top of page
Yazarın fotoğrafıŞenol YAZICI

Bildiğiniz Kadar Yalnızsınız


-Herhalde yaşamayan en son anlar; Bir yaşayın hele arkasızlığı, adamsızlığı, ufkunuz dünya kadarken tek bir anlatacağınız olmamasını yaşayın.

Yaşayın da görün; çapınız kaç kırat?-


Şenol YAZICI

*

Robinson'u sevmiyorum artık, Daniel Defoe bildiğim en büyük yalancı. Uygarlığın kültür birikimiyle donanmış bir insanın yabanıl bir ortamda ekmeğini, yemeğini bulması, hükmetmesi yamyamlara en zoruymuş gibi anlatıyor. On beş yıl o adada kalan adamın yalnızlığına değinilmiyor bile. O gün bu gün bir yığın okumuş insan, dünyanın en zor, en acı, en pahalı deneyimini; adaya gitmeyi, yani yalnızlığı özlüyor.


Bir yaşayın hele; arkasızlığı, adamsızlığı, ufkunuz dünya kadarken tek bir anlatacağınız olmamasını bir yaşayın.


Kötülük, erdemsizlik hep vardı. Onlara karsı koymaya çalışan iyilik de.
Ya yalnızlık; o, ne zaman ortaya çıktı?

Ademle Havva cennette kurala uymadılar. Habil Kabil'i öldürdü. Üşüyen insana acıyan Promete ateşi çaldı. Tanrılar oğullarını zincire vurdu, ciğerlerini yedirdi kartallara gün boyu. Ola ki dersini unutmuştur diyerek onardıkları bedenini gün doğumunda aç kuşlara sundular yeniden.


Sokrates savaşa atla katılmak istedi, soylular sınıfından biri olmak, ömür boyu gelire kavuşmaktı arzusu. Soylular, hiçbir zaman yeterli bulmadıkları kazançlarını bu ağzı iyi laf yapan adamla bölüşmeyi mi düşüneceklerdi? Onlara göre Sokrates, kargaşa yaratıp antik devrin demokrasisini bozmaya çalışıyordu; kendi ölümünü içmesini istediler ondan


Baş kaldıran köle Spartaküs, yedi bin arkadaşıyla birlik Roma'ya uzayan yolda korkuluklar gibi çarmıha gerildi.



.


Cengiz Han, çevresindeki bir yığın Moğol, Türk, Kırgız, Çinli yağmacıyla Harzem'leri kırdı geçirdi. Semerkant'ı, İskenderiye kitaplığına denk Buhara kitaplığını yaktı. Tek bilim adamını bile sağ bırakmamaya kararlıydı. Selçuklu veziri Saadettin Köpek, uyruğu ve egemen ulusu Türkmenleri kılıçtan geçirtmek için Moğollar'ı çağırdı Orta Asya'dan.


Deli İbrahim, yaşadığı sürekli ölüm korkusunun etkisiyle olsa gerek hem aklını hem erkeklik gücünü yitirmişti. Sarayda Osmanlının Rasputin'i Cinci Hocanın muskalarıyla aklını geri alamadı ama diğerini fazlasıyla almış olmalı ki sayıları yüzleri aşan cariye yetmedi, kadın bırakmadı ülkede. Deli İbrahim, imparatorluğu benzerleriyle doldurmaya kararlıydı. Sivas Paşasının karısı hoşuna gidiyordu, resmen istedi. Paşa iyi bir kul değildi. Her bir şeyin sahibi padişah efendisine, bir karısını çok gördü. Verilmeyince ordu salındı üstüne. Ayaklandı paşa. Kan gövdeyi götürdü.

Şarkıda der ya;












''Sen Fatih'in tohumusun, Ben Deli İbrahim'in.''


Kötülük hep vardı. Ona karşı koyan iyilik de...Ya yalnızlık, ne zaman ortaya çıktı?

Sağlığı gitgide bozuluyordu. Sorun karaciğerdeydi ve içki hasta bir karaciğer için en tehlikeli olandı. M. Kemal Öke, neden çok içtiğini sorar Atatürk'e. Yanıt, yüreğinizin orta yerine saplanan bir bıçaktır. Adamsanız sadece saplanmaz, orada kanırtılır.


"Sen ne kadar yalnız olduğumu bilir misin çocuk?


Bu bilinen anlamda yalnızlık değil; arkasızlık, adamsızlık, dayısızlık, cenazeni kaldıracak dört kişiyi bulamayıp belediyeden yardım istemek değil. Ya da ölmek büyük bir kentin, pahalı bir semtinde, ömür harcanarak alınmış dairenizde, bir başına ve bir hafta sonra duyması komşularının değil. O hep vardı. Salt bireylere de özgü değildir. Kimi ailelere, kimi uluslara kısmet olmuştur.

Kuşkusuz ulusların yalnızlığı en zorudur.


Kalabalıklar içinde tek başına olmak, anlar bir adam olmayışı...olmak şairin dizelerindeki gibi;


''Yalnızlık paylaşılmaz,

Paylaşılsa yalnızlık olmaz.''


Ya da Atatürk'ünki gibi...


İşte öyle bir yalnızlık benim dediğim. Öyle zamanlar olur ki anlatmak değil, anlayacak olanı bulmak sorundur. Atatürk kendini anlayacak olanı buldu mu? Her devrimden sonra, tek tek kopan arkadaşlarını, karşı cephelerde yer alan, canına bile kasteden arkadaşlarını bir anımsayın. Ya ölümünden sonra olanları...şimdi ne kadar anlıyoruz?


Nesimi'nin ardında adamı mı oldu ya da Hellac ı Mansur'un ya da 'Sokrat büyük filozoftur, asılmasın' diyerek Atina sokaklarını dolduranlar mı vardı? Galile'yi kim savundu sanki? Oysa Hasan Sabbah'ın yığınla adamı yıllarca kan kusturdu orta doğuya. İnancına mı hayranlık duyuyorlardı yoksa vadettiği haşhaş cennetine mi? Günümüzde de nerede kirli iş yapan varsa, onu ölümüne izleyen bir yığın adama, üst düzey ilişkilere, akıl durduracak paralara sahip olabiliyor. Beri yandan tüm yaptığı ülkesini çağdaş uygarlık düzeyine taşıma gayreti olanları, Bahriye Üçokları, Uğur Mumcuları öldürüyorlar, ondan sonra da iyi adamdı deyip ardından yas tutuluyor. İnsanlık için iyiyseniz yalnızsınız, her türlü felaketi bekleyin. Ama endişelenmeyin, pastadan pay alamayacak hale geldiğinizde 'itibarınız iade' edilecek, öldükten sonra işinize yarar mı bilmem, kalabalık da olacaksınız.


Atatürk'ün durumu ayrı. Onun ilkeleriyle yaşıyor Cumhuriyet ve önü kesilenler bunu hazmedemiyorlar. Yoksa misyonunu tamamlamış bir lider olsa nereye koyacaklarını şaşıracaklar.


Ne kadar okumuş, yazmış, erdemli, ilkeli, azıcık aklı olan insan varsa tanıdığım, ya özellikle yalnız bırakılmıştır ya da kendi seçmiştir yalnızlığı. Okumayı zor sökmüşlerin, hırsızlar kralının ya da kumarbazların, ahlaksızlıkta Lükres Borjiva'yı sollamışların çevresine bir bakın, yığınla insan. Adamlar neşe, muhabbet kaynağı belki ondan. Ama kesin bir şey var, ruhsal dağarcığın dolmaya başladıkça, aştığın çıtalar yükseldikçe, büyüdükçe, ufkun genişledikçe artan bir yön bu tür yalnızlık. İlkelleştikçe, azaldıkça görüp bildiklerin o da azalıyor. Belki o zaman diğer tip adamsızlık, dayısızlık, arkasızlık gibi yalnızlıklar gündeme geliyor.


Bu tür yalnızlık sanki yeni bir tip hastalık, AIDS gibi çağla ilişkisi var. Günümüzde kişi, bilgi birikimini artırmak, enginleri görür olmak şansına daha çok sahip. Bu günün lise mezunu, ortaçağın çoğu bilgesinden fazlasını biliyor. Yüzyılların kültür birikimi aktarılmış ona. Öteki el yordamıyla, bir beynin gücüyle aralamış karanlığın pencerelerini. Bildikçe yalnızlaşmış ikisi de, bilgisi oranında erdemi, büyüklüğü oranında. Hadi Sokrat anlamasalar da anlamaya çalışıyorlar diye paylaşıyordu öğrencileriyle düşüncelerini, hadi İbni Sina'nın kadın ve şarap gibi ilgileri vardı, kütüphaneler değil ama meyhaneler hep doludur, çok yalnızlık çekmemiştir. Peki İbni Rüşd, bu Cordova'lı, sürekli akıllı olmayı öneren, Tanrının da akılla bulunması gerektiğini savunan, bu yüzden de sürülen düşünür, neyledi kimsesizliğini?


Bildiğiniz, aydınlandığınız kadar yalnızsınız sanki. Aydınlandıkça sürüden kopuyor, gitgide teke iniyorsunuz. Öyle bir yerine varıyorsunuz ki piramidin, bilgilerinizden başka kimseniz yok. Onlarla konuşabilir, onlarla sevişebilir...misiniz? Bir ödülünüz, kendi ıslığınız kendi türkünüz. Bir de taşıyamadığınız huzursuzluğunuz ya da zorlanmak. Bu hızlı bireyleşme tek başına çağın sorunu değil anlaşılan. Bilinç düzeyindeki artış, kendi beğenilerinizin yükselişi ve savunulur oluşu dünün sorgusuz uyumunun yerini alınca yalnızlığınız da başlıyor. Belki de bundan batı, birey haklarını daha bir ön plana çıkardıkça, gerektiğinde o bireyi ailesine, devletine karşı savunur oldukça yaşanılır olmuş.

Biz hala o noktadan çok uzağız...

O nedenle en güçlü kalelerimize önce yalnızlık girer.


Zorlamak dedim ya, belki de bir yerde arzulamadığınız, seçiminiz olmayan zorlanma yakalıyor sizi önce. Düşünmek zorunda bırakıyor.


İstemeden düşünür oluyorsunuz.


Farkına varmıyorsunuz ki herkesin gözünün kör olduğu yerde, tek gözünüzün açık olması resmen suçtur. Üç boyutlu bile göremeyen minik tek gözünüz nedeniyle, körlerin saldırısına uğradıkça, üçüncü kanadını açmak zorunda kalıyor yüreğiniz.


Bir arkadaşım vardı. Daha okul yıllarında bizden hep bir adım öndeydi. O yoksul koşullarda bulur buluşturur bir prens kadar temiz ve özenli giyinirdi. Ben O'nun hiç yere tükürdüğünü, küfrettiğini görmedim. Şimdi düşünüyorum da tuvalete de gitmez miydi ne, öyle mükemmeldi. Duvar gazetesine yazdığı yazılar çok başarılıydı. Şiirleri yüreğimizi kaldırır, sevgililerimize O'nun şiirleriyle anlatırdık tutkumuzu. Ben ondan çalmışımdır 'bir güvercin kanadına tutunmak' deyişini. Belki bu yüzden, belki yüz adım ilerde olması yüzünden hep düşmandık ona. Kınar, eleştirir, kulplar bulur, saldırır, karalardık Onu, hiç birimize bulaşmadığı halde. İyi bir sporcu olmasa her fırsatta dövecektik ya, başa çıkamayacağımız belliydi. Yine de saldırılarımız asla durmazdı. Çoğu kez bize yanıt bile vermezdi. Ne var ki içten içe korkunç kırıldığını güzel gözlerinden duyumsardık. Nedenini anlayamadığı bu düşmanlıkları bir yerlere oturtamaz, bizden tiksinti duyar, küserdi. Hep yalnızdı. Ondan hiç vazgeçemeyen, bu da bizi deli ederdi ya, kızları saymazsan hep yalnızdı. Bize yaklaşsa başına gelecekleri biliyordu belki ondan.


Küsmesi düşmanlık değildi. İşimiz düşse elinden gelen her türlü yardımı yapardı ama, bizimle hiçbir zaman dost olamayacağını kestirir, hiçbir şey beklemeden uzaklaşırdı.


Şimdi anlıyorum onu. Adam baktı mı insan gibi bakardı; insan gibi bakmayı hala öğrenememişsek bile tanıdık artık. Kazandığımız birkaç özellikle değiştikçe, yol aldıkça artıyor yalnızlığımız ve anlıyorum.


Arka mahalle çocuklarıydık. Kimsenin yürümeyi bilmediği yerde uçmak ne büyük cezadır bilemedi. Fazla geldi çevresine. Öğretmen oldu. Onunla aynı örgüte kayıtlı arkadaşlarınca ele verildi. O kimseyi ele vermedi. Hapse düştü, karısı delirdi. Dava arkadaşları, korudukları kaçtı ondan. Çıktığında ayyaştı. Ayıkken deli gibi bakan gözleri, bir içince o eski insan bakışlarını yakalıyordu. Öyle zamanlarda şiirlerini okuduğu oluyordu; elinden tutan olsa Onu çok yere götürecek şiirlerini.


'Neden herkes herkesi ele verip en namuslusu olurken yurttaşın, sen yapmadın?' demiştim. Gözleri dolmuş, yanıtsız boşluğa bakmıştı. Anlamazsın der gibi, gülme, ağlama arası gülmüştü. Kim kabullenmiş aptal olduğunu, gene de inat etmiştim.


''Büyümek zor iştir'' demişti. ''Salt bedence değil, akılca, ruhça.'' Öyle bir noktaya varırsın ki artık duramazsın. Kendinle yarışırsın. Ulaştığın dünyanın deneyimi yoktur, olmadığı için de her yasayı kendin yapmak zorunda kalırsın. Ve üstüne üstlük bu yasaların kusursuz olması gerekir, çünkü ilk sana uygulanacaktır. Yükünü kimse anlamaz, onlarca büyük erdemle donanmış önemli bir insansındır, öyle de yalnızsın.


Onu dinledikçe yeni erdemler, yeni istekler için tek başlarına ileri giden, yaşamda kaybolmuş ve yolları üstünde kendilerine yabancı ve kendilerini anlamayan arkadaşlara rastlamış insanların sonsuz kederini düşünürdüm. Bu çeşit tek başına kalan adamların yaşamı acı olmalıydı. Zaman onları istediklerinden ayırır, fakat ektikleri çok az iyi bir toprağa denk gelirse iyi şeyler ekerlerdi.


Yaşamla tek başına boğuşarak büyümüş, onun tarafından yenilip, çamuruna hapsedilmiş bir adam tarihin en büyük filozofundan daha filozoftur. Çünkü hiçbir zaman soyut bir düşünce acıların bir beyinden çıkardığı kadar güçlü ve renkli bir şekil alamaz. Bu güçlü ve renkli biçim insanların içten içe hoşuna gitse de, kendilerindeki birtakım eksiklikleri yansıttığından dolayı hiçbir şekilde sevilmez.


En son bir kadınla birlikte bir kamyonun altına girip öldüklerini duydum. Kadın kendinden on beş yaş büyüktü. Kendisi otuz beş yaşlarındaydı.


''Ama anlıyor,'' diyordu. ''En azından anlıyor gibi durmayı çok iyi beceriyor ve ben onun yanında kendimi yalnız hissetmiyorum.''


Robinson'u sevmiyorum artık, Daniel Defoe bildiğim en büyük yalancı. Uygarlığın kültür birikimiyle donanmış bir insanın yabanıl bir ortamda ekmeğini, yemeğini bulması, hükmetmesi yamyamlara en zoruymuş gibi anlatıyor. On beş yıl o adada kalan adamın yalnızlığına hiç değinilmiyor. O gün bu gün bir yığın okumuş insan, dünyanın en zor, en acı, en pahalı deneyimini; adaya gitmeyi, yani yalnızlığı özlüyor.


Bir yaşayın hele, arkasızlığı, adamsızlığı, ufkunuz dünya kadarken tek bir anlatacağınız olmamasını bir yaşayın.


Atın kendinizi aklınızı zorlayacak bir yükseklikten aşağı. Açın üçüncü kanadınızı. Uçmayı deneyin, var olduğunuzu göreceksiniz o içinizde bir yerde saklı. Çapınız yoksa yere çakılırsınız. Ama varsa kanatlarınızın en güzel renklerle tüm göğü kapladığını göreceksiniz.


Ne kadar dayanırsınız onu bilemem ama bu yalnızlık okyanusuna ne kadar dayanırsanız o kadar büyüksünüz bilin.


Şimdi onları biraz daha anlıyorum, en insanları; en akıllıları, en önde olanları, en zenginleri, en güçlüleri...en yalnızları anlıyorum.


ATATÜRK'ü anlıyorum.

*

15.11.2022

ÇOK OKUNANLAR
sayfasında 150 görüntüleme, 18 beğeni, 1 yorum; İNTERNET ANALİZLERİ 300 ZİYARETÇİ

178 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

1 Comment


Nurten B. AKSOY
Nurten B. AKSOY
Dec 17, 2021

"her zaman yalnızdım

yanardağlar kadar yalnız

ey kafiye sevenler,

şimdi beni gökyüzünde bir yıldız sananlar, yanıldınız!

nankörlük etmeyeyim gene de,

yalnızlığımı daha az hissettiğim anlarım oldu yalnız..."


Murathan MUNGAN



Like
1/706
bottom of page