; kimsesizlikse; yarıcılık, onursuzluk gibi durur. Ondan dünya, kör, topal şövalyeler, cömert yoksullarla doludur. Beyoğlu'nda dilenir, Taksim'de sadaka veririz.


Ne zaman kimsesizlik ve kimse aklıma gelse, o filmin, Arabesk'in izlerken kahkahalar attıran ama sonradan içinizi kanatan sahnesi aklıma gelir. İstanbul'a kaçan kız rolündeki Müjde Ar'a "orayı" göstermeye hazır, yardımsever(!) ne çok kimse vardır.


Ne öyle kimse istiyorduk, ne de öyle kimse olmak.


Daha özü kimse istemiyorduk. Kimse sizdiniz, kimse bizdik. Ellerini yüreğinin ve aklının ceplerinde gezdirip kendi rüzgarını yaratabilen herkes bizdendi. Hatta yaratmaya uğraşıp yenilenler de.


Ondan kimseSiz


***


Tarihi yazan, insanlığın kaderini değiştiren büyük adamlara bir göz atın. Kendilerinden başka kimseleri yoktur. Ne bir kurtarıcı ararlar, ne de çöküntülere uğrayıp teslim olurlar. Kimse varsa, onlar için sadece sahip oldukları güçlerin bir bölümüdür. Kimse yoksa, varlığının bir kısmını kaybetmiş zengin insanlar kadar biraz üzülürler sadece. Çünkü en büyük varlığın insanın kendi iç gücü olduğuna inanırlar. O sayede eğitimsiz bir işçi, dünyanın baş tacı ettiği bir yazara dönüşür, Anadolu bozkırında imparatorluk ordularının kovaladığı bir yalnız adam da çağının en dinamik cumhuriyetinin başkanına. Bu başarılar rastlantısal değildir. Düşünsel temelleri, felsefesi , kimseleri hesaba katan müthiş bir planı, ve değişmeyen kuralları olan bir iç gücünden kaynaklanır.

O insanlara hasretiz.


Ondan, adımız "kimse Siz."


***


O zaman çizgimiz ne? Bu soru, bir dergiye ne kadar uygun? Geçmişleri birbirine hiç benzemeyen sadece ortak idealleri yazmak olan insanları bir araya toplamaya çalışıyorsunuz. Onlara koyacağınız her baraj daha azlara inmenize, tüm yeryüzünden bir bölgeye yönelmeyi getirir ki, öyle bir lüksümüz olduğunu sanmıyor, birilerine zenci muamelesi yapmaya gerek olduğunu da düşünmüyoruz. Sanatın ve insanın temel etik değerlerine uyan, estetik kaygısı taşıyan her yapıt, saygıyı hak eder... Ve kuşkusuz üreten insan da. Başkaları, yani daha özele inenler, denizin değil de damlanın öyküsüne kendini vermiş olanlar, evrensel insanın değil de, bir insanın şiirini yazanlar, yüz yıl sonrasını değil de bir dahaki seçimi hesap edenler, zaten kendi dergilerini çıkarmıyorlar mı? Yeterince çizgi oluşturup kendilerinden başka kimseyi tanımadıklarından kimileri, kimsesiz kalmadı mı?

Belki de iyi oldu, kendi içimize döndük.


Artık kimse Siz.


*

Şenol YAZICI



KİMSE-SİZ-1.Sayı Kasım-2002

Comments


1/380
1/5
bottom of page