top of page
Yazarın fotoğrafıŞenol YAZICI

Ayvalık'ta Bir Etkinlik

Güncelleme tarihi: 21 Ağu









Şenol YAZICI

*

 

Önceleri, bu işe hevesliyken, bir etkinliğe öğrenme aşkıyla gittiğimde şairi, yazarı, anlatıyı, yaratılan atmosferi, ayağındaki çoraptan bakışlarına kadar kişileri ince ince en yapısalcı bakışla gözden geçirir, sonra da nakış işler gibi eleştirmeye çalışırdım.


Sonra sonra yazarın başka bir şey, yazılanın başka bir şey olduğunun farkına vardım. Daha doğrusu on kitabı olan bir insanı bir anlık duruşuyla, yarım saatlik performansıyla, hatta o günlük haliyle değerlendirmenin isabetsizliğini fark ettim.


Hadi bakalım, Ahmet Arif'le bir kompartımanda gözünü kapatmadan yarım saat yolculuk yap, sonra da tek şiir kitabı olan Hasretinden Prangalar Eskittim'i oku... Belki de sizin doğanıza uymayacak bir yoldaş olacak A. Arif'ten dolayı o muhteşem kitaba ciddi bir haksızlık etmiş olmaz mısınız?


Doğrudur, sonuçta o bir tek şiir ya da 80 sayfalık bir kitaptır; çok şeydir, ama her şey demek değildir, ardında bir ömür de olduğunu unutmamalı... ve o ömrün öteki resimlerini görmedin.


Şimdi temasal bakıyorum. Yani izlenimci. Ne hissediyorsun? İlle de soracaksam sorularım da basitleşti; güzel anlatıyor mu, yazar mı, değil mi? Oraya kitap okumaya gitmiyorsun, dinlemeye gidiyorsun, amaçladığından bir yarar sağlamalısın değil mi? Buna da gerek yok biliyorum aslında; keyif aldın mı diye sormalı, hayatın bir ayrıntısı sonuçta...


Nerde o huy bende?


Belki bunun yanıtı aranabilir. Hangi ruh hali sizi bir bu sıcakta şiir dinlemeye götürür. Biliyorum da tanımlayamıyorum. Sonrası bir fırsat bulsam da sırası gelsin de seslendireyim diye kıvrandığım öznel yargılarım, sorularım da var.


Kim bir etkinliğe aklını kurcalayanların reçetesini almaya gitmez ki?

En başta iyi şiir nasıl yazılır sorusu yok mudur listede?


Yoksa estağfurullah, Nurullah Ataç mıyım ki ben; yaratıcılığın cehennemine o olur, bu olmaz diye insan seçeyim.


Hadi birbirini kandırmayalım, eminim ki aklınızda hep o soru vardır, çünkü sizin de anlatacaklarınız var: Benden şair, yazar olur mu diye soruyorsanız, uzun uzun tonla para ödeyip yaratıcı yazın kurslarına gitmenize, birilerinin kuyruğuna takılıp vereceği fetvayı ağzınız açık beklemeye hiç gerek yok. Küçük ve basit bir test yeter.


Hep derim, anlatma aşkı bir kez size bulaşmasın, artık duramazsınız. Çok değil, bir hafta kimseyle konuşmayın, ama hiç kimseyle... Bir haftanın sonunda önünüze çıkan ilk insana değil, ilk ağaca yedi sülalenizi anlatmıyorsanız bravo. Siz bilinen ölçütlerle kıyaslanamayan, acayip ama muhteşem bir insansınız. Ne var ki sizden değil yazar, iyi bir vakanüvist zor olur.


Yazar anlatmayı sevendir, doğru ya da yanlış. Okur ise dinlemeyi ... değil; Aksine iyi okur dinlemeyi hiç bilmez, kendi sorusunu sorabilmek için can kulağıyla dinliyormuş gibi yapar sadece. Aslında hayatın akışında doğru yeri bulup, ahengi bozmayan belli belirsiz ek yeri bıraksa da, muhabbeti zenginleştirme hüneri da olan soruyu bulandır.


Bu anlatmayı seven insanların bazıları, paylaşacak anlar birilerini bulamazsalar, kendileriyle konuşmaktan sıkıldıklarından, utandıklarından yazarlar.

Bir bölümü yetenekli, ısrarcı, işin ehli çıkar; onlar işte yazar olur. Ötekilerse yani soru soranlarsa yazarlık sırasını bekleyen okurlar...


Ama şu kaçamayacağımız gerçeğimizdir; insan anlatmayı sever. Bunu bildiği için de anlatma sırası kendine gelsin diye bize yani anlatılana sabırla katlanır.


Bu nedenle herkes az çok yazar şair olma potansiyeliyle doğar. KADER bu tohumu tetikleyebilecek bir yaşam, ki bu daha çok bir travmadır, uygun ve yeterli gün ışığı bulursanız ya gözünüz açık gidersiniz ya da YAZARSINIZ.


Her ne durum olursa olsun, ANLATACAK şeyleri olan insanlar güzeldir; kendinizi unutur sıkılmazsınız... Kuşkusuz derdiniz oysa...



Konuk şair, belki de işin başından beri sürekli değilse bile zaman zaman maviADA'da yazdı.

Ne var ki bir gün bir yerde tanışma şansım da olmadı.

Bu programa kadar Facebook'tan da arkadaş olan şairin nerde yaşadığına dikkat etmedim.


Ayvalık'ta etkinliği olduğunu duyunca pandeminin çoğalmasına hiç aldırış etmedim, bir maske alıp gittim. Dedim ya bu etkinliklerin güzel yanı kendinizi unutursunuz.

Benim de en çok unutmaya ihtiyacım vardı.


O arada fark ettim ki şair, uzun yıllar Almanya'da kalmış, şimdi Ayvalık'ta yaşıyordu.


Adını sıkça duyduğum SANAT FABRİKASI TİYATROSU'nun yerini zor buldum. Girişi olduğunu sandığım dar bir alanda düzenlenmişti etkinlik.


Mevlut Asar program koordinatörüydü, konuk şairden daha çok o yoruldu.


Bir buçuk saat süren iki gurbetçi şairin de yer aldığı etkinlikte şiir, şairin okuduğu, doğru yere denk getirilmediğinden kaynayıp giden birkaç şiiri saymazsak çok da yer bulamadı.


Daha çok "Ben Almanya'dayken hali" Almanya'ya göç, gurbet izlenimleri, Almanya'da Türklerin geliştirdiği kültür sanat hareketleri... asıl içerik oldu.


Yazar ve bir devrin öğretmen hareketi lideri Fakir Baykurt 1979'da Almanya'ya gitmiş ve Duisburg şehrine yerleşmişti. Onunla ortak anılarından söz ettiler.


18 KİŞİ



Etkinlik afişini ilk gördüğümde; "Ayvalık bir tatil yeri. Isı gölgede 30 derece, denize gitmek varken kim gelir de şiir dinler?" diye düşünmüştüm.


Ama öyle olmadı.

Sanat Fabrikası'nın küçük salonunda 18 kişi vardı.


Şiir edebiyatın kamberidir, okuru çok, okuyanı en çok sanırsınız, ama ne var ki özveri istediğinizde adınız bir Nazım, bir A. İlhan ya da egemen güçlerin şişirdiği yelkeniyle giden... değilse saygıyla dinleyecek bir kedi bulursanız şükredin.


En azından Ayvalıklıların bu ilgisi umut verici...

Konuşacak birileri var demektir.


HELE HELE, en yetkili ağızlardan "ucube sanat, şiir, roman uyuşturucuya alıştırıyor... "gibi akıl fukarası söylemlerin popüler olduğu günümüzde tüm sanat dalları için var olan ıssızlığı görünce 18 kişi bir mucize gibi görünür.


O nedenle küçük salona da ancak sığan 18 kişi, büyük TUYAPlarda boş salonlara konuşan çok şairi imrendirecek gibi.


AYVALIK'TA BİR ETKİNLİK II


Program işleyişi alçak gönüllü ama bir düzen içinde sürdü, bitti. İnsanlar ellerindeki kitapları imzalatmak için sıraya geçiyordu. Bana da yakışan o olurdu herhalde, birkaç kitap alıp imzalatır, hem de tanışmış olurdum.


Hep anlatır, yakınırdım: Etkinliklerimizde gelen kimileri saatlerce oturur, bizden ilgi bekler, yayınevlerinin çayını kahvesini içer, ama tek bir kitap alan çıkmazdı. Bu çeşme niye burda demezlerdi.

Öyle içerler ama bir şey diyemezdiniz.


Kitap var mı diye etrafıma bakındım, özellikle konuk şairin kitabını arıyordum. Yandaki masanın üstünde kitaplar vardı ama onun değildi, daha önceden hiç duymadığım Mevlut Asar'ın kitapları vardı. Aslında bu program onun adına gibiydi ama... Onun bir kitabını alıp masaya yöneldiğimde yanımdan biri önüme geçti, ASAR'ın kitaplarını imzalatmak için önüne koydu, bir şeyler konuşmaya başladılar. Onu sonraya bırakıp zorunlu konuk şaire yaklaştım:

" Kitaplarınız yok mu?" dedim. Ummadığım, nasıl denir, elektrikle karşılaştım. "Bitti," dedi sadece. Yine de şansımı zorladım: " Sizinle tanışıyoruz aslında, " dedim. Biraz daha ilgili mi durdu ne?"

Hiç ciddiyetini bozmadan;

"Nerden?" dedi.

Büyük bir özgüvenle

"maviADA'dan, adım Şenol Yazıcı. " Elimi uzattığımdan mecbur kaldı elimi sıktı, o arada da yüzünde bir gülücük şekillendi gibi geldi bana.

Dayanamadım, zor kontrol ettiğim ama ettiğim bir öfkeyle: "Mideniz mi ağrıyor? " dedim. Arkadaki gelsin der gibi baktı. "Arkada kimse yok," dedim.

Yürüyüp çıktım.


İlk işim facebook'tan o konuk şairi arkadaşlığımızdan çıkarmak ve engellemek oldu.

Bal döksem yenilmeyecek gibiydiler,

Arkadaş olsam ne olacaktı ki?


E ve geldiğimde hemen yazıp facebookta yayınladım son bölüm hariç .

Çünkü yazarken Ayvalık'la ilgili çok büyük hayallerim olduğunu, burdan o nedenle ev aldığımı, bir görgüsüz köylüyle yaşadığım deney yüzünden silip atmanın anlamsız olacağı, hatta büyük aptallık olacağını düşündüm. Yazı bittiğinde her olumsuzluğa bir kılıf bulmuş, hatta kendimi kötü niyetli bile addetmiştim


Hele yazımı paylaştıktan sonra facebookta o mesajı bulunca...


Biri tanıdıktı etkinliğin asıl yüzü Mevlüt Asar. Öteki de herhalde MevlütAsar'ın da aralarında yer aldığı bir edebiyat grubunun lideri olduğunu sandığım biriydi.

Yazdıklarımı çok beğendiklerini, çok başarılı bulduklarını söylüyor , aralarına katılırsam bundan şeref duyacaklarını söylüyordu ikisi de. Tek farkları Mevlüt Asar çok nazik, biraz çekingen gibi yazarken, İstanbul'daki epeyce parmağını sallayarak emir kipiyle konuşuyordu.

Mevlut Asar'a aynı nezaketle yanıt verdim. İstanbul'dakine ise bir yazdım, bir sildim, bir onun gibi parmağımı salladım, bir "kimsin ulan sen" dedim, sövdüm saydım. Bıraktım sonunda, göndermedim sanırım. Çünkü bilmiyorum.


Tabi ki her durumda halimden çok şikayetçi değildim. Niye olsun ki, ilk yazdığımla yeni geldiğim bir çevrede olumlu eleştiriler almıştım. Bir grup beni kabul etmeye hazırdı. Gerçi içim o anda bile "Sen edebiyat gruplarının bir menfaat çetesi olduğunu bilmez misin, siyasette de aynı şey yok mu? Sen grupçuluk, hizipçilik yapamazsın, bugün seni bir amaçla nedensiz bir övgüyle göklere çıkaranlar, yarın işlerine yaramadığında gene hiç nedensiz yerin dibine sokarlar, kendini anlatamazsın bile, girme bu işe," diyorsa da pragmatik yanım ne olacak ki diyordu, hatta olumsuz bakışımdan dolayı beni eleştiriyor, yargılıyordu da.

Sonunda ama o kazandı.


Geriye sadece bana kötü davrandığını düşündüğüm şair kalmıştı ki fark ettim ki onu sildiğimden pişmandım ve suçluluk duyuyordum.

AYVALIKTA ETKİNLİK 3

Her Konuk şairin




125 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/706
bottom of page