top of page
Mehmet KUM

BEN KOMÜNİST DEĞİLİM





MEHMET KUM

 *

 


Arif Çıkrıkçı, önünde boya sandığı karaağacın altında bankın üzerine oturmuş, müşteri bekliyordu. Cemil’i görünce “Boyacııııı,” diye bağırdı. “Efendim ayakkabınızı boyayayım mı? Beğenmezseniz para vermeyin”


Cemil, Arif Çıkrıkçı’yı bisikletiyle işe gidip gelirken görüyordu. Ayakkabı boyarken görünce şaşırmıştı Gelip boyacı  taburesine oturdu. “Boya bakalım,” dedi. “Siz memur değil misiniz? Yoksa sizi başka biriyle mi karıştırdım?”

“Evet efendim ben müstahdemim.”


Tahtaları kesip derme çatma bir boya sandığı yapmıştı. Hafta sonları elinde taburesi, sırtında boya sandığı, kahvehane önlerinde, sokaklarda ayakkabı boyardı.

Arif Çıkrıkçı; kısa boylu, tombul, apak suratlıydı.  Yuvarlak yüzüne oturan okkalı burnu Arif Çıkrıkçı’ya sempatik bir imaj veriyordu.

“Kaç liraya boyuyorsunuz?”

“Efendim ne verirseniz? Bereket derim.”

“Maaş yetmiyor mu?”

“Efendim yetmiyor.”

“Senin durumunda olan bir sürü insan var. Onlar nasıl geçiniyor.”

“Efendim söylemesi ayıptır. Karım başımın etini yedi, durdu. ’Herkesin evi, arabası var. Bizim bir evimiz bile yok.’ Efendim bu maaşla ev alamayız dedim. ‘Bak seninle beraber çalışan arkadaşın ev aldı’ dedi. Onun ek gelirleri var. Babadan kalma tarlası var, bağı bahçesi var, dedim. ‘Ya Mustafa,’ dedi, ‘Onun hem evi hem arabası var.’ Efendim o rüşvet alıyor dedim ‘Sen de rüşvet al, ondan eksiğin ne’ dedi. Efendim ben sıradan bir odacıyım. Evrak götürür getirim, etrafı temizlerim. Bana niye rüşvet versinler dedim. Anlamam hırsızlık mı yapıyorsun rüşvet mi alıyorsun ben bilmem, ev alacaksın diye diretti.

Bende yüz yirmi ay taksitle ev aldım. Maaşım yetmeyince ayakkabı boyamaya başladım. Yüz dokuz taksitim kaldı. Çok şükür.”


Başını kaldırıp bir an soluklanıp içini çekti.


“Efendim ayağınızı değiştirir misiniz?”

“Tabii ki, hemen değişeyim.”

“Efendim size bir şiir okuyayım mı?”

“Yaa, ezbere mi okuyorsunuz?”

“Evet efendim.”

“Kendi şiirleriniz mi?”

Yok efendim, ben kim şiir yazmak kim; ama hangi şairden isteseniz  ezbere şiir okurum.”

“Ezbere mi?”

“Evet efendim.”

“Harikasın!”

“Nazım Hikmet’ten bir şiir okuyayım mı?”

“Olur”

“Mavi liman şiirini okuyayım mı?”

“Oku bakalım.”

Anadolu’nun ücra bir kasabasında Nazım Hikmet’in şiirini ezbere okuyan bir ayakkabı boyacısıyla karşılaşmasına çok şaşırmıştı. Ezberimde bir tane bile şiir yok, yuh olsun bana diye içinden geçirdi.


“Peki, Nazım Hikmet kim biliyor musun?”


Ayakkabıları boyamayı bıraktı. Başını kaldırıp Cemil’e baktı.

“Efendim Komünistmiş.”

“Yoksa siz de mi komünistsiniz?”

“Haşa de efendim.”  Cemil kendini tutamadı, kahkaha attı.

“Peki benim evi biliyor musunuz?”

“Evet efendim.”

“ Hafta sonları bizim oradan geçerken gelip ayakkabımı boyar mısın?”

“Tabii ki efendim”

“Ama her seferinde bir de şiir okuyacaksın”

“Tamam efendim. Bu defa da Cemal Süreya’dan okurum.”

“Tamam, anlaştık.”


Cemil yanından ayrıldıktan sonra, Arif Çıkrıkçı bir endişeye kapıldı. Kasabada Cemil’in gizli bir görev için burada olduğu söylentisi geldi aklına. Boya takımını bırakarak Cemil’in peşinden koşturdu. Arkasından seslendi.

“Efendim, efendim,” diyerek koşup yetişti. Nefes nefese kalmıştı. Biraz soluklandı. “Efendim ben komünist değilim. Sadece Nazım Hikmet’in şiirlerini okumuyorum. Birçok şairin şiirini de okuyorum. İstemezseniz bir daha onun şiirlerini okumam.”

“Bence okumanda bir sakınca yok. Çok da güzel okudun.”

“Size söz veriyorum efendim o komünistin şiirlerini bir daha okumayacağım.”

Cemil, Arif  Çıkrıkçı’nın boynuna sarıldı.

“Pekiii, komünist ne demek biliyor musun?”

Bir an düşündü, Başını kaldırıp gökyüzüne baktı.

“Efendim, şey demek, şey.."

"Ne demek?"

" Allahsız demek"

"Başka"

"Dinsiz demek"

" Başka"

" Kitapsız demek, namussuz demek”

Cemil, gülümsedi, “Bak seni çağırıyorlar. Galiba ayakkabı boyatacaklar,” diyerek evine doğru yürüdü. Boyacı Arif Çıkrıkçı Cemil’in ardından bir defa daha “Efendim ben komünist değilim,” diye bağırarak geri döndü.


Cemil’e  kanser tedavisi sürecinde, doktorları dağ  havasının iyi geleceğini söylemişti. Kasabada doğayla iç içe  münzevi bir hayat yaşıyordu. Her geçen gün kendisini daha iyi hissediyordu. Eve geldikten sonra üstündeki kıyafetleri çıkarıp eşofmanını giyip evin bahçesine geldi.  Hava kararmaya başlamıştı. Bahçedeki  tavukları, hindileri, kümese katmış, kümesin kapağını kapamış, elini yıkayarak kameriyeye oturmuştu. Güneşin batışıyla birlikte cırcır böceklerinin senfonisi başlamıştı. Huşu içinde doğanın senfonisini dinliyordu.

Evin hemen yanından geçen sulama kanalının sazlıklarında kurbağalar cıyaklıyordu. Bir ses duydu. Bu ses avlu kapısından geliyordu.


“Efendim efendim” diye bağırıyor,  bir taraftan da kapıya vuruyordu. Bu boyacı Arif Çıkrıkçı’dan başkası değildi.  Cemil,  Arif’i sesinden tanımıştı. Dışarıya çıkınca bisikletinin üstünde Arif Çıkrıkcı’yı gördü.

“Hayırdır,” dedi.

“Efendim çok özür dilerim. Sizi de rahatsız ediyorum. Vallahi billahi, on iki imama ant olsun, ben komünist değilim.”

Cemil, gülümseyerek, “Biliyorum,” dedi.

“Efendim, isterseniz Bağrıyanık’a sorun. O beni bilir. Ben taş medreseliyim. Bağrıyanık ile birlikte mapusta yattık. Biz gençliğimizde komünist diye Bağrıyanık’ı çok dövdük. Zaten o Allahsızdan  başka da komünist  yok, bizim buralarda”

“Sizin komünist olmadığınıza inanıyorum.”

“Efendim doğru mu diyorsun?”

“Tabii ki”

“Efendim çok teşekkür ederim. Allah sizden razı olsun. Allah tuttuğunuzu altın etsin. Peki  efendim  müsaade ederseniz  gidebilir miyim?”

“Tabii ki gidebilirsin.”

“İyi akşamlar efendim,” dedi, bisikletin dinamo ışığını açıp, pedalı çevirerek evine gitti.


Akşam kahvede    birkaç kişi yine  Cemil’in   Mitçi olduğunu söyleyince iyice tedirgin oldu.  Korku gelip yüreğine oturdu.

O Gece Arif Çıkrıkçı’nın gözüne bir türlü uyku girmedi. Yatakta döndü durdu. Bir ara uykuya daldı. Rüyasında polisler gelip Arif Çıkrıkçı’nın bileğine kelepçe takıp götürüyorlardı.


“Efendim ben komünist değilim,” diye bağırarak uyandığında  ter kan içinde kalmıştı. “Çok şükür ki rüyaymış diye” içinden geçirdi. Beni hapse atarlarsa ne yaparım. Bir sürü borcum var. Çoluk çocuğum ne yapar, ne eder diye sabaha kadar yatakta debelenip durdu. Bir türlü uyuyamadı.


Cemil akşam kitap okurken uyuyakalmıştı. Kavak ağaçlarına tüneyen  kargaların gak gak.. sesiyle  uyandı.  Kulağı tırmalayan bu sesleri sevebileceğini hiç düşünmemişti. Kuşların cıvıltısı, güneşin ilk ışıkları odasına dolmuştu. Kedisi   yanına sokuldu. Yorganını kenara itip ona  yer açtı. İyi ki buraya gelmişim, diye içinden geçirdi.


Gözlerini kapadı, yoldan geçenlere kulak kabarttı. Bir atın toynaklarından çıkan  ses kulağına çalındı. Dört nala geçip gitti. Bir eşek anırdı, koyun sürüsü geçiyor olmalıydı. Bir  çobanın sesini duydu. “Herre herre, siihh youu,” Çobanların hayvanları güderken   çıkardığı bu seslere bir anlam veremiyordu. Birkaç dakika sonra bir traktör peş peşe  korna çaldı. Başka bir çoban  “Oha, ohaa” diyerek  sığırları yolun kenarına sürüp traktöre yol açıyor olmalıydı.   Birazdan da  Mandalar oflaya puflaya geçecek,   “Neo neo” diye bağıran  başka birinin  sesini duyacaktı.


Bahçede sesler duyunca yatağından söylenerek kalktı. Bu saatte hangi münasebetsiz avluda bağırıyor diye söylendi. Dışarıya çıktı. Arif Çıkrıkçı evin avlusundaydı. Koltuğunun altında bir tomar evrak, yanında da  ise Bağrıyanık vardı.

Arif Çıkrıkçı’ya bakarak, “Yine mi sen,”dedi.

Bağrıyanık mahçup bir şekilde, “Kusura bakmayın, Arif Çıkrıkçı sabahın köründe evimize geldi, beni yataktan kaldırdı. Yalvarıp yakardı. İlla sen de gelip şahit olacaksın diye tutturdu.”

“Efendim çok özür dilerim,” dedi Arif Çıkrıkçı

“Bir şey mi diyecektin?

“ Şey diyecektim.”

“Söyle bakalım. Ne diyecektin.”

“Şey, ben komünist değilim, Bağrıyanık’ da şahidimdir,”  dedi, boynunu önüne eğdi.

Bağrıyanık’da, “Doğru söylüyor efendim, Arif Çıkrıkçı komünist değil, taş medreselidir. Gençliğimde beni komünist diye az dövmediler,” dedi, müsaade isteyip gitti.

 

 “Arif Çıkrıçı kızıyorum ama. Yeter artık anladım. Sen komünist değilsin. Bağrıyanık’ı da rahatsız etmişsin sabahın köründe. Elimden bir kaza çıkmadan çık git. Tövbe tövebe… Beni yordun ya.”


Arif Çıkrıkçı’nın süt dökmüş kedi gibi büzülmesini görünce, kızgınlığı geçti, gülmemek için kendini zor tuttu.

“Tamam, tamam, anladım. Sen komünist değilsin.  Müslüman olmak için  Bir kelimey-i şahadet getirip müslüman olursun. Ama komünist olmak o kadar kolay değil. Emekten yana olacaksın, halktan yana olacaksın, sömürü düzenine karşı çıkacaksın. Paranı bölüşeceksin. Hak, hukuk adalet için mücadele edeceksin. Ağalığa, beyliğe, güce karşı çıkacaksın.  Zalimlerin karşısında olacaksın. İtilecek kalkılacaksın, dövüleceksin. Mapusta yatacaksın… Merak etme sen  istesen de komünist olamazsın. Zaten herkes de komünist olamaz. Ha unutmadan korkmana gerek yok, benim MİT ile bir alakam yok. Sizin gibi ben de  bir emekçiyim.”


Arif Çıkrıkçı, “Efendim Allah sizden razı olsun. İşe geç kalıyorum, dağıtacağım bir sürü evrak var,” dedi.   Koltuğunun altındaki  bir tomar evrakla avlunun kapısından çıkarken, dönüp baktı. “Efendim hazreti Abbas hakkı ben komünist değilim.” 


Cemil terliği ayağından çıkarıp  Arif Çıkrıkçı’ya doğru fırlattı.


Arif Çıkrıkçı alelacele kapıdan çıkarken koltuğunun altındaki evrakları düşürdü. Yerden evrakları toplarken, Cemil, “Yeter artık, yeter be… Sabrımı zorlama. Elimden bir kaza  çıkmadan çık git. Bir daha karşıma çıkarsan Hazreti Abbas’a ant olsun,   çok fena pataklarım seni,” dedi.


“Deli mi, ne?” diye arkasından söylendi.

78 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

1 Comment


Şenol YAZICI
Şenol YAZICI
Dec 07

Hakkını vermeli, aksiyonu olmayan, sıkıcı bir konudan başarılı bir öykü yaratmayı başarmış Mehmet Kum.


Belli ki öykü diline hakim bir kalem.

Yine de yazar ya da anlatıcı taraf olmamalı diye düşünüyorum. "Komünizmin erdemlerini sıra bir vatandaşa anlattığınız bölüm" gözüme çapaklı gibi gözüktü. Doktorlar bilir, bir organınızı fark ediyorsanız o organ hastadır. Bir zamanlar taraf olan yazılar modaydı diyeceksiniz ama bu bir öykü, kontrol yazarda değil, kurguda olmalı.

Kurgu ihtiyaç duyuyorsa...

Like
1/717
bottom of page