top of page
Esra Odman İYİER

Bir Gün Bir Yerde

Güncelleme tarihi: 7 Oca 2022


Gözleri bilgisayara bakmaktan kan çanağına dönmüş bir halde hâlâ bir şeyler yazıp çiziyordu. Aslında işi ilk zamanlar o kadar zor değildi. Teknolojiyle birlikte işler kolaylaşıyormuş gibi görünse de daha da zorlaşmış, gün içinde nefes alamayacak duruma gelmişti. Oturduğu, tüm gününü geçirdiği oda ise gittikçe daralmaya başlamıştı. Sanki duvarlar, dosyalar üstüne geliyordu. Önceleri, neredeyse yirmi yıl öncesine kadar her şeyi dosyalarda tutuyorlardı ama o zamanlar nüfusta bu kadar fazla değildi, suç oranı da. Şimdi ise sağdakinin yapacak hiçbir işi yokken soldaki durmadan çalışıyordu. Denge denen şey uzun süredir ayarını yitirmişti. Bembeyaz kıyafetlerinin içinde oturmuş hem bunları düşünüyor hem de bilgisayarın başında notlar alıp duruyordu. Bu nasıl bir şeydi, tüm uzuvlarıyla bir işi yapmak ne kadar yorucuydu. Emekliliğini düşündü, düşüncesi dudaklarında gülümsemeye döndü. Ne emekliliği? Ne yaparsa yapsın bu işi sonsuza kadar sürdürmek zorundaydı.


Tüm bu düşüncelerinin arasında sağdakinden mesaj geldi.


“Sana bir havadisim var! Bugün iki üç tane işlem yaptım, biliyor musun son iki aydır ilk defa bugün kayıt defterine işlem girildi. Sıkılmaya başlamıştım artık. Tüm gün bilgisayarda okey oyna, taş çal. O olmazsa fal bak, bir de oyun göndermişler “FarmVillage” diye onunla oyalanayım diyorum ama olmuyor işte. Sıkıntıdan patlayacağım artık. Facebook arkadaşlarımın sayısı da seksen bine çıkmış. Neyse neyse … Sen neler yapıyorsun diye sormayacağım, mutlaka işin başından aşkındır. Bir ara sana yardıma geleyim diyorum ama fırsat bulamıyorum. İyilikle kal. Hafız.


” Hafız’ın maillerinden nefret ediyordu. Ama yapacak bir şey yoktu. Onun amiriydi. Bu sefer sinirini bozacak fazla bir şey yazmamıştı. Onun da bugün işi vardı ve bu da demekti ki kendisi biraz daha az işlem yapacaktı.


Mesaja cevap yazıp işine geri döndü.


Kayıtları alırken başvurduğu Kâtip Defteri’nde, hangi suçun hangi seviyede olduğu yazılıydı. Bu durmadan yenileniyordu. Eskiden sadece hırsızlık, tecavüz, haksız kazanç, yalancılık gibi basit suçlar varken şimdilerde suçlarında kategorisi artmış ona göre de Kâtip Defteri’nde yeni bir sütun açılmıştı. Şöyle bir gözden geçirdi, son elli yıl içinde suç türü ve sayısında artış olmuştu. Mesela, rüşvet yemek ki bunu hırsızlıkla aynı yere koyamıyorlardı. İkisi de farklıydı. Tecavüz olayları artık yaş sınırını düşürmüştü. Eskiden genç kızlara tecavüz edilirken şimdilerde sıfır altı yaş ya da elli beş altmış yaş arası tecavüz olayları başlamıştı ki, bunların da yeri ve suç oranı farklıydı. Genç kızlar karşı cinsi kandırıp onların kanına girebiliyorlar ve bu da erkeğin tahrik edildiğini devreye sokuyordu ki cezası az oluyordu. Ama küçüklere ve yaşlılara tecavüzde tahrik olayı yoktu. Bu zanlının gerçekten suç işlediğini gösteriyordu.


Bundan gayri bir de yalancı din tacirleri peydah olmuştu ki, suçları büyüktü. Daha bir sürü buna benzer suçların yanlarında farklı dereceleri ve puanları vardı. Bunlara göre listeleri oluşturmak ise gittikçe zorlaşmaya başlamıştı.


Kâtip, bu son gelişmeleri şöyle bir taradıktan sonra tekrar dosyasını açıp işlemelerini yapmaya devam etti. Böyle saatlerce çalıştı. Aslında gündüzden çok geceleri daha yoğun oluyordu, bu yüzden de akşamüzeri biraz dinlenmeye ihtiyaç duyuyordu. Tam bilgisayarın Kâtibi Risale programını otomatiğe geçirecekti ki bu sefer de Şeytan’ın mesajının geldiğini gördü. Mesajı açarken sinirleri ayağa kalkmıştı. Bu olmasa benim işim bu kadar çok olmaz diye dertlendi. Onsuz bir hayatın ne kadar harika olacağını düşünmeden edemedi. En azından kendi için daha az iş olacağından belki başka görevler alırdı, böylece yaşadığı dönem renklenirdi.


Şeytan’ın mesajını açtı.


“Merhaba. Ne zamandır işlerim harika gidiyor. Senin nasıl olduğunu merak ettim. Benim işlerim güzel gidince senin işlerinin yoğunlaştığını biliyorum. Bu yüzden de sana kolay gelsin demek istedim. Bir de şunu söyleyeyim; ihtiyacın olursa yardıma geleyim. Ne de olsa ben senden önce yapılan suçları ve hataları biliyorum. Bu aralar yeni bir program üzerinde çalışıyorum. Ben suçu yarattığım ve insanoğlu o suçu işlemeye niyetlendiği ya da ilk adımı attığı zaman senin kayıtlarındaki kişinin hanesine hemen otomatik olarak işlenecek. Ne dersin? İkimiz kafa kafaya verip biraz geliştirebiliriz belki de. Senden haber bekliyorum, Kâtip. Bu programı dışarı yaptırmaya kalksak inanılmaz paralar dönüyor. Ben bile hayret ediyorum bu insanoğlu beni de geçti artık. Saygıyla… Şeytan.”


Kâtip okuduklarına hem sinirlenmiş hem de içten içe gülmüştü. Bu Şeytan durmadan mail atıyor, olmadı facebooktan yazılar gönderiyordu. Ne sinir bozucu şeydi. Kendisiyle sohbet etmeye çalışıyordu. Oysa Şeytan’ın Azazil olduğu cennetteki günleri olsa hiç tereddütsüz sohbetine katılırdı. Ama Cebrail’in dediği gibi artık Allah’ın gözünden düşen Azazil, Şeytan olmuş ve onunla konuşmaları, bir araya gelmeleri yasaklanmıştı.


Kâtip, cevap yazmadan bilgisayarı kapattı ve odanın köşesindeki kanepesine yerleşti. Bir süre gözlerini yumup sessizliğin içine gömülmeden önce de her zaman yaptığı gibi düşüncelerini imbikten geçirdi.


Melek ellerini başına doğru götürdü, tacının parlak taşlarını hissetmeye çalıştı. Sonra yavaşça kanatlarına okşadı. Aslında çok yaşlanmıştı ama yüzü hala güzel, kanatları bembeyaz ve parlaktı, yüzünde hiçbir kırışıklık yoktu, elbisesinde de. Oysa yıllardır o kadar çok yorulmuştu ki. Ruhu mu; ruhu çok yaşlıydı ama onu da sadece kendisi biliyordu. Bir o yana bir bu yana uçup insanoğlunun bütün dileklerini yerine getirmeye uğraşıyordu.


Kimi çocukların saf istekleri, kimi genç kızların beyaz atlı prensi, kimilerinin araba ve ev hayali ya da sınav telaşında ki öğrencilerin sınıf geçme hayalleri, hep bunlara o yetişiyor, elinden geldiğince onların isteklerini yapıyordu. Bir de bunların arasında o hınzır Şeytan’la mücadele ediyordu. Çoğu zaman insanları Şeytan kandırır böyle olunca da meleğe yapacak bir şey kalmazdı. Elindeki sihirli değneğiyle bir onu yok edebilmeyi başaramıyordu. Aslında bunu gerçekten isteyip istemediğini de tam olarak bilmiyordu.


Şeytan hayatın tuzuydu, melek de tadı olduğuna göre, nasıl olur da bu tuzu tatmadan tadı keşfedebilirdi insanoğlu?


İşte bunca iş, güç arasında hayallerini, isteklerini, duygularını yaşayamayan melek artık bu işi bırakması gerektiğini çok yorulduğunu düşünüyordu.


Şeytan’ın işi kolaydı. O her şeyi yaptırabiliyordu. Yasaklar koymuyor, sonuna kadar suçun da, kötülüğün de tadını çıkartıyor, eline geçirdiği insanoğluna da bunları kolaylıkla yaptırabiliyordu. Melek’in işinin de böyle kolay bir yanı olmalıydı. Devir artık değişmişti, teknoloji çok ilerlemiş, her şeyin kolayı bulunmuştu. Niye bu işlerin de daha kolay bir yolu yoktu?


Aslında Şeytan’la bu işi aralarında mı halletmeliydiler acaba? Hani bir e-mail atsa Şeytan’a ve artık emekliye ayrılmaları gerektiğini, dostça yaşayabileceklerini ve insanların da işlerini artık tek başlarına yapmaları gerektiğini mi söyleseydi.


Ne iyi olurdu. Belki Şeytan devreden çıkınca meleke de yapacak bir iş kalmaz böylece o da rahat bir nefes alırdı.


Aman ya neler düşünüyordu. Kendi inansa da buna, Şeytan kabul edecek miydi bu teklifi acaba? Şeytan yine bir şeytanlık yapar ve işlerine devam ederdi.


Bu düşünceler kafasında dolaşırken yatağına uzanan melek yavaşça yastığın ve yorganın büyüsüne kapıldı, ağır ağır gözleri kapandı. O da ne Şeytan karşısında duruyordu! Bu görüşmeler pek sık olmadığı için hayrete düştü.


Her defasından farklı olarak şeytanın yüzünde o alaycı gülümsemeden eser yoktu. Üzgündü, hatta ağladı ağlayacaktı.


Melek içinden, eh işte galiba Şeytan’ın da işi düştü bana diye geçirdi.


Yumuşak ve sevecen bir edayla eğildi:


-Mutsuz gibisin. Bir derdin mi var? Söylersen çözüm bulabilirim, dedi.


Şeytan o küstah, alaycı ve kötülük dolu bakışlarını bir kenara bırakmış. Ağlak bir ses tonuyla:


-Ey melek bu dünyada benim işim bitti artık, kimsenin bana ihtiyacı kalmadı, dedi.


Melek ilk önce Şeytan’ın ne demek istediğini anlamadı.


-Neden diye sordu. Sana herkesin her zaman ihtiyacı olur. Sen benim diğer yarımsın ve senle ben ikimiz hayatın aynasıyız. Hiçbir zaman senden vazgeçemezler, dedi.


Şeytan ağlayarak konuşmaya devam etti.


-Bilmiyorsun, bilmiyorsun işte. Şu bilgisayarlar ve internet var ya? İşte onlar beni alt ettiler. Artık dünya üstündeki insanların Şeytan’a ihtiyacı kalmadı.


Melek suskun biraz da meraklı gözlerle Şeytan’a bakıyordu. Şeytan devam etti.


-Evet o bilgisayarlar, internet işte onlar bitirdi beni, yok etti dedi. Melek heyecanla sordu? -Nereden çıkardın bunu, dedi.


-Biliyorum, çünkü onlar bilgisayarlarının bir düğmesine basıp günahların en büyüğünü işleyebiliyor. Bir eve gizlice girebiliyor, dolaşabiliyor, insanların hayatlarını seyredebiliyor, her an ne yaptıklarını izleyip hatta yorumlar bile yapabiliyor. Ya da isteyebilecekleri türden bir kadın yaratıp, o kadınla her türlü fantezi yaşayabiliyorlar ve isterlerse arkasından da bir cinayet işleyip huzurla bilgisayarı kapatabiliyorlar. İnternete girip bir sürü yalanlarla karşısındakini kandırıp onun hayalleriyle oynayabiliyorlar. Canı sıkılınca bir şehri yok edip sonra tekrar yaratabiliyorlar.. İşte bunların hepsini o bilgisayar denen makine, internet ile yapabiliyorlar. Hem de kendini ve çevresini rahatsız etmeden, yormadan sadece kendini tatmin ederek ve kötülüğün gizemini içlerine sindirerek.


Melek güldü.


-Bu çok iyi olmuş. Zaten senin varlığın insanlar için iyi olmuyordu. Bırak da böyle mutlu olsunlar ve Şeytan’a uymasınlar, dedi.


Şeytan ağlayarak konuşmaya devam etti.


-Ama artık sana da ihtiyaçları kalmadı. Onlar senden istediklerine de o bilgisayarlarla ulaşabiliyorlar. Büyük bir ev mi hayal ediyorlar. Karşılarında, güzel bir kadın mı hayal ediyorlar! İşte onlarla birlikte. Sınavlarında başarılı mı olmak istiyorlar işte bilgiler bilgisayarda. Evlenmek mi istiyorlar bilgisayardan kendilerine uygun eş adaylarının arasından seçiyorlar. Artık araba da istemiyorlar, çünkü evden hiç çıkmıyorlar ki, ne yapsınlar arabayı.


Melek bunları duyunca içi burkuldu.


-Hayır dedi, hayır böyle olmamalı, böyle olamaz. Bu insanoğlunun başına gelebilecek en büyük felaket..


Melek bu bağırma ile yataktan fırladı. Gördüğü bir kâbustu, hem de ne kâbus. Yüzündeki terleri sildi, yavaş ve korkarak tacına dokundu sonra yavaşça kanatlarını okşadı. Evet, hepsi yerindeydi ve o bir melekti. İşi ne kadar zor olursa olsun, ruhu ne kadar yorulmuş ve yaşlanmış olursa olsun o bu dünya için var olmalıydı. İnsanoğlu için tek ümit kaynağı o ve Şeytan’dı. İkisi birden bu insanlara ruhlarını kaybetmemeyi, yaşamayı, ümidi, sevmeyi ve nefret etmeyi, kazanmayı ve kaybetmeyi, gülmeyi ve ağlamayı anlatmalıydılar. Bıkmadan yorulmadan sonsuza kadar devam etmeliydiler.


Kâtip gözlerini açtığında ne olduğunu anlayamamıştı. Rüya içinde rüya mı görmüştü? Kendisi insanların inandığı solda bulunan ve günahları yazan melek miydi, yoksa güzellikleri yaratan, dilekleri olur eden melek mi? Ne olduğunu kendi de unuttu bir an. Bu nasıl bir çelişkiydi. Yine de kalkmalı işinin başına dönmeliydi. Neredeyse, daha önceki günlere göre iki saat fazla uyumuştu. Yani toplam iki saat kırk beş dakika. Acaba birileri fark etmiş miydi bu kadar uzun uyuduğunu? Kendine gelmeye çalışırken bilgisayarın acı çığlığını duydu. Katip Risale’si devreden çıkalı çok olmuştu ve suçları ikaz ediyordu. Binlerce suç oluşmuştu ekranda.


Ne yapacağını bilmeden bilgisayarın başına gitti. Ne olacak sanki dedi. Bu kadar yorulmanın ne anlamı var. Şeytanın teklifini kabul et ve şu programı devreye sok. Hemen maillerini girdi ve şeytana mesaj çekti.


“Haklısın. Ben de bu programın olmasını istiyorum. Biz yapamazsak bile parası neyse verelim, yapsınlar. Bıktım artık bu insanoğlundan. Ama tek bir şartla bunların hiç birinden Yüce ilahın haberi olmasın, tamam mı? İyi çalışmalar. Katip…


” Şeytan böyle bir mesajın geleceğini biliyordu aslında. Tek kendi tarafına çekemediği melek kalmıştı, o da şimdi kendi yanında yer almıştı. Mesajı okuduktan sonra zafer çığlığı attı.


“Teknoloji, sen ne büyük bir nimetsin!”

*

maviADA 2012 BAHAR SAYISI

15 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/706
bottom of page