top of page

BİZİM ARAP

Niyazi UYAR*


Hasat işlerini bitirince, ahşap evimizin tadilatını yapacaktık. Kırık kiremitlerden giren yağmurlar, çatımızın merteklerini çürütmüştü. Anam:


“Şu mertekleri, direkleri değiştirmezsen, çatı tepemize göccek!”

“Değişcek, değişcek, garı başınla her şeye garışıyon!”

“Garışırın tabi, iş goleyi mi biliyon sen?”

“Sen omazsan, aç galcez, halımız duman buban mı görüyo benim işlemi, gavır garı?

“Bubamın adını ama azına, Allah daş ede seni!”

“Bilen bilmeyen evliya sancak bubanı!”

“Bubamın adını ağzına ama dedim; sonra garışmam bak!”

“Benden bulma kit gız kör şeytanından bul!”

“Bulması mulması yok, şu kadacık kokuyosam senden, aha şudan şure kihmeyen!”

“Şimdi elimden bir kaza çıkcak, tövbele olsun! Yarım canın va, bi fursa bi de ye vurcak!”

“Elinden geleni akana goma!”

 “Gören, duyan da dediklerinin aslı va sancak… Gız kör garı, namı kör garı, aşlığı dişliği benim evimde buldun sen! Utanmadan geçmiş gaşıma vır vır edip duruyon, uluk garı!”

“…”

Sonra kırlangıcın kuyruğu suya değdi değmedi misali, koca bir kavga tüterdi.

“Anana da babana da…”

“Anan sarımsak, baban soğan…”

“Sen…”

“Aha senin…”

“…”

“Öldürsen de decen, kesen de…”

“Allah ıslah etsin!”


Asmalca Kaşı’ndan kesilen çam tomrukları uygun yerlere istiflenmişti. Pırnalların siperlerine taşınan tomruklar, güneşin altında kurumaya bırakılmıştı. Oğlu Mustafa:

“Bugün yeter, yoruldum, yarın devam edelim!”

“Çok iş yaptın yorulcak! İş götü yok sizde, görün böyle çalışmak nasılmış öğrenin! Ehmek yemeye benziyo mu?”

“Yoruldum buba, neden yalan söyleyeyim!”

“Tamam, tamam, yarın devam ederiz. Şafakla kaldırın bak habarın osun!”

“Tamam, kaldır!”


Yukarıdan köy tarafından, aynı sülalenin çocukları öküzleri, danaları, boğaları önlerine katmış, Yusuf’un hayrat armutlarından beri gelmekte. Besbelli çay mevkiine gidecekler. Ben de onlarla gitmek istiyordum. Çayda eğlenmek, yüzmek, Atatürk gibi çay geçmek*… Babamın izin vermeyeceğini bildiğim için, bir şey diyemiyordum. Çaya gitmek, eğlenmek, yüzmek, balık tutmak, gülmek, çocukça sevdiklerimizden bahsetmek, Atatürk gibi çay geçmek… İçim kaynıyordu. Cesaretimi toparlayıp:


“Baba bende onlarla çaya gitmek istiyorum, öküzlerimiz yoruldu, hem dinlenirler, hem de çayda ot çok,  garınlarını doyururlar bi güzel…”

“Omaz, Mıstava agamın Fındık’la bizim Arap birbirine hasım, dövüşürle mövüşürle, bu iş gayıt zamanı bişe olur, omaz!”

“Vuruşsunlar, dövüşsünler, Arap onu yener!”

“Yenmesi değil, bu iş gayıt zamanı ne ederiz sonra, omaz diyon!”

“Ama ben çok istiyom, öküzle hem yeşillik yer, hem gözleri gönülleri açılır!”

“Bak Süleyman, bir şey osa elimden çekeceğin va, kimse elimden alamaz, habarın olsun!”

“Tamam!”


Dünyalar benim olmuştu. Ne kadar sevindim, tarif edemem. Çayda yüzmek, balık tutmak, Atatürk gibi çay geçmek…


Çaya varmaya az kalmıştı. Koca Ali’nin yara geldiğimizde, Amcamın Fındık’la bizim Arap, bir kapışmaz mı? Ortalık toz duman içinde kalmıştı. Ak toprağın tozu bir şey görmemize mani oluyordu. Bir Fındık, bir Arap üstünlük sağlıyordu. Arap, Fındık’tan daha genç, daha ataktı. Gençti, ataktı; lâkin gün doğmadan başlamıştı tomruk çekmeye. O yüzden iyiden iyiye yorgun düşmüştü.


Arap, adı gibi kapkaraydı, karanın karası gözleri, kara tüylerinin arasından bir volkan gibi parlıyordu. Yerinde yurdunda duramazdı, Babam ona çift sürmeyi öğretmek için ne çok uğraşmıştı. Boyunduruk, sevle… kırıp dayandırmamıştı.


Arap’ın karnı toksa keyfine diyecek olmazdı. Durmadan eşinir, böğürürdü. Kimse yanında çevresinde duramazdı o zaman. Ne edeceği belli olmazdı çünkü… Bağırır, böğürür, eşinir, toprakları göğe çıkarır; boynuzlarını toprağa sürter, her şeye meydan okurdu. Anam bile yaklaşamazdı yanına. Bir abim, bir babam ilgilenirdi yalnızca… Hele bir de baharın yeşilini yemişse…


Arap diye seslenince, başını kaldırır, sesin geldiği yöne döner, sonra “buradayım, bir şey mi var,” der gibi devam ederdi. Gücünü, cesaretini sahibinden almıştı. Hüseyin Amca’nın da gözü karaydı. Gözünü budaktan esirgemez, öfkelendi mi cihana meydan okurdu. Ol sebepten ötürü bir Allah’ın kulu gözünün üstünde kaşın var dememiş. Haklısına haksızına bakmaz, kim olursa tepesinin üstüne dikiverdi adamı. Serde de pehlivanlık da olunca…

“Benim gençliğimin ateşi var bunda! Arap, Arap’ım benim,” diye sevip tımar ederken tarifi imkânsız bir keyif alırdı…


Yarım saattir süren dövüşte Arap iyice yorgun düşmüştü. Fındık da öyle adı gibi fındık değildi. O adı ne diye vermişlerdi, kimse bir şey bilmiyordu. Öküz azması: Baş baştan, kıç kıçtan çıkmıştı. Arap’ı süre süre yarın ucuna kadar getirdi. Bir tos vursa, Arap on beş metrelik uçurumdan aşağı düşecekti. Arap, bir boynuz darbesi ile Fındık’ın alnını yardı. Saniyesinde oluk gibi kan ortalığı kan leşe çevirdi. Fındık acıyla geri çekildi. Arap, onu yokuş yukarı sürdü. O esnada kendini yana atarak, güç dengesini eşitlemeye çalışırken, boş bulundu…


Hepimizin büyüğü Yunus, elindeki sopa ile dövüşü ayırmak için vurmaya başladı. İlk sopayı Arap’a indirdiği için Arap, geriledi. Öfkenin en büyüğü ile Yunus’a baktı. Bu bakış, “bunu yapmayacaktın, Çoban Yunus, bunu yapmayacaktın, beni bitirdin, zaten yorgundum, üstüne bir de sen,” der bakmıştı Tam o anda Fındık, Arap’a hırsla saldırdı. Panikleyen Arap’ı aşağı doğru sürmeye başladı. Bundan sonra Arap’ın kendini toparlaması imkânsızdı. Böğürdü mü dağı taşı inleten, hasımlarının yüreğine korku salan Arap…


Çoban Yunus, elindeki sopayı boyuna vuruyor, vururken de “höst, höst, dest dest…” diye yırtınıyor; ama ne çare. O bağırdıkça Arap’ın paniği daha bir artıyordu. Fındık da bu sesi, dost sesi bilip daha bir saldırıyordu. Son gücüyle Arap’ı tam yarın başına kadar getirdi.

“Eyvah Arap’ım, Arap’ım! Yunus abi Arap yardan aşağı düşcek. Fındık’a vur, Fındık’a vur elindeki sopayı, Fındık’a! Dest, dest… höst, höst…”


Arap yarın ucundaydı artık, hiçbir mucize bu gidişi tersine çeviremezdi. Bir efsane biraz sonra sona erecekti…


Arap, on beş metrelik uçurumdan iki tonluk bir külçe gibi indi. Sesi karşı yamaçlarda patladı. Metreslik Tepesi, Asarlık Tepesi, Encekler Çamlığı bir acının bir sonun böğürtüsüyle yankılandı.


Volkan volkan parlayan gözler, açılmamak üzere kapandı. Öküz azması Fındık, Çoban Yunus’un kalleşliği, Hüseyin Amca’nın tomrukları… Arap Efsanesini bitirdi. Ele avuca sığmaz, boyunduruk almaz Arap, ona yakışmayan bir sonla elveda dedi yaşama…    

***

*(Çocuk konuşmalarımızdandır çayda eğlenirken, “Atatürk böyle çay geçmiş, gâvurları böyle tepelemiş” derdik.)

Σχόλια


1/384
1/5
bottom of page