top of page
Yazarın fotoğrafıMîna URGAN

Bir Dinozorun Gezileri - Mavi Yolculuk IV

Güncelleme tarihi: 4 Ara 2021



Tekne yolculuklarında eğlenmesine eğlenirdik ama, ben eğlenip hoş vakit geçirmek ya da dinlenmek için değil, denizlerin ve kıyıların güzelliğini görmek için, çıkardım bu yolculuklara. Bir sahilin güzel olması için, hemen arkasında yükselen dağlar tepeler bulunmalı bence. Normandiya'ya gittiğimde, Manş Denizi'ni ve o uçsuz bucaksız kumsalı görünce hiç heyecan duymamamın nedeni, o güzel kumsalın arkasında yamyassı bir ovanın yayılmasıydı. Bu yüzden de, Ne denizin ne kumsalın çekiciliği kalmıştı benim gözümde. İyi ki, Anadolu'da, Ege, Akdeniz ve Karadeniz kıyı şeridinin hemen arkasında, yüksek tepeler ve dağlar var genellikle. Gökova bile, ova olmasına ovadır ama, o görkemli Kıran Dağları'yla çevrilidir gene de.


Mavi yolculuklar inanılmaz güzelliklerle doludur. Öteki yolcular, Bu sularda gezerken, İngiliz Amiralliği'nin hala kullanılan eski haritalarını inceler; gideceğimiz yerin gerçek adının şu mu ya da bu mu olduğunu tartışırlar (çünkü bu adların bazıları her kaptana göre değişir) o yerin tarihsel ve arkeolojik özelliklerini öğrenmek isterler. (Bunlara merak duyanların Azra Erhatın güvenilir bir bilgi kaynağı olan Mavi Yolculuk adlı kitabına başvurmaları yerinde olur.) Bense, ne ayıp ki, coğrafyaya, tarihe, arkeolojiye boş verirdim. Kendimden geçmiş bir halde, ancak güzellikleri görürdüm. Karya kıyılarında mı yoksa Likya kıyılarında mı bulunduğumuzu merak etmezdim. Ege Denizi'nden Akdeniz'e geçtiğimizi, haritalardan değil, suyun renginin değişmesinden; çok koyu, neredeyse lacivert diyebileceğimiz bir maviye dönüşmesinden anlardım. Bu koyu mavi öyle saydamdı ki, tuzlu suları lıkır lıkır içmek gelirdi içimden. Kendimi zor tutardım. Ara sıra da tutamayıp, bir iki yudum içerdim.


Bir koya girdiğimizde, o koyun tarihteki yerinden fazla, kıyıdaki kayaların arasından fışkırırcasına çıkan, neredeyse yatay olarak denize uzanan çam ağaçları ilgilendirirdi beni. Demir attıktan sonra, bir gemicimiz teknenin sandalına atlar, beraberinde götürdüğü çımayı o ağaçlardan birinin gövdesine düğümlerdi. Hem denize hem ormana bağlı kalırdık böylece. Ağaçsız bir kıyıya demir atınca da, geceleyin kumsala çıkar, bir ateş yakar, balık yerdik.


Sabahattin ile çıktığımız mavi yolculuklarda canımızın istediği kadar balık yerdik eskiden. Çünkü o sıralar hem bol bol balık vardı denizlerimizde, hem de bunları avlamak için tam teşkilatlı sandalıyla bir balıkçı götürürdük beraberimizde. Sabaha doğru ağların çekilmesini görmek, Sabahattin'in başlıca keyiflerinden biriydi. Ara sıra beni de yanına alırdı. Ağlardan kocaman ahtapotların çıktığı da olurdu. Onlardan korktuğumu anlayan hocam, ''bak ne güzel ahtapotlar'' diyerek, onlara bakmaya zorlardı beni. İstanbul'da adını bile duymadığım nice balık tanıdım böylece: Melanurya, lahos, piçuta, orfoz, sözde afrodizyak etkileri olan ve Kleopatra tarafından Antonius'a yedirildiği rivayet edilen skaros vb. dalgaların üstünde uçan balıklar bile gördük o günlerde.


Ama daha sonraları, denize açılınca, çoğu zaman ancak orkinos tutabildik. Kaptanı olduğu Şef teknesinde çıkan yangında genç yaşta yitirdiğimiz dostum Yarkın bunlara ''albakore'' derdi her nedense. Oltaya takılan bu kocaman orkinosları, Ancak Yarkın tekneye çekebilirdi. Çınlayan bir sesle ''albakore!'' diye attığı zafer çığlığını hala duyar gibi olurum. Albakore güvertedeki bir kasanın içine yarı canlı atılır; kaçmasın diye de kapağın üstüne ben otururdum. Akşamları güvertede mangal yakılırdı. Izgara edilen albakore filetoları rakıyla birlikte yenilirdi. Kaptan Yarkın'la ancak turist sezonu bittikten sonra kasımda denize çıktığımız için, o mangal bizi ısıtırdı.


En güzel deniz gezilerimden biri, çok usta bir kaptan olan Engin Cezzar'ın Kuma adlı küçük tirhandilinde, Behice Boran ve birkaç arkadaşla geçirdiğimiz üç dört gündü. Benim gibi deniz delisi olan Behice, sevinç içindeydi. Çünkü Ankara'nın siyasal yaşamının çirkefli bataklıklarından uzaklaşmış, Gökova'nın tertemiz sularına dalmıştı.


Ekim sonlarında çıkmıştık bu geziye. Arkadaşım Ahmet Kocadon da aynı mevsimde bizi Gökova'ya götürürdü. Kış başlangıcında, ara sıra ince yağmurlar yağarken, her yer ıssız ve biraz hüzünlüyken, koylarda bizimkinden başka hiçbir tekne yokken denize açılmaktan ayrıca hoşlanırım. Bir defasında, biz Kale'nin önündeki rıhtımdan tam demir almak üzereyken, iki genç kızın, Şef'e hayran hayran baktıklarını gördük. ''Şu zavallıları da alalım'' dedik. ''Gelin'' işaretimiz üzerine, kızlar hiç duraksamadan hop diye tekneye atladılar. Yeni Zelandalılıymışlar. Bir büroda sekreter olarak çalışıyorlarmış. Şef Bodrum'a geri dönünce, ''hayatımızın en güzel dört gününü geçirdik'' dediler bizden ayrılırken.


O kızlar haklıydı. Eski ve yeni tekne gezilerinde gördüğümüz yerler birbirinden güzeldi. Kiminin Şehiroğlu Adası, kiminin Şehir Adası, kiminin Sedir Adası dediği yerin antik tiyatrosunun sahnesinde, birlikte dans edercesine birbirine dolanmış üç zeytin ağacına ''Üç Güzeller'' adını vermiştik. Ama bu adanın asıl büyüleyici yanı kumsalıydı. Dibindeki kum sayesinde denizin rengi inanılmaz bir yeşildi. Kumsalına gelince, yeryüzünün hiçbir yerinde oradaki kumun eşi benzeri yoktur bildiğim kadarıyla. öteki kumlar gibi altın renginde değil, gümüş rengindedir. Büyüteçle bakınca, kusursuz yuvarlaklar ve ovaller görürsünüz. Normal kum gibi parmaklarınızın arasında ezilmeyen bu kum taneleri, nerede ve ne zaman yaşadığını bilmediğimiz gizemli bir böceğin kabuklarından oluşmuş, yani bir çeşit fosilmiş bir söylentiye göre. Gerçeklere pek uymayan, ama çok şiirsel başka bir söylentiye göre de, Antonius, Kleopatra'nın hoşuna gitsin diye, o eşsiz kumu üç kalyona yükleyip, çok uzaklardan getirip Sedir Adası'nın kıyısına dökmüş. Bu yüzden, halk arasında ''Kleopatra'nın Plajı'' denir bu kumsala. O kumun romatizmaya ve her çeşit bedensel acıya şifa verdiğine inananlar da var. Benim ise ruhuma şif verdiği kesin. Çünkü yıllar önce oralardan getirdiğim kumu bir kaseye koydum. Üstünü minik deniz kabuklarıyla süsledim. Bir büyüteçle o kuma baktıkça, doğanın bu mucizesi karşısında içim açılıyor. Oraya giden herkes bu kumdan biraz aşırıyor anlaşılan. Çünkü son gidişimde kumun alınmasını yasaklayan bir tabela koymuşlar oraya. Üstelik Sedir Adası bir açık hava müzesi olmuş; oraya bilet kesilerek giriliyor artık.


Şadi Çalık 1960'lı yıllarda, mvi yolculuklardan bir iz bırakmak için, Kleopatra Plajı'nın bir köşesine bir anıt dikmişti. Bu kayayı ıslak betonla kaplamıştı ve hepimiz avucumuzla parmaklarımızın izini bırakmıştık orada. Ama dalgalar ellerimizin izini sildi zamanla. Mavi Yolcular, bir sanat eseri daha bırakmışlardı başka bir yere: Bedri Rahmi, kiminin Taşkaya dediği Osmanağa'daki Akpınar çeşmesinin yanında bir kayaya, koskocaman bir göze benzeyen, kırmızı ve siyah bir balık resmi yapmıştı. Bu balık resmi zamanla öyle ünlü oldu ki, oraya ''bedri Rahmi Koyu'' demeye başladılar. Bir de ''Seni düşündükçe, bin çakıl taşı ışır içimde'' dizesi kazıldı kayaya.


Sedir Adası'nın kumu gibi, Ölüdeniz de doğanın yarattığı bir mucizedir. Canlı, hem de müthiş canlı olduğu için, oraya ''Ölüdeniz'' değil, ''Gizli Deniz''demek çok daha yerinde olur bana kalırsa. Çünkü o deniz gerçekten de gizlidir. Kıyı şeridine bakınca, o kayaların arkasında bir iç denizin bulunduğunu hiç anlayamazsınız. Ancak, herkesin bilmediği belirli bir köşeyi dönünce, çam ağaçlı dik yamaçların çevrelediği, büyükçe bir göl boyunda o durgun ve ılık sular ansızın karşınıza çıkıverir.


Bu gizli denizin keşfiyle ilgili çok acıklı bir söylence var. Bir babayla oğlu, küçük sandallarında fırtınaya tutulmuşlar. Oğul, o sarp kayalara biraz daha yaklaşırlarsa, güvenilir bir koya sığınabileceklerini söyleyip, oraya yönelmek istemiş. Baba buna inanmamış, sandalın kayalara çarpıp batacağı korkusuyla, çocuğu durdurmak için, başına kürekle vurunca, oğlu suya düşüp boğulmuş. Baba, ancak iş işten geçtikten sonra, çocuğun doğru söylediğini anlamış.


Bu dünyalar güzeli Gizli Deniz'in de kirletileceğinden ödüm kopuyor. Çünkü eskiden, ancak denizden gidilebilirdi oraya ve bitişiğindeki büyük altın kumsala. Oysa şimdi, Fethiye'den kalkan minibüsler, yığınla yerli ve yabancı turist taşımakta oralara. Saatlerce yüzebileceğiniz, durgun ılık suların çevresindeki yamaçlara da ''site'' denilen o baş belası beton kutular dikilmiş. Motörlü teknelerin Gizli Deniz'e girip demir atmaları yasaklanmış iyi ki; ancak motörsüz küçük botlar ve sandallar girebiliyor bu güzel sulara.


Mîna URGAN

Ekleyen : Zeliha AYDOĞMUŞ


Mina URGAN'ın yazdığı, Bir Dinozorun Gezileri kitabındaki Mavi Yolculukları...


(75-78 sf.)


Etiketler:

22 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/706
bottom of page