Mehmet ÇOBAN
Ben köyde doğdum. İlkokulu köyde okudum.
Ortaokulu okumak için İvrindiye geldim. (60’lı yılların ikinci yarısı)
Okulların açıldığı gün aynı zamanda İvrindi Panayırının ilk günüydü.
Köyde yaşayan çocuk için Panayırlar eğlenmek, merak gidermek açısından önemliydi. Nasıl olsa ilk gün diyerek, o gün okul yerine panayıra gittim.
Ertesi günü okulda bizi bir sürpriz bekliyordu. Okulun önünde bütün öğrenciler toplandık. Okul müdürü, 4-5 kişinin adını okuyarak yanına gelmesini söyledi, aralarında benim adım da vardı .İşaret ettiği yere dizildik.
-Dün okula neden gelmediniz?
Biz cevapladık, "Panayıra gittik öğretmenim"
-Siz öğrenci misiniz yoksa soytarı mısınız?
Beş kişi sıra dayağından geçirildik. Böylece okul müdürü Nurettin Baytekin'le tanışmış olduk. Namı değer Çerkes Nurettin…
Branşı Matematik ve Fendi. Beden Eğitimi derslerine de o giriyordu.
Beden Eğtimi dersleri, Komando eğitimi gibiydi. Derslerde biz erkekler: beyaz atlet, siyah sort ve bez ayakkabı giyiyorduk. Kızlar eşofman giyiyorlardı.
lk önce uygun adım yürümeyi öğrendik. Üçer kişilik sıralar halinde uygun adım marş komutuyla yürümeye başlıyorduk.
Müdür Baytekin, hata yapan olursa kulağından tutup yana çekiyor, "leylek misin ulan sen” deyip, tekme tokat dövüyor; sonra da yerine gönderiyordu.
Bir süre sonra, kasa minder hareketlerine başladık; minderde ve kasada, düz takla, geri takla, salto gibi hareketler yapıyorduk. Ben başlarda, bu hareketleri yapmada oldukça zorlandım bu yüzden çok dayak yedim ve aşağılandım. Bir de lakabım vardı artık "cansız", bana sıra geldiğin de "gel bakalım cansız" diye çağrılıyordum.
Beden eğitimi dersi benim ve bir çok arkadaşım için, sevmediğimiz, strese girdiğimiz dersti.
Bir gün bir arkadaşımız ders başlamadan söz alarak:
“Öğretmenim! Ben biraz rahatsızım, izin verirseniz derse girmeyeyim,”
-Midem ağrıyor öğretmenim.
Arkadaşımız korku ve telaş içinde elini göğüs bölgesin de gezdirirken, bizimki midenin yerini
gösterdi ( ! ) kalçasını işaret ederek,
Nurettin Bey 3.sınıfta bizim matematik dersine girdi.
2.dönem Cebir bahsini işliyoruz. Hoca bize ev ödevi olarak, bazen 15, bazen 20, bazen de 25 adet alıştırma verirdi. Sonraki derste, elinde bir cop ödevlerikontrol ederdi. Öğrenci, kaç tane eksik yapmışsa o kadar sayıda elini açtırır, avucuna o kadar sayıda cop vururdu. Sonra da copu yazı tahtasının tebeşirlik bölümüne koyar, yana çekilerek, büzülmüş bir vaziyette; "valla asıl hocanız bu, bundan ben de korkuyorum derdi.
Hepimiz ondan Azrailden korkar gibi korkardık; mesela bir sınıfta ders boş ve gürültü
oluyor, onun sınıfa gitmesine gerek yoktu:Koridorun başına gelip "kapat o pis çeneni" demesi yeterliydi.
Ses bıçak gibi kesilirdi.
Benim Ortaokulda okuduğum yıllar aynı zamanda Cumhuriyet tarihinin En bilinçli, En yurtsever, en anti emperyalist Üniversite Gençliğinin, efsane 68 kuşağının eylem ve mücadele yıllarıydı.
Bu hareket solcular ve aydınlar tarafından destek görse de, çoğu İvrindi'li tarafından "Vatanı bölmek ve parçalamak, kominizimi getirmek" olarak görülüyordu.
Bunlardan biri de bizim müdür Baytekin'di. Milliyetçi Öğretmenler Derneği üyesi de olan müdürün otoriterliğinden ve terbiye yöntemlerinden çoğu İvrindili memnundu. Hatta bazı aileler gelip müdüre, "bizim çocuklar yaramazlık yaparsa dövün, dövmezseniz onlar adam olmazlar" diyorlardı. Bazıları da onun yöntem ve uygulamaları beğenmeyip karşı çıkıyorlardı ama onlar zaten marjinaldiler(!)
Ayrıca hocanın arkası kuvvetliydi.
Bize Sık sık öğütler de verirdi. Bunlardan bazıları:
-Fakir Baykurt, Yaşar Kemal ve Orhan Kemal'i okumayın
Onlar Türkiye'yi kötü, insanları, cahil, fakir ve çaresiz gösteriyorlar, insanları hayattan soğutuyorlar.
Siz, Feridun Fazıl Tülbentçi, Peyami Sefa, Mustafa Necati Sepetçioğlu gibi yazarları okuyun.
-TDK ve ona üye şair ve yazarlardan da uzak durun, onlar güzel dilimizi uyduruk bir dil haline getirmek istiyorlar.
Bir gün Müdür Yardımcısı ve Türkçe öğretmeni Hüseyin Karagöz, nedenini unuttum, ders başlamadan beni tokatlamıştı; dersimiz dilbilgisi, konumuz "Ki eki ve bağlacıydı" hoca anlatıyordu; "Bağlaç olan ki kendinden sonra gelen kelimeden ayrı yazılır", beni göstererek örneği yapıştırdı,
"Şunu öyle dövdüm ki kuzu gibi oldu", burada "ki"ayrı yazılır.
O müdüre de böyle yardımcı yakışırdı.
Benim en çok sevdiğim öğretmenler TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) üyesi Yakup Yağcıoğlu ve Süleyman Cindemir’di.
Matematik öğretmeni Yağcıoğlu, ilk sene 1.sınıfta dersimize girmişti. Güler yüzlü, tatlı dilli
biriydi, köylü ve fakir öğrencilerle yakından ilgilenir, onların sorunlarını çözmeye çalışırdı, kimseye bunu yapın
şunu yapmayın diye bir şey dikte etmezdi. Ama ilçede onu sevmeyenler de vardı.
Kahvede ya da parkta otururken şöyle konuşmalara tanık olabilirdiniz.
-Yakup Hoca “TÖS”lü imiş.
-İşte bu " sosyalist öğretmenler teşkilatının" baş harfleri
-Ayrıca neden kırmızı gömlek giyiyor?
-Ben kızıl koministim demek istiyor kovalak.
-Desene bu adam iflah olmaz.
Ne kadar bilimsel bir tartışma(!)
Yakup Hoca'nın evi taşlanacak ve ilçeden gitmek zorunda kalacaktı.
Süleyman Cindemir, Türkçe öğretmeniydi ve tam bir kitap kurduydu ve bizim de kitap okumamız için elinden geleni yapardı. hangi kitabı okuyacağımızı telkin etmezdi. Bize kitap okuma alışkanlığı kazandırmak için boş derslerde bize kitap okurdu, bu genelde arkası yarın gibi olurdu, o gün okuyabildiği kadar okur, gerisi bir sonraki derse kalırdı, bu durum kitap bitinceye kadar sürerdi.
Hocamın bize okuduğu kitaplardan aklımda kalanlar, Edmondo De AMICIS'in "Çocuk Kalbi" ve SCHILER'in " Wilhelm Tell"i.
Bizim ilçede "komünizm" hakkında da derin bilgiye sahip olanlar vardı. (!)
Şöyle bir sohbete tanık olabilirdiniz:
-Kominizm de aile diye bir şey yok..
-E..nasıl oluyor o işler?
-Erkek bir eve gidip bakar, Vestiyer de şapka varsa ev meşkuldür, yoksa şapkasını asar, içeri girer, işini görür, işi bitince de şapkasını alıp, çeker gider.
-Kadın hamile kalırsa doğurur, çocuğu devlete teslim eder, çocuk devlet tarafından büyütülür,
topluma katılır ancak kardeşler birbirini tanımaz,
-Ya erkek kardeşle kız kardeş birbirine denk gelirse?
-Bunlar da, edep haya, ahlak, din iman, Allah peygamber korkusu yok ki..
-Vay alçaklar vay...demek bizim solcular buna özeniyor.
Ayrıca ülkedeki sorunların nedenin " Dine ve Kuran'a göre yaşamamak" çözümünün de "üç beş kişiyi sallandırmak" olduğunu biliyorlardı(!)
Ben ortaokul da Yaşar Kemal,Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Adnan Veli, Kerim Korcan gibi yazarları okudum.
Mahmut Makal sanki "Bizim Köy"'de Susuzyayla'yı anlatıyordu. Fakir Baykurt'un romanlarındaki kişiler bizim köyde dolaşıyor, onlar gibi konuşup, onlar gibi küfrediyorlardı.
Orhan Kemal, gerçi Çukurova'daki topraksız köylülerin ve pamuk işçilerinin yaşam mücadelelerini anlatıyordu ama; Bizim köyden pamuk çapalamak ve toplamak için Manisa'ya, Zeytin tolamak için Burhaniye, Gömeç ve Ayvalık'a giden köylülerin, karşılaştıkları sorunlar, çektikleri sıkıntılar ne kadar da birbirine benziyordu. Sanki yazarlar hiç kurgu yapmamışlar olayları olduğu gibi anlatmışlardı.
Yaşar Kemal'den Ağıtları, Destanları, Kerim Korcan ve Adnan Veli'den; İnsanları suça iten nedenleri,
Türkiye'deki hapishanelerin durumunu, mahkumların günlük yaşamlarını öğrenecektim.
Kendimi, çevremi ve yurdumu tanımaya başlamış, siyasi görüşüm de şekilleniyordu. Ben Nurettin Baytekin tarafını değil de, Yakup Yağcıoğlu ve Süleyman Cindemir tarafını seçecektim.
Commenti