top of page
Yazarın fotoğrafıŞenol YAZICI

Babalar Ömrün En Büyük Travmasıdır

Güncelleme tarihi: 31 Tem



Şenol YAZICI

* Ortaokuldayım.


Meydan Parkı şehrin ortasında bir vaha...


Simitçi çok olurdu. Babam havasındaysa simit bile alırdı. Ne zaman simit yesem başım dönerdi, öyle keyifli. Dökülen susamları gazete kağıdının üstünden parmağımla tek tek toplar, tadının tek bir zerresini ziyan etmeden dişlerimin arasında, minicik bir susam değil de koca bir Gümüşhane elmasıymış gibi ısıra ısıra yerdim.


Parkın köşesinde bütün sinemalarda oynayan filmlerin afişleri vardı. Babam hep orda otururdu. O, büyük adamlarla hiç ilgimi çekmeyen, bitmeyen muhabbetler yaparken afişleri izler, her yeni asılan filmle bir başka düş dünyasına dalardım.


Çay söyledi, ama simitçilere hiç bakmadı babam, anlamadığım terimlerle sağlığından söz ediyordu amcama, kalbiyle ilgili...

O anda gördüm afişi; Kara0ğlan...

Döşemecide, yorgancıda, fırıncıda çalışan arkadaşlarıma işten çıkınca sinemaların önünde rastlardım. Bayılırdım. Deli oluyordum sinemaya, ama sinema paraydı, zamandı... Bense öğrenci...

Kimbilir imrendiğim arkadaşlarımın özgürlüklerine ben ne zaman sahip olacaktım?












Bir çizgi romanını okuyabilmiştim Karaoğlan'ın. Bildiğim çizgi romanlardan, Tommiks'ten, Teksas'tan farklıydı ama çok hoşuma gitmişti. O filme gitmeliydim. Ama nasıl? Sinema 1,25 kuruştu, benimse harçlığım belli... Defter, kalem, elişi kağıdı... Tabi derslerden fırsat bulursam...


Babam beni gösterip "...Bu yılı da atlatabilseydim," dedi.

Dört nala Karaoğlan'la birlikte Orta Asya bozkırlarında at koşturan ben, o zaman ortama döndüm. Durumun ciddiyetini kavrayacak olgunluğum yok ama mal bulmuş mağribi gibi durumdan yararlanacak zekam var.


" Osman'ın bir boyacı sandığı var," dedim.

Ne alaka der gibi baktılar bana.

"Her hafta da sinemaya gidiyor, eve ekmek, portakal da getiriyor."

"Eee!"

Babamın karardığını fark ettim mi ne, gitgide cılızlaşan, soluklaşan bir sesle o keskin virajı aldım:

"Hastasın ya baba... Okulu bırakır, bakarım sana."

Talimliydim, babamın karşısında ilk yalanım, ilk virajım değildi ya bu.


Amcam başımı okşadı. "Bakar bu karaoğlan..." Kendi yalanımdan etkilenmiş, gözlerim dolmuştu; ama babamdan ses çıkmadı.


Akşam evde yemek yerken hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Yemekten sonra odaya girdi, beni de çağırdı. "Ben seni okutmak için ... sense boyacı sandığı ha..." dedi.

Çıktığımda babamdan nefret ediyordum, cezalandırıldığım için değil, adam aklımı okuyordu.


Bir daha boyacı sandığını ağzıma almadım.

- – 1970, Güz, 13–14 yaşlarındayım...Öğretmen okulu 1.sınıf. Herhâlde babamla tek resmim, Yanımdaki kız da kardeşim..-.


Babam dağ gibi adam... Birden eridi, zayıfladı. Sonra hastane... çok yattı.


Doktor yapacaktı benden.

Büyüklerim kulağımı büktüler; ne olur ne olmaz, kısa yoldan meslek sahibi olmak en güzeliydi.

Tek başıma gidip başvurdum, birçok okulun sınavına girdim. Sağlık Meslek Lisesi, Orman Okulu, Ziraat Mektebi... Kazandım hepsini ardı ardına. Bir yanım şaşırmış, kıvançlı, bir yanım hala kuşkulu; herhalde babam gidip konuştu okullarla, tembihledi...

Sonunda inanmayı seçtim. Kendimi ilk kez aynada görüyordum. O güne değin her başarım babamın desteğiyle oluyormuş gibi gelirdi. Oysa burnu akan çocukta bir sihir vardı, nerdeyse ben de inanacaktım.


O zamanlar, yirmi yıldır moda olan cahil ferasetinden değil okumuş adam bilgeliğinden övgüyle söz edilirdi.


İlköğretmen okulunu yeğledim.

Okula başlayalı bir yıl olmuştu.


Yatılı okul zormuş derler, hiç de değil. Kaloriferli sıcacık binalarda kalıyor, eğitim görüyorduk. Günde üç öğün yemeğimiz çıkıyor, her sonbahar iç çamaşırına değin giysilerimiz veriliyordu. Dersler hiç de zor gelmiyordu. Ömrümde bir arada görmediğim kadar çok kitabı olan kütüphanesinde dünyayı okuyordum. Boş saatlerimiz de vardı, artık harçlığımı daha özenli kullanıyor, haftanın önemli filmlerine bile gidiyordum. Her şey yolunda gibi görünüyordu.

Umut doluydum, yerimi bulmuştum geliyordu bana. Artık bundan ötesi düzlüktü. Sadece rahatça okumayacaktım, saygın bir mesleğim de olacaktı bitince. Böylece diğer kardeşlerimi okutan beni de okutmak için uğraşan, ama ciddî olarak zorlandığını benim bile sezdiğim babamın yükü de azalacaktı.


Babamın da sağlığı düzelmişti.

Hatta bana projeler yapıyor, yeniden doktor olmamı gündeme getiriyor, izinli gittiğim hafta sonları uzun seanslar boyu beynimi yıkıyordu. Bense ilk kez hayır diyordum. Eski giysilerle, hep bir şeylerimin eksik olduğu öğrencilikten artık bıkmıştım. Yatılı bir okulda okumamın gücüne yaslanıp yüzüne de söyledim, "Ben üniversite okumayacağım," dedim, küstük. Bana bağırıp çağırmadı ama küstük.


Birkaç hafta sonu eve gitmedim. Sonra bir gün babamı kapıda nöbetçi kulübesinde buldum. O gün akşama değin dolaştık, birlikte yemek yedik. O disiplin, planlama ustası, hedefe ulaşma azmiyle hem kendini, hem beni yarış atı yapan adam gitmiş, yumuşak başlı, güven ve erinç dağıtan biri gelmişti yerine. Ne üniversiteden, ne doktorluktan söz ettik. İlk kez ondan ayrılmak zor geldi bana, ilk kez insanın babası olması ne güzel, diye düşünmüştüm.

Hatta bir ara " tamam baba okuyacağım, " demek bile geçti içimden, ne var ki ondaki bu olağanüstü değişime çok ihtimal veremiyordum. Kendini kandırma, bu geçici bir hal... diyordum bazen.


Haftasına varmadı, okul müdürü beni çağırdı. Baban hasta dedi, seni istiyor. O anda içime doğdu:

Babam öldü...

Başka beni niye çağıracaktı? Kıyametimiz kopmuştu ama farkında değildik. Bu ilkti, sonraki hayatımda, ne zaman boyumdan büyük işlere uzansam, zorda kalsam, ah arkam desem... her seferinde dünyayı tutan çatırtılarla devriliyordu o koca dağ, kimbilir daha ne kadar ölecekti benim için, sonsuz...

Cenazesinde bile inanamamıştım. Bu, babamın biz, iki küçük çocuğuna pek yapmadığı bir şakaydı. Bana kalsa kendi çapımda yaptığım her şey benim eserimdi, öyle düşündüm çok zaman. Ben seçilmiş bir çocuktum, girdiğim bütün sınavları kazandım, hiç bütünlemeye kalmadım, bulaştığım her şeyi başardım... diye sanıyordum. Aklıma bile gelmiyordu, okumak nedir ve ne işe yarar... diye bile düşünemeyecek, ağır kitaplar ve o devir düzeneğinin getirdiği hep disiplin ve asık yüzlü okula tahammül bile edemeyecek bir çocukken güneşi nerden bilirdim ki? Boyacı sandığı yaptıracak; para kazanacak, sinemaya da gidecek, rahat edecek olan sümüklü çocuk hiç aklıma gelmez,

Oysa şimdi biliyorum ki, bütün bunlar babamın eseriydi gerçekte...

Sevgili babam bizden bir şey yaratmak için kendini tüketti. Bizden, üç erkek çocuktan örneği az rastlanır bir proje geliştirdi, bizi iyi kurdu ve yönetti... O olanaksızlıklarda, daha önemlisi okuyanın kâfirleştiğine inanıldığı bir dönem, yaygın yoksulluğun kanıksandığı bir çağ ve coğrafya da üç erkek çocuğunu tek kuruş sabit geliri olmadan kente indirip okutmayı başardı. Bizim kaytarmalarımıza, sapmalarımıza doğru zamanda teşhis koyarak müdahale etti. Bizim kendimizi keşfetmemiz, olan cılız içsel gücümüzden bir şey üretmek, dahası kurbağadan fil yaratmak için ömrünü tüketti. Biz ne kadar fil olduk, o ayrı ve uzun bir hikâyedir. Bana kalsa babamın inandığı uğruna kendini mahveden, idealine kilitli ürkütücü ama adam haline, çırpınmasına ve gayretine karşın, kimseye muhtaç olmadan yaşamak dışında, hiçbir şey olamadık. Olmak neyse işte... Anımsadığım babamın ölümünden sonra mezun olup bir karanlık köyde ilkokul müdürüyken, çocuklarını okula göndermeyen, bana sorunlar üreten köylüye kızıp, ben daha ötesine lâyığım, diyerek bırakıp, hiç güvencesiz üniversiteye gitmiştim, hem de 12 saatlik Sıvas'ın dağyolllarını yürüme aşarak. Belli, babamın donanımı ve aklı yoktu bende ama idealler için kendini mahvetme özelliği vardı. Bence mahvolarak, başkalarına göre kendimi oldurarak çıktım, halkımın dar görüşlülüğünün, devletin karanlık güçlerinin ve siyasî hesaplaşmaların gençleri, dahası tüm halkı birbirine kırdırdığı 12 Eylül Ankara'sındaki üniversitemden ya da benim cehennemimden...

Sağ ol baba...

Tohumu çatlatacak bir güç gerek, bir travma; seni öldürmeyen her engel sana çok şey katar; çocuğundan bir şey yaratmaya çalışan her baba ister istemez ciddi engeller oluşturur çocuk dünyasında...

Sanırım babaların talihi bu; olsan da suçlanırsın, olmasan da...


Sen benim değerini çok geç anladığım en güzel travmamsın.


İyi ki vardın, iyi ki babamdın.

*

19.06.2023

145 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/706
bottom of page