top of page
Mehmet ÇOBAN

Bizim Köy




Mehmet ÇOBAN

*


 

Yaşlandıkça insan çocuklaşıyor derler ya hiç de doğru değil, yaş aldıkça çocukluğunu özlüyorsun; Mutlu, sorunsuz ve sorumsuz, bütün yakınlarınla başta anne babanla güven içinde yaşadığın sağlıklı çocukluğunu...


Hele renkleri, hele mevsimleri, hele kokuları...

Siz de nasıl olur bilmem, ama ne zaman sonbahar bolluğuyla, hüznüyle, latif havasıyla sökün etse, çocukluğumun güneş renkleri, dumanlı dağları saran kızarmış et , hamur kokuları ve çingeneleri gözlerimin önünde canlanır.



Çingeneler Kuzey Hindistan kökenli bir halktır.

Oradan dünyanın her yerine dağıldıkları söylenir.


Bizim Çingenelerin büyük kısmının 9. ve 10.yüzyıllarda Afganistan ve İran üzerinden Anadolu’ya geldikleri biliniyor. Batı illerinde yaşayan Çingenelerin bir kısmı da; islam dinine mensup olanlar, Lozan Antlaşması kapsamında yaşanan mübadele sürecinde Batıdan gelmişlerdir.

Yüzyıllardır bir arada yaşanmasına karşın, toplumun diğer kesimleri onlara hep tepeden bakmışlar, onlar her fırsatta küçümsenmiş, ayrıştırılmış, hor gürülmüştür.


Çingeneler bunca baskı ve ötekileştirmeye karşın kimliklerini ve kültürlerini korumayı başarmış, yaşadıkları yöreye uyum sağlama konusunda olağanüstü başarı sağlamışlardır.


Yurdum insanı onlardan söz ederken “ Esmer Vatandaş, Kıpti, Poşe, Karaçi ve Roman” tabirlerini kullanırlar.


Çingeneleri sevsek de sevmesek de onlar hayatımızın ve dünyamızın vazgeçilmez unsurlarıdır.

Köyde doğdum, İlkokulu bitirinceye kadar köyde yaşadım.

Bahar gelip, havalar ısınmaya başlayınca, harmanlıklara yakın, tek tük ağaçların bulunduğu düzlük alana kara çadırlar kurulurdu. Bu çadırlar 3-4 ay köylülerin komşusu olacak olan Çingenelere aitti.


Kimler mi gelirdi?


Demirci, kalaycı ve sepetçi Çingene aileler.


Sepetçiler: Örüp getirdikleri ya da orada ördükleri sepet, sele ve küfeleri köylülere satarlardı. Kalaycılar: Kullanılmaktan grileşmiş bakır kapları pırıl pırıl yaparlardı. Demirciler: Kırılan bozulan, araba tekerleği demiri, saban demiri, kazma, kürek, çapa, orak ve dirgen gibi aletlerin bakım ve onarım işlerini görürlerdi.


Ateşin körükle harlatılmasını, demirin kırmızı renge bürününceye kadar ateşte tutulmasını, kızıl demirin örsün üstünde gerekli biçim verilinceye kadar çekiçle, karşılıklı iki kişi tarafından ritmik hareketlerle dövülmesini, fazlalıkların demir makasla kesilmesini en sonunda çaaşş diye suya sokulmasını çok iyi hatırlıyorum.


Tamir edilen tekerlek demirinin araba tekerleğine takılması ayrı bir “ritüel”di.


Çember şeklindeki demir düz bir yere konur, demir fırdolayı kuru sığır tezeği ile donatılır, tezekler yakılarak demirin genleşmesi sağlanır, en sonunda tekerlek demirin ortasına yerleştirilir, çekiç ve başka aletlerin yardımıyla araba tekerleğinin demiri takılmış olurdu.


Çingene komşularımızın köylülere insancıl yardımları da olurdu.


Bir gece köylünün biri hasımları tarafından pusuya düşürülür. Feci şekilde dövülür. Öldü diye bırakılır. Olayı uzaktan gören Çingene Ailesi yaralıya ilk yardımı yaparlar sonra köye haber vererek yaralı köylüyü ölümden kurtarırlar.


Çingene kadınları bazı günler köyün içine dağılarak köylülerden yiyecek, içecek ( yoğurt, ayran, peynir, tereyağı, çökelek) yardımı isterlerdi. Buna, “hayır toplama” denirdi.


Bu yardım toplama günlerinde bazen “ilginç durumlar “da yaşanmıyor değildi!. Bazıları gerçek olsa da çoğu tevatürdü bu anlatılanların. Ama olsun bir kez dilimize dolanmıştı ya...


Bir gün bir çingene kadını hayır toplamak için bir eve girer. Evde gece koyun otlatacağı için uykuya yatmaya hazırlanan çobandan başka kimse yoktur.

Gelen kadın çobana:

-Hadi bana bir şeyler ver de gideyim, der.

Çoban kadına:

-Evde kimse yok, başka zaman gel, evde verilecek ne var ne yok bilmiyorum.

Kadın yılışık:

-Mutlaka vereceğin bir şey vardır!

Çoban da kadına uyar:

-Sen benim vereceğim şeyi almazsın!


Şakalaşmalar… cilveleşmeler…

Bir süre sonra kadın kendini çobanın yatağında bulur.

İşleri bittikten sonra, çoban kadının gitmesini beklemektedir. Ancak beklediği olmaz. Kadın eline bir süpürge alarak evi süpürmeye başlar.

Çoban şaşırır:

-Hayrola!

Kadın pişkin cevap verir:

-Artık ben bu evin kadını oldum! Hiçbir yere gitmiyorum.

-...

Çoban şaşkın ve endişelidir. Bir süre ne yapacağını bilemez.


Sonunda çoban kadına hatırı sayılır miktarda para ödeyerek sorunu çözer.


Geçici olarak komşumuz olan Çingeneler, Ağustos ayının sonlarına doğru köyümüzden ayrılırlardı.

Harman işini tamamlayan köylüler, tahılları evlere, samanları ahırlara yerleştirir; ahırlarda ve ağıllarda biriken gübreleri tarlalara döker; kışın yakacağı odunları evlerinin önüne yığarlardı.

Bu işler de bittikten sonra “Düğün Mevsimi” başlardı. Köyde düğünler genellikle sonbaharda yapılırdı. Cuma günü öğleden sonra başlayan düğünler pazar akşamı sona ererdi.

Düğünlerde bu sefer İvrindi ve Gökçeyazı’da yerleşik düzene geçmiş müzisyen Çingenelere ihtiyaç duyulurdu.

Müzisyenler davul, klarnet, trompet ve trampet çalan 4 kişilik gruplardan oluşurdu. Aralarında çok nam salmış gruplar vardı. Düğün yapacaklar düğünlerinde onlardan birinin olmasını arzu ederlerdi. Yörede düğün sayısının çok olduğu zamanlarda onlar da kendilerini naza çekerler ya da fazla para isterlerdi.


Zamanın birinde, köyden biri oğlunun illa onlar olacak dediği için; Gökçeyazı’dan bir grupla anlaşır. Ödediği para piyasaya göre biraz fazladır. Fazla para ödemek düğün sahibinin içine oturur. Düğün sırasında uzunca bir süre davul sesi gelmeyince, gençlerin ve müzisyenlerin bulunduğu kahveye gelir. O müzisyenleri fark etmez sadece gençlerin olduğunu düşünmektedir.

Onlara hitaben;

”Ne oturup duruyorsunuz? Çalgıcılar çalsa da oynasanıza, a..na kodumun çingenelerine bir kucak para ödüyoruz” demiş; çalgıcıları fark edince de çok mahçup olur.


50-60 yılda Türkiye’de ve Bizim Köy’de çok şey değişti. O zamanlar nüfusun % 80’i köylerde %20’si şehirde yaşıyordu.


Şimdi tam tersi…

Artık köylere göçebe çingeneler gelmiyor, Hepsi şehirlerde yaşıyor.

Şarkı söylüyorlar. Göbek atıyorlar. Çiçek satıyorlar. Fala bakıyorlar.

Önemleri ve değerleri azalmış değil. Düğünlerde ve eğlence mekanlarında onların katkılarıyla eğlenip coşuyoruz.


Çingeneler hayatımızdan çekip gitse; arkalarında bir büyük boşluk bırakırlar.




15 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

1 Comment


Şenol YAZICI
Şenol YAZICI
15 saat önce

Mehmet ÇOBAN,


Sosyolojik bir gerçek de olan Çingenelere ışık tutan sonbaharın pastoral renklerini de yansıtmayı başaran olgun, bu nedenle rahat bir yazı .

Hatta Çingeneleri anlatan ansiklopedik bölüm bile öykülemeyi bozmayı başaramamış.

Bölüm geçişlerinde acemilikleri aşmış hoş bir yazı.


Tebrikler.


Like
1/695
bottom of page