top of page

AYRIMCILIK

Mehmet ÇOBAN



MEHMET ÇOBAN

*


Ben, İvrindi’nin yaklaşık yetmiş köyünden biri olan; Susuzyayla Köyünde doğdum. Çocukluğum burada geçti. İlkokulu köyde bitirdim.


Susuzyayla, 1691 İskanından kaçarak geldikleri Balıkesir çevresinde konar-göçer olarak yaşamaktayken; 1862-1864 İskanında, Ahmet Vefik Paşa’nın baskı ve zorlamasıyla, Sünni inançlı Oğuz boylarından Kılaz (Kıldonlu) Yörükleri tarafından kurulan bir köydür.


Yörüklerin göçebe hayatı yaşayan Türkmen/Oğuz boylarından olduğunu, Balıkesir çevresinde bizden başka; Karakeçili, Kubaş, Yağcı Bedir, Şehitli, Ahmetli, Hardal, Nacaklı, Yüncü ve Çetmi gibi isimler alan grupların yaşadığını sonradan öğrenecektim.


Bizim köyün 5 Km. kuzeyinde Küçük Yenice yer alır. Bu Köy bir “manav” köyüydü ve bizim köyden çok önceleri kendi istekleri doğrultusunda yerleşik düzene geçmişlerdi. Bizim Köylüler, O köy halkına “Türk”, Küçük Yeniceliler de bize “Yörük” diyorlardı.


Küçük Yenice halkı kendilerini daha önemli ve değerli buluyor, bizim köylüleri ise kaba saba olarak niteliyorlardı. Bilmem doğru bilmem söylenti, şöyle bir olay anlatılır: Bizim köyden bir genç, Küçük Yeniceli bir kıza talip olur; kız, “Gavur olurum da Yörük olmam” diye kabul etmez.





Yörükler arasında da küçük, tatlı atışmalar olurdu. Mesala Karakeçili Yörükleri kendilerini “Ulu Yörük” diye adlandırır, Padişahın hizmetinde bulunmakla övünürlerdi. Bazen daha ileri giderek; bazı yörüklerden söz ederken isimlerinin başına olumsuz sıfatlar ekliyorlardı. Örnek verirsek: İnat Kılaz, Kirli Kubaş gibi.


Bize küçük yaşlarda; sen kimsin? Sorusu sorulduğunda, “Dinim islam, Kitabım Kuran, Peygamberim Hazreti Muhammed (sav)” diye cevap vermemiz gerektiği ezberletilirdi.


Bizim de kimliklerinden ve inançlarından ötürü, ötekileştirdiğimiz, aykırı bulduğumuz, suçladığımız gruplar vardı. Çingeneler ve Aleviler (Çepniler)


Yaşama biçimini, gelenek ve göreneklerini, davranışlarını beğenmediğimiz; horladığımız, küçümsediğimiz Çingenelerle yakın ilişki içindeydik. Düğünlerde onların çaldığı havalarla coşuyor, eğleniyor, tarlada harmanda kullandığımız araç ve gereçlerin temininde, bakım ve onarımında onların sayısız faydası oluyordu.


Çepnilere gelince; biz onlara Çetmi diyorduk… Köyden çıkıp İvrindiye okumaya gelinceye kadar, hiç Çetmi ile karşılaşmamıştım. Onlarla ilgili anlatılanlar yenilir yutulur şeyler değildi.


Onlar; oruç tutmazlar, namaz kılmazlar, ilişkiden sonra yıkanmazlar, pis kokarlar, sofralarına oturulmaz, kestikleri yenmez, tavşan eti yemezler, en akıl almazı da “mum söndü”ayini yaparlar.


Büyükler; evlilik çağına gelmiş çocuklarına öğüt verirken, en son olarak: “evleneceğin kişinin soyunu sopunu iyi araştır, Çingene ya da Çetmi olmasın” derlerdi.


Köyden çıktım. İvrindi, Ankara ve Bursa’da okudum. Çeşitli yerlerde çalıştım. Sayısız insanlarla irtibatım oldu. Candan dostlar edindim. Bunlar arasında Alevi kökenliler önemli bir yer tutar.


Karşılaştığım, arkadaşım dostum olan Alevi kökenli yurttaşlar hiç de anlatıldığı gibi değildi.


Anlatılanları ve yakıştırmaları sorduğumda, verdikleri cevap: “ Öyle saçmalık olur mu? Eline, beline diline sahip çık; bizim felsefemizdir” diye yanıtladılar.


Başımdan geçen bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum.


İlk tayin olduğum yer olan Van’da göreve başladım. Evin tek erkek çocuğu olduğumdan ailem beni evlendirmeye çok hevesliydi. Ancak ben evleneceğim kızı kendim seçmek istiyordum.


Van Devlet Hastanesi Kan Bankasında çalışan bir hemşire hoşuma gidiyordu. Ona niyetimi açıkladım. O da bana ilgi duyuyordu. Bir süre arkadaşlık ettikten sonra evlenebileceğimize karar verdik. Yalnız onun bir şartı vardı. Ailesi de evliliğimizi onaylarsa evlenecektik.


Benim ailem Balıkesir’de onun ailesi Giresun’da oturuyordu. Şöyle bir plan yaptık. Bir tarih belirleyeceğiz. Belirlediğimiz tarihte ailelerimiz Van’da olacaklar. Tanışıp görüşecekler, onlar da uygun görürlerse evleneceğiz. Ailelerimize niyetimizi bildirdirmiş ancak henüz uygun bir tarih belirlememiştik. Bu arada kızın annesi ve erkek kardeşi Van’a çıkageldiler. Kızın memleketlisi olan bir karı koca hepimizi bir akşam yemeğinde buluşturdu. Yemekler yendi, kahveler içildi. Sıra bizim meseleye geldi.


İlk sözü aynı zamanda hemşire olan ev sahibesi aldı: “Gençler tanışmışlar, görüşmüşler, evlenmeye karar vermişler; bize de yardımcı olmak düşer. Mehmet Bey’i tanırım çok iyi bir insandır” diye girişi yaptı.


Sonra kızın annesi beni mülakata aldı! Mülakatın sonunda ayrı dünyaların insanları olduğumuz anlaşıldı! Kız Aleviydi erkek Sünni. Evlilik hikayemiz de başlamadan bitmiş oldu.


Son olarak ayrımcılığın ve önyargının ne kadar yanlış ve anlamsız olduğunu anlatan Yazar Aydın Ayhan’dan bir anekdotla bitirelim.


“Soğanbüklü Bektaş Ağa, ( Soğanbükü İvrindi’ye bağlı bir Çepni köyü) çevre köylerden derlediği arkadaşları ile birlikte oluşturduğu bir müfreze ile İvrindi dağlarında dolaşan Koçmüdür Tevhik Bey’in emrinde, bölgeyi Yunanlılardan ve eşkiyalardan korumaya çalışmıştı.


Kitabın yazarı Aydın Ayhan’ın dedesi Gömeniçli Molla Recep bir çatışmada Yunanlılara esir düşmüş ve iki buçuk yıl esaret çekmişti. Esir düşme olayı sırasında eşi Atike’yi arkadaşı Bektaş Ağa’ya emanet etmişti. Bektaş Ağa müfrezesindekiler, eşlerini köylerde bırakmayıp dağlardaki mağaralarda saklamışlardı.


Atike Hatun, Molla Recep’in emaneti olarak kurtuluşa kadar dağlarda diğer Çepni aileleri ile birlikte yaşamışlardı.


Bir gün Bir Yunan Baskınında yer değiştirmek zorunda kalırlar. Bu kaçışta güçlü akan bir dereden geçmeleri gerekir. Ailelerini tutarak karşıya geçiren müfreze eratı, Atike Hatun tek başına karşıya geçemeyince, emanetin elini tutmak ayıp sayıldığından Çepni delikanlıları Atike Hatunun eline sopalar verip, kendileri de sopaların diğer ucundan tutarak karşıya geçirirler.”

7 görüntüleme0 yorum

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

KIŞ ÇOCUĞUM

Comments


1/731
bottom of page