top of page

Bir Mektup II - Halikarnas Balıkçısı

Güncelleme tarihi: 21 Eki 2021



(Mektuptaki imla türünden hatalar, yabancı kelimelerin fazlaca tekrarı, Azra Erhat'ın da kitabın ön sözünde değindiği üzere, Halikarnas Balıkçısının aslında eski yazıya hakim olmasından ve farklı kültürlerle bir arada yaşamasından kaynaklanmaktadır. Yine Azra Erhat, Balıkçı diye seslendiği yazarın anlatımında, en ufak bir anlam kayması olmasını istemediği için mektupları olduğu gibi kitaba almış, yabancı sözcükleri araştırma işini okura bırakmıştır.)


31 Mart 1957 Tarihli Mektuptan Alıntı (Devamı)


İnsanlar çoktan beri hakikat diye bilip alışdıkları şeylerden kolay kolay kurtulamıyorlar. Dünyaya doğmak büyük bir «aventure», bir sergüzeşdir, hem de pek tehlikeli bir sergüzeşt. Bittel gibi adamlar insan hayatında «adventure of ideas»e mani olan adamlardır. Mesela Avrupa’nın durumu şimdi «kökleşmiş bir system değü» fakat betonarme gibi donmuş bir anarşidir.


Dante’nin Cehennemi’nde insanlara azap çekdiren zebaniler vardı, şimdiki cemiyetdeki gibi 'her insan komşusunun zebanisi değildi ya. İşte bu adamların «rigid» diyeceğim kafaları adamakıllı formalize oluyor.


Bak anlatayım. Schliemann’dan önce doğmuş olsaydı, bu Bittel, Schliemann hakkında, «Hah! hah! güleyim size, demek ki bir şairin şiirinde bahsetdiği Truva Savaşı’m hakikat sayıyorsunuz ha?» derdi. Bugün Bittel’in Truva hakkındaki malumatı muhakkak ki Schliemann’ınkin- den üstündür. Fakat Bittel, Schliemann’ın yapdığmı yapmak- dan ödü kopardı. Bunlar kendi dar mıntakalarından (yani kendilerinden önce bir fikir sergüzeştçisi tarafından keşfedilmiş bir ülkenin bir köşeciğinden) dışarı çıkmağa korkarlar. Araştırmaları o dar mıntıkaya inhisar eder. Schliemann bir peygamberse Bittel bir papazdır. Birisi hayatla süren dal, ötekisi budayıcı bağçevan.


Biliyorsun bunlar Truva yok derken Schliemann dokuz tanesini meydana çıkarıverince, Homerik Truva’nın hangisi olduğunu bulmak için bu Bittel gibileri birbiriyle Truva Savaşı’nı gölgede bırakacak suret- de boğaz boğaza geldilerdi. Hane ya Truva yokdu? Homerik Truva da kadın elbiseleri modasına benzedi! Geçen seneye kadar altıncı Truva Homerik idi. Geçen seneden beri yedinci Truva oldu; belki bu yedinci Truva BitteTin marifetidir, yahut o Profesör cenabının bu işde ilmi hıssası vardır.


Bundan yirmi otuz yıl Önce bir hikâye okumuşdum. Hatırımda kalanlar şunlar. Klasik etüdlerin bir profesörü, — malumatlı ve saçlı sakallı bir adam — talebesinden bir sempatik çocuğu beraberine alıp otobüse biniyor. Otobüs malum yolu üzerinde giderken birdenbire havalanarak meçhul bir diyara geliyor. Hep tanıdığı yerlerde gitmeğe alışkın olan profesör korku içinde. Geldikleri yerde koca bir çağlayanın gök gürültüsünü andıran akışı duyuluyor. Hem karanlık bir zemin üzerine boyuna alemsemalar sanan bir musiki. Ta aşağıdan devasa bir kahraman kalkıyor. Karanlıklardan yavaş yavaş irkilen Aşil’dir. Aşil çocuğa ve profesöre tanrılar tarafından yapılmış koca kalkanı uzatır. Profesör korkuyla titre- mekde ve saçını başını yolmakda, çocuğa «Aman kalkana binme!» diye bağırırken kendi hesabına da «Aman beni yerime getirin, kitaplarıma, etüdlerime, odama döneyim,» diye yalvarır.


— Schliemann ile Bittel bahsine döneyim. Burada bu isimler yani Schliemann ve Bittel sembolikdir. Bunu sana söylemeğe lüzum bile yok a, söyledik işte. Bana kalırsa birisi Dionisyak, öteki akademik ve Apollinyen’dir. Birisi Kristof Kolomb, öteki alelade bir ticaret gemisinin kaptanı. Birisi yolu açan, öteki açılmış yoldan giden. Bana kalırsa meselâ Schliemann gibi sergüzeştçi kafalı olanlar meçhullere korkusuz dalarlar. Karanlık bir ormanda yol açarlar. Ötekiler açılmış şosede yürürler.


Hane Nâzım Hikmet’in bir şiiri var: Boş bir konserve kutusu denizlerde inip çıkar. Bir şeyi isbat etmek için yazılmamış, şöyle bir manzara göstermek için. Ona, o boş konserve kutusuna biraz insan şuuru koy, kutu, «Okyanosu ben armonik gibi indirip yükseltiyordum» derdi. Bu Bittel gibilerinin de çekilmez gururları öyledir. Herif Truva ve Homer’i icad ettiği fikrindedir. Vallaha! bazen ben açıklıklardan korkmayan mesela Kristof Kolomb gibi dahileri düşünürüm de, bunların ışıkları — gemi tasavvur etsem, «guardiya prova» feneri gibi — başda değil fakat kıçlarında diyeceğim geliyor. Yani bunlar daha ziyade ateşböceklerine benzeyorlar. Karanlıkda seyahat ediyorlar, amma ardlarındaki ışıkla yol gösteriyorlar.


Yaradılışın ne müthiş icadıdır o ateşböceği — tenasül aletine şimşek çakdırsın, ardına deniz feneri takıp, şimdi yanıp şimdi sönerek, karanlık varlık engininde yol arayan hemcinslerine: «İşte bekanızın yolu buradadır!» desin. Neyse Bittel ve Mittel’i bırakalım, zaten maksadım hiç de şahsi değildi. Daha ziyade «attitude» dü. Bu durumlarının bir noksanı da daha engin ve daha esaslı bir «notion»dur. Hakikatten güzelliği ayır, cascavlak kalan hakikat ne iyidir ne kötüdür yahu. İki kerre iki dört eder! Etmezse hatırım kalır, kim söyledi ona etmesin deye! Fakat Euklid’in bir müsellesin zaviyei kaimesinin karşısındaki dal’ ın ete isbatmda bir temizlik, bir güzellik vardır.


Fakat profesör efendinin cart deye «dogmatique finalité»si çekilir mi yahu? Zaten Suriye ve o tarafları İbrani, Hıristiyan, ve Müslüman dogmatizmleriyle dünyayı hâlâ tıabire boğaz boğaza getiriyor. Klasik dünya, hayatı estetik bakımdan görmekle yerden göğe kadar haklıydı. Sonra bunlarda «humor» yok. Herifler en evvela kendileriyle alay etmesini öğrenmeli. Şu Wagner’in Maîtres Chanteurs de Nurenberg diye operası var ya... O sıralarda yaşayan bir kompozitörle o piyesde alay eder Wagner, ihtiyar kompozitörü taklid ederek. Zavallı ihtiyar her gece gider ve kendisinin karikatürize edilmesine herkesden ziyade gülermiş. Ne sempatik adam! Yani bizim hükümet gibi şahsiyeti maneviyesine tecavüz etdi diye kızmak yok.


Gülüş çok ehemmiyetlidir. Dogmatizmde hükümetin haysiyeti maneviyesi vardır, yani bir ciddilik, bir asık suratlılık vardır. Bu ciddilik ve asık suratlılık tabii olmadığı için çekilmez, insana af ağanlar gelir yahu! Öyle İngiliz tabancası gibi otur! çekilir mi? Biraz uzadı mıydı da, gayri tabii olduğu için sahteleşir, işte o zaman büsbütün çekilmez. İşte o zaman hakikat haza hakikat olur, salt hakikat! saf hakikat! Biliyorsun ya klasikler trajedilerinden sonra, mutlaka bir satyr piyesi oynarlardı; ve bu piyes trajedideki tiplerle değilse, piyesin asıl konusuyla alay ederdi.


Hakikata hörmet ne kadar lazımsa hürmetsizlik de o kadar lazımdır bence. Boyuna hörmet edilir durulur mu yahu? İnsanı delirtecek suretde sahte olur! İnsanın alimallah tepesi atar. Hiçbir hakikatin — gülüşü tard etmek suretiyle — hayatın topunun üstüne abanmağa hakkı yokdur. Onun için sen de Bittere gül, hakkındır.


— Güzellikden bahsettim. Ben bu tabiri majuscule harflerle kullanmıyorum. İstanbul'da dikkat ediyorum, bu şeyi bazıları öylesine intellektualize ediyorlar ki deme gitsin. Güzelliği insan tabii olarak karşılamak. Yani duyguları, öyle yaradılışın bir yamacındaki bir demet ot gibi doğrudan doğruya toprakdan gelmiyor, kitapdan geliyor. O kitabı kaldırıyorsun, altında bir kitap da'ha.



Halikarnas Balıkçısı - Azra Erhat

Mektuplarıyla Halikarnas Balıkçısı


Derleyen : Aysu AFYONLU


35 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Kommentare


1/684
bottom of page