top of page
Yazarın fotoğrafıNurten B. AKSOY

BİR İSTANBUL MASALI

Nurten B. AKSOY

*


"Bu şehr-i Stanbûl ki bî-misl ü bahâdır

Bir sengine yek- pâre Acem mülkü fedâdır."

diyor büyük Lâle Devri şairi Nedim İstanbul için. Ben de haddim olmayarak bu beyite nazire yapıyorum:

"Bu şehr-i Stanbûl ki bî-misl ü belâdır

Bir sengine yek- pâre bütün canlar fedâdır." diyorum...


Niye mi böyle diyorum, anlatayım efendim hâl-i pür melâlimi. Evvel zaman içinde bir akşam Boğaziçi Üniversitesi Kampüsünde çok sevdiğim sanatçı Melihat Gülses'in konseri vardı. Arkadaşım ile konsere gitmek üzere biletlerimizi ayırttık, daha doğrusu bizim Emir Bey ısmarladı bu konseri bize.


Efendim bizim mahalle cenahından saat 16.00 sularında yola koyuldum. Eh eski bir İstanbul hanımefendisi (!) olarak şık şıkırdım giyindim ne de olsa konsere gidiyordum... Evden çıkıp da caddeye indiğimde ayaklarımda bir tuhaflık hissettim, sanki gittikçe tabanlarım göçüyordu, bir müddet yaylanarak yürüdüm "Hayırdır inşallah" diyerekten, ama yürümem gittikçe zorlaşmaya başlamıştı.

Şöyle bir kenara çekilip ayaklarıma baktığımda o giymeye kıyamadığım sevgili ayakkabılarımın dolgu topuklarının paramparça olduğunu gördüm gözlerim dolaraktan.


Bu arada Kadıköy yolunu yarılamıştım, eve dönsem olmaz çünkü arkadaşım beni bekliyor. Hemen bir taksiye atlayıp doğru Bahariye'ye her zaman ayakkabılarımı aldığım dükkana gittim, ama bu arada ayakkabılarım kamyon lastiği gibi paramparça olmuştu. Çarçabuk kıyafetime uygun bir ayakkabı seçip ayağıma geçirdim ve son hızla dükkandan çıktım.


Arkadaşımla buluşup bir şeyler yedikten sonra nefes nefese saat 18.00 de Kabataş motoruna vasıl olduk. Sert rüzgarın etkisiyle bir beşik gibi sallanan motordan inip hemen birer bardak çay içtikten sonra Boğaziçi Üniversitesi'ne giden otobüse attık kendimizi. Bilmiyorduk ki asıl çilemiz şimdi başlayacaktı!


Normal koşullarda Kabataş-Hisarüstü arası, otobüsle en fazla 15-20 dakikayı geçmez, ama malum İstanbul'un akşam trafiği, o 15-20 dakikalık yolu bize tam 90 dakikada aldırdı. Otobüsün içinde hafakanlar basarken arkamızdaki ambulansın sesi de canhıraş feryatlarla bize eşlik ediyordu. Artık kendimizi ve kaçırdığımız konseri düşünmeyi bırakıp ambulanstaki hasta için dua etmeye başlamıştık, içimiz burkularak.


Neyse motor homurtuları ve şoförlerin bitmek bilmeyen kavgaları arasında vaktin nasıl geçtiğini anlamadan (!) konser salonuna gelebildik. Allahtan sanatçı da geciktiği için konser yarım saat geç başladı. Hemen yerlerimizi aldık ve büyük bir bitkinlik ve rehavetle koltuklarımıza gömüldük.


Melihat Gülses'i aslında 20 yıl öncesinden tanıyorum. Eşi Necip Gülses ve çok değerli bestekar rahmetli Çinuçen Tanrıkorur ile Antalya'ya gelmişlerdi ve biz de eşimle misafir etmiştik kendilerini. O zamanlar çok da tanınmayan bir TRT sanatçısıydı kendisi, ama yıllar ve o billur sesi onu artık çok ünlü bir sanatçı yapmıştı. O muhteşem yorumu ile söylediği şarkılarını saz arkadaşlarına yaptığı şakalar ve esprilerle süsledi, ama konsere gelenler tıpkı bizim gibi öylesine İstanbul sarhoşuydular ki kadıncağızın esprileri hep havada kaldı, hatta bir ara "Hiç böylesine sakin, sessiz ve tepkisiz bir seyirci kitlesi" görmediğini bile söyledi.


Klasik ve Neoklasik eserlerden oluşturduğu konserini tam da izleyicilerin ayılmaya başladığı sırada bitirdi. Mayıs ayının o soğuk poyrazlı akşamında kendimizi dışarıda titreşirken bulduk. Neyse ki Emreciğim bize kıyamamış da arabayla bizi almaya gelmişti. Allahtan ikinci bir trafik çilesine maruz kalmadan 23.30 da evimize kavuştuk.


Eve geldiğimde şöyle bir hesap yaptım; tam yedi buçuk saat harcamıştık iki saatlik bir konseri izleyebilmek için. İşte bu yüzden bir kez daha diyorum ki:


Bu şehri Stanbûl ki bî-misl ü belâdır

Bir sengine yek-pâre bütün canlar fedâdır."


Foto 1.2: Nurten B. AKSOY

20 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/706
bottom of page