top of page
1/2

BİR DÜĞÜN HAVASI








Niyazi UYAR*


Yeğenin düğünü çamlık bir mekandaydı. Haziran sıcağı her şeyi kasıp kavururken, çamların esintisi az biraz serinletiyordu. Düğün evi oyun evidir, derler ya. "düğün evinde oynanır, ölü evinde ağlanır!" Ölü evinde tanısın, tanımasın gözyaşlarına hakim olamaz, yanaklarından aşağı süzülüp gider gözünün yaşları. Eh düğün evindeydi ya, icabını yerine getirmek en iyi becerdiği şeylerdendir: Çalgıyı duydu mu, fıkır fıkır kaynamaya başlar.


Meydan loş bir ışıkla aydınlatılmış, sandalyaler dizilmiş, davetliler gelmeye başlamış, Yaşlı Kurt da düğün alayının meydanı doldurmasını beklemeye başlamıştır öteki konuklar gibi. Gülerek, parmaklarını şaklatıyor, alkış yapıyor; esas siz beni biraz sonra görün der gibiydi hali.


Düğün evinde kazan kazan yemekler pişmiş, kazanın biri bitince öteki kazan sıradadır çoktan. Gelenler, gidenler. Bütün kasabayı doyurmakla kalmamış, yakın uzak yerlerden sayısı belirsiz davetliler. Etli nohut, pilav, yoğurtlu makarna, tatlı, hele keşkek; yemede yanında yat, tam da öyle. Keşkek, olmazsa, olmazıdır düğünlerin…



Düğün başlamış, oyun pisti dolmuş, herkes ritme uysun, uymasın oynamaktaydı. Adına Roman havası denilen oyun havası pek de Roman havasına benzemiyor ya, neyse Roman havası demişlerdi işte. Roman havalarından çok, Ankara havalarını çağrıştıran bir oyun havasıydı.


Bizim Yaşlı Kurt meydan almış, havanın ritmine kendini kaptırmış, seke seke oynamakta. Onunla birlikte oynayan ötekiler halka olmuş alkış tutup oyununa oyun katmaktalar. Yaşlı Kurt, zıplıyor, sekiyor, bir sağa, bir sola doğru gidiyor.  Bir ayağını çekiyor, öteki ayağı üstünde birkaç daire dönüyor. Sonra öteki ayağını çekiyor, diğer ayağının üstünde birkaç daire daha da çiziyor. Halka olmuş oyuncular, alkışla destek olmaya devam ederken Yaşlı Kurt’un oyununa aşık olmuşçasına coşturmakta.










Birden Yaşlı Kurt zınk diye durdu. Halka olmuş oyuncular da durup merakla beklemeye başladılar. İşte tam o anda orkestra durmuş, izleyenler susmuş, meraklı gözlerle ne olacak sorusunun yanıtını aranmaya başlamış. Düğünün az önceki hareketli, müzikli ortamı derin bir sessizliğe gömülmüştür.








Bundan on, on beş yıl önce can arkadaşlarının oğullarının sünnet düğününde oynadıkları “çökertme,” zeybeği ile sevmişti Muğla yöresinin oyunlarını. O iki, güzel arkadaşı ne de güzel oynamıştı Çökertmeyi…


“Kerimoğlu,” dedi Yaşlı Kurt. Orkestrada önce zurnacı peşrevle başladı Kerimoğlu’na. Sonra orkestranın diğer sazları. Yaşlı Kurt alanı çepeçevre dolaştı ayak tabanlarını yere vura vura. Sonra kollarını kaldırdı kartal süzülüşü. Alanı birkaç tur atarak dolaştı bu vaziyette, sonra durdu. Tekmil izleyenleri gözden geçirdi bir bir. Arkalarda pembeli dediği, çocukluk yıllarındaki sevdiğine takıldı gözü. Az önce hayat yoldaşıyla seke seke, aşkla mutlulukla ne güzel bir oyun oynamışlardı. Uyumlu oyunlarıyla adına bilmem ne dedikleri havada izleyenleri kendilerine baktırmışlar, imrendirerek! Başını salladı, gözünü açtı kapattı. Bir daha baktı, sahiden oydu. Çocukluk yıllarının pembe yanaklısı, gözlerini dikmiş, pür dikkat izlemekte. Yarım dakika öyle baktı, meydanı aydınlatan tasarruflu lambaların loş ışığı altında seçilir seçilmez kimsenin fark edeceği bir şey de yoktu hani.


Birden “haydi efem,” deyip sağ elini beline koydu, kollarını ayaklarını uygun bir şekilde yukarı aşağı indirmeye başladı, sol ayağının üstünde birkaç tam daire çizdi, sonra sağ ayağını hırsla yere vurup tekrar dönmeye, bir sol yanına, bir sağ yanına doğru sekmeye ayağını vura vura oynamaktaydı, kollar kartal kanadı. Bir sol, bir sağ ayağının üstünde dönüyor, sonra sıra ile dizlerini vuruyordu yere. Kendine has bir Kerimoğlu oynama tarzı yaratmıştı Yaşlı Kurt! İzleyenler, çerez yemeyi, meşrubat içmeyi bırakmış, izlemekteydi keyifle. Orkestranın nağmesi gecenin karanlığını delip gitmiş çay boyundan ta barajın kaya tipi dolgusuna, oradan aşağılara ovaya doğru yayılıp gitmiş!


Kulakları çınlasın o güzel dostlarının, temsili oyunlarıyla daha bir sevmişti bu Muğla yöresi zeybeklerini. O kartal uçuşu kollarını açıp ayaklarını yere vura vura oynarken, birden yıllar öncesinin Osman’ın at oynattığı düzlüklerin Mavilisi, meydan alır. Mavi kotu yılların aşınımı ile beyazlamış, çekik gözleri, yılların yorgunluğunda gözlüğe mahkum olmuş, yüzü kırışmış, yaşı büyürken boyu da küçülmenin arifesini geride bırakmış çoktan. Yaşlı Kurt, halka olmuş oyuncuların önüne çömelmiş, yıllar öncesinin mavilisini izlemekte. Bu kadının zeybek oyunu, kadınca figürleriyle büyüleyicidir.


Mavi kotlu, oynar oynar, sonra bir tanrı heykeli gibi hareketsiz durur. Oyun sırası Yaşlı Kurt’tadır.  O da oynar oynar, sonra Mavilinin önünde secdeye varır gibi, zeybeğin en gösterişli en büyüleyici yerinde temennayla eğilir, sağ eli göğsünde selamlar.


Böyle böyle bir zaman geçer, zeybeğin büyüsü, ile düne, çok eskilere gidip gelir Yaşlı Kurt. Orkestra Kerimoğlu müziğini bitirmiş, bitirmekle kalmamış, istek üzerine üç sefer daha çalmış, o da oynamıştır. Üç oyunun sonunda, orkestra durmuş. İşte tam o an müthiş bir alkış tufanı, izleyenler ellerini parçalarcasına alkışlamakta. Onlar, bir daha bir daha derken, az önce eski Yunan’ın en güzel Tanrıçalarının çevresinde Kerimoğlu oynamıştır sanki Yaşlı Kurt! İzleyicilere göre kısa bir an, Yaşlı Kurt’a göre uzun bir zaman. İşte tam o anda ayılan Yaşlı Kurt gözlerini ovuşturur, kulak memelerini sıkar… Görünürde ne eski Yunan Tanrıçalarından biri nede Osman’ın at oynattığı düzlüklerin Mavilisi. Başını tekrar tekrar sallar, gözlerini tekrar açar, kapatır ovuşturur... Mavili yoktur…


Yaşlı Kurt, Kerimoğlu’na öyle bir kaptırmış, öyle bir kaptırmış kendini, üstü başı ter içindedir. Az ötede yedek olarak getirdiği çamaşırlarını alır arabasından, terden sırılsıklam giysileri arabayı kokutmasın diye bir poşete koyup bağlar, yeni giysileri giyer, düğün alanına yeni bir konuk gelmiş gibi, sessizce sandalyesine oturur, oynayanları seyreder…

Etiketler:

77 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios


1/681
bottom of page