top of page

BİLİNMEYENE

Güncelleme tarihi: 6 Şub 2022



Ruslar Rize’ye girdi. Of’a yöneldiler. Ordumuz canını dişine takmış ama baş edememiş. Rusların denizden bombalamaları amansız. Trabzon çevresindekiler yollara düşmüş. Erzurum yolu kaçanlarla dolu.


Rusların yerli işbirlikçileri yağma, işkence ve katliam peşinde.” Vilayetten, kazadan gelen bu haberler Kuzköylülerdeki endişeyi, korkuyu artırıyordu. Herkes diken üstündeydi. Ruslar yaklaştıkça esir düşmemek için Osmanlıların kaçması gerekiyordu. Kuzköylüler de muhacırlığa

hazırlanacaklar. Muhacırlığa da nasıl hazırlanılır ki?!..


Kuzköy’den Osman Çavuş ne yapacağını düşünüyor. Ne yapmalı, nasıl yapmalı, neleri almalı? Fakir bir köyün fakir bir köylüsü. Karısı ve üç çocuğu var. Ali üç, Ömer dokuz, kızı Esma on beş yaşında.


Köylüler birbirlerinden ve muhtardan medet umuyorlar. Akşam namazını camide kıldıktan sonra köyün ortasında toplandılar. Birlikte hareket etmeyi kararlaştırdılar. Yol hazırlıklarını tamamlayıp kaymakamlıktan alınacak kesin bilgiye göre yola çıkmanın doğru olacağını söyledi muhtar. Herkes evine dağıldı. Muhtar, ertesi günü kazaya indi. Yolda Trabzon’un yakın köylerinden göçenlerle karşılaştı.


Kaymakamlığın çevresi ana baba günüydü. Kaymakam, öğleye doğru bir sandalyenin üzerine çıkıp açıklamalarda bulundu. Vilayetten gelen emirlere göre halkın zarar görmemesi için güvenli bölgelere göç etmeleri gerektiğini söyledi. Rus tehlikesi nedeniyle sahillere ve Erzurum yakınlarına gidilmemesini belirtti.


Muhtar, hemen köyü döndü. Bekçiye köyü dolaşıp hane reislerini köy odasına çağırmasını söyledi.

Akşama doğru köy odasında toplananlara durumu anlattı. İki gün içinde hazırlanılıp yola çıkılması kararlaştırıldı.

Osman Çavuş, ağlamaklı bir suratla eve döndü.


Götürülecekler sırtta taşınacaktı. Kuzköy ve civarında at ya da öküz arabası yoktu. Çünkü tabiat buna uygun değildi. Osman Çavuş’un atı, eşeği de yoktu.

Avcıydı Osman Çavuş. Tüfek taşımaktan sağ omuzu daha düşüktü. Av için uzağa gittiğinde sığınmak için kıldan küçük bir çadırı vardı. Bu küçük çadır şimdi de işe yarayacaktı. Hem yatağı, yorganı yağmurdan koruyacak hem de içinde gecelenecekti.

Yatak yorgan bir çula sarıldı. Biraz mısır unu, biraz peynir, tereyağı, birkaç ekmek paketlendi.

Osman Çavuş’un kestiği üç tavuk pişirildi. Birkaç parça giysi bir çuvala konuldu. Giysilerin aralarına bir tencere, bir büyük tas ve tahta kaşıklar yerleştirildi. Osman Çavuş tüfeğini sildi, yağladı. Mermilerini bohçaladı. Üçlü kamasını hazırladı.

Yaylagül adlı ineklerini yanlarında götüreceklerdi.

İkinci günün sabahı erkenden Osman Çavuş aşağıdaki komşuları Hristo’ya uğradı. Evin anahtarını verdi ve dedi ki: “Hristo evimi, hayvanlarımı, tarlamı, bağımı bahçemi sana emanet ediyorum. Dönersem geri verirsin. Dönemezsem hayrını gör.” Hristo üzgündü. Osman’ı seviyordu. Bunca yıllık komşuydular. Hiç kırgınlıkları olmamıştı. Vedalaştılar.

Yola çıkıldı. Herkesin gözü yaşlıydı. Doğup büyüdükleri yerlerden, emeklerinden ayrılıyorlardı. Kıl çadırın içine konulan yatak, yorgan dengini anne yüklendi. Osman Çavuş yiyecekleri doldurduğu köylü-avcı çantasını aldı. Ali’yi de boynuna oturttu. Ömer’in sırtında da küçük bir çanta vardı. Esma giyecek ve bakırların olduğu çuvalı iple yüklenmişti. Ömer sapanını elinden bırakmıyordu. Yola çıkarken anne evin kapısını defalarca öptü. Ev gözden kaybolana kadar da dönüp dönüp arkaya baktı. Evin kedisi Duman biraz yanlarına geldi. Sonra durdu, geri döndü. Köpekleri Panik yanlarından ayrılmıyordu. Osman Çavuş’un tüfeğini gördüğü için ava gidildiğini sanıyor, seviniyordu.


Çatak denilen mevkide köylüleriyle buluştular. Komşu köylerden geçilerek Erzurum yoluna

ulaşılacaktı.

Eşkıyalara karşı silahlar, kamalar alınmıştı. Gençlerden bir grup önden gidip yol emniyetini

sağlayacaktı. Öğleye doğru Hamsiköy’e varıldı. Atı, eşeği olanlar daha hızlı gidiyordu. Onlar da bir suyun kenarında beklediler. Her aile suyun yanında bir şeyler yedi. Yaylagül ve diğer köylülerin yanlarında getirdikleri hayvanlar biraz otlanmaya bırakıldı. Sonra tekrar yola koyuldular. Nisan ayıydı ama akşama doğru hava iyice soğumuştu. Allah’tan çocuklar kat kat giydirilmişti. Aileler kocaman ateşler yaktılar. Daha önce kızartılan tavuklardan biri ateşte ısıtılıp yenildi. Ateşin yanında yatıldı. Sabah erkenden Yaylagül’ün sütünden içildi. Yola çıkıldı. Torul’a ulaşıldığından ayaklar ağrımaya başlamıştı. Sıcak suyla yıkanınca ağrılar azalıyordu. Yolculuk devam ettikçe yiyecekler azalıyor, yorgunluk ve umutsuzluk artıyordu. Köylüler

yardımlaşıyor ama paylaşılacak pek bir şey de bulamıyorlardı. Ali’nin babası çok yorulmuştu. Osman Usta onu atının semerinin ortasına koydu. Biraz da öyle gidildi.


Şebinkarahisar’a yaklaşıldığında Yaylagül artık yürüyemez olmuştu. “Kan tuttu.” dediler. Osman Çavuş kamasıyla kulağını kanattı. Biraz beklediler. Biraz daha yürüdü. Sonra tıkandı, yere çöktü, inlemeye başladı. Komşular “Ölecek, keselim.” dediler. Ömer ve Esma onu öpüyor, okşuyordu. Celep Mehmet, çocukları uzaklaştırıp onu kesti. O akşam etinden bir kısım közde kızartılıp yenildi. Kalan et paylaşıldı. Derisi temizlendi, ilerde çarık yapılır diye Osman Usta’nın atına yüklendi.


Günlerce yol alındı. Ayaklar su topladı. Çarıklar bozulmaya başladı. Çocukların çoğu ve Hatuncuk Nene hastalandı. Zaten böyle durumlarda olan çocuklara ve yaşlılara oluyordu. Anne babalar ne yapacaklarını şaşırdılar. Çorbalar pişirildi. Kocakarı ilaçları hazırlandı. Çocuklara ve Hatuncuk Nene’ye içirildi.


Bir ara önden giden gençler, geri dönüp eşkıyaların geçitte pusu kurduklarını haber verdiler.

Muhacır grubu köyde bekletildi. Köylüler eşkıyaların arkasından dolandı. Hemen hepsi avcıydı. Bazıları da savaşlara katılmıştı, gaziydi. Eşkıyaları ateş altına aldılar. Eşkıyalar yaralılarını da alıp kaçtılar.


Yola çıktıktan bir buçuk ay sonra Reşadiye’ye ulaştılar. Havalar ısınmıştı. Çocukların sağlığı da iyiye gidiyordu ama yorgunluk, bitkinlik had safhadaydı. Yiyecekleri tamamen bitmişti. Geçtikleri yerlerdeki köylüler yardım ediyorlardı ama yettiremiyorlardı. Anneler, ablalar çevreden, tarlalardan lahana, pazı, ısırgan gibi otlar toplayıp pişiriyorlardı. Çocuklara da eğlence çıkmıştı. Lahanaların saplarını soydurup kıtır kıtır yiyorlardı. Saçlarda, giysilerde bitler görülmeye başlanınca gündüz sıcağında kül suyu yapılıp gerilen örtülerin korumasında banyo yapılıyor, saçlardaki bitler taranıyor, giysiler de kül suyunda kaynatılıp yıkanıyor, dallara asılıp kurutuluyordu.


Gidilen yerlerde, önden gelen muhacırlardan bir kısmı yerleştiğinden daha ilerilere gitmek

gerekiyordu. Reşadiye’den Niksar’ın köylerine geçildi. Köylülerden bir kısmı burada kaldı. Köyün muhtarı onları boş evlere yerleştirdi. Hatuncuk Nene iyice ağırlaştı. “Allah’ım, bu yaban ellerde canımı alma.” dedi, durdu. Fazla dayanamadı. Köyün mezarlığına defnedildi. Bu ölüm herkesin moralini bozdu. Niksar’dan Erbaa’ya gidildi. Buranın köylüleri onlara pirinç, patates, kuru fasulye ve un verdi. Yaptıkları bazlamaları, ekmekleri dağıttılar.


Kona kalka Suluova’ya, Merzifon’a ve sonunda Osmancık’ın bir köyüne varıldı. Kuzköylülerden

buranın muhtarını tanıyan birisi vardı. Kuzköy’den kalan sekiz aile buradaki boş evlere, damlara yerleştirildiler. Kadınlar tarlalarda yerlilere yardım ediyor, onlar da yiyecek veriyorlardı.


Köyün muhtarı, eşkıyalardan bıkmıştı. Kargaşalıktan yararlanan eşkıyalar köyün değirmeninde

öğütülenlerin büyük bir kısmına el koyuyorlardı. Köylüler değirmene gitmekten korkuyorlardı. Kuzköy’den gelen erkekler muhtarla konuşup değirmeni incelediler. Akşamleyin bir plan yaptılar. Birkaçı köylüler gibi giyinip değirmene buğday götürdü. Silahlarını paltolarının altına sakladılar. Diğerleri çevrede siperlendiler.


Atlarla gelen eşkıyalar atlardan inip değirmene girdiler. Yanlarında çuvallar getirmişlerdi. “Buradaki unları çuvallara doldurun.” dediler. Tüfeklerini duvara dayayıp sigara sarmaya başladılar. Bir anda paltoların altından çıkarılan silahlarla teslim alındılar. Ellerini bağladılar. “Bir daha gelirseniz ölürsünüz.” dediler. Köyün dışına çıkarıldılar. Sonraki birkaç gün değirmenin çevresinde nöbet tuttular. Eşkıyalar bir daha görülmedi. Bu olaydan sonra yerlilerle muhacırlar arasında sıkı bir dostluk başladı.


Artık Kuzköylüler çeltik tarlalarına, pirince, yufka ekmeğine, öküz arabalarına, sivrisineklere,

sıtmaya, sığıntılığa, yeni komşulara alıştılar ama sıla hasreti hiç bitmedi. Dönüş umudu hep canlı kaldı.


Fuat ÖZGEN

31 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

תגובות


1/683
bottom of page