top of page
maviADA

Aramızdan Bir Kimse

Güncelleme tarihi: 16 Mar 2021



Gülseren ENGİN

yazar

*

SÖYLEŞİ

/

Zeliha AYDOĞMUŞ


1946'da İstanbul’da doğdu.


Çocukluğu ve gençlik yılları Ankara’da geçti. 1971'de hekim oldu. Ülkenin pek çok yöresinde ve Almanya’da çalıştı. İlk şiiri 1963'te Gözgü Dergisi’nde, ilk öyküsü 1965'te Ankara Sanat dergisinde yayımlandı. Şiir, öykü, roman, deneme, makale, gezi yazıları, tiyatro oyunları, senaryolar yazdı / yazıyor. Hâlen pek çok dergi ve gazetede yazılar ve eleştiriler yazmakta.

Bir süre maviADA da yazılarını okuduğumuz yazar, anı zamanda resim de yapıyor ve pek çok karma ve kişisel resim sergisine katıldı.

· İlk kitabi Yorgun Konak 1989’da, son kitabı Smyrna'nın Yazgısı 2020’de çıkan yazarın yirmiyi geçkin, değişik türlerde basılı eseri ve birkaç ödülü var

· İzmir’de yaşıyor.


maviADA adına söyleşiyi Zeliha AYDOĞMUŞ yaptı.

*

Zeliha AYDOĞMUŞ : Adettendir, önce sizi tanıyalım mı? Kimdir Gülseren Engin?

Gülseren ENGİN : Merhaba Zeliha Aydoğmuş. Bundan çok çok yıl önce bir mayıs öğle vakti İstanbul’da doğmuşum. Aslında Bursa’lıyım. Babamın memleketi Bursa / Osmangazi’de nüfus kaydım; ancak çok sevdiğim bu kent akrabalarımın yaşadığı ve sık sık ziyaret ettiğim bir kent olarak kaldı. Henüz iki aylıkken babamın işi gereği Ankara’ya gitmişim. Gidiş o gidiş… Yaklaşık ilk otuz yılım Ankara’da geçti. İlk, orta, lise ve Hacettepe Tıp Fakültesinde öğrencilik; sonra Erzurum Üniversitesi Tıp Fakültesi derken diploma alışım ve Ankara’ya dönüşüm. Gezginliğim Erzurum’a gidişimle başladı demeliyim. Ardından Trabzon’da zorunlu hizmet, Ankara’ya dönüş ve Numune Hastanesinde Fizik Tedavi uzmanlık eğitimine başlayışım, konuyu sevmediğim için ayrılıp zorunlu hizmetimi tamamlamak üzere Ankara’nın Güdül İlçesine Sağlık Ocağı hekimi olarak gidişim… Hizmetim bittiğinde Hacettepe Tıp Fakültesi Patoloji bölümünde uzmanlık alışımla birlikte Ankara maceramın bitişi… Sonrası çok hareketli yıllar… Mersin, Adana, İzmir, İstanbul, Almanya (Orada da Mannheim, Heidelberg ve Hamburg kentleri), dönüş İstanbul; sonra İzmir, Karadeniz Ereğlisi, yeniden İstanbul, Rize ve şimdilik İzmir… Ufukta Mersin olduğunu biliyorsunuz. Başınız döndü değil mi?

Bunca koşuşturma içinde şef yardımcılığı, şeflik sınavları, ellinin üstünde tıbbi araştırma ve yayın, dört sağlık başvuru kitabı, Kanser Bilgi Danışma Merkezi’ni kuruş ve yönetiş… Elbette annelik… Bir kızım var. Bunca koşuşturma içinde iyi bir anne oldum mu bilemiyorum.

Zeliha AYDOĞMUŞ: Kanser Bilgi Danışma Merkezi hakkında biraz bilgi verir misiniz?

GÜLSEREN ENGİN: Heidelberg’de böyle bir merkezde çalışmıştım. Almanya’dan dönüşte Türkiye’de ilk kez böyle bir merkez kurmak istedim. Bütün dünyada var olan bir hizmet kurumu bu. Ancak ne üniversiteler, ne Sağlık Bakanlığı ne de Kanser Vakıfları proje ile ilgilenmeyince maaşımı ortaya koyup üç yıl boyunca halka kanser konusunda BEDAVA bilgi verdim. Ben de kansere yakalanmış ve onu yenmiş biri olarak hastaların bilgi almaya ne kadar gereksinimleri olduğunu biliyordum.Üç yıldan sonra BEDAVA Hizmet suç denildi ve suçlu gibi pek çok savunma vermek durumunda kaldım. Zorunlu olarak bu merkezi kapattım. Ben patolog olarak kanserin ne olduğunu öğrencilerime ve asistanlarıma öğretiyordum; ama “Bana kanser konusunda hastalara bilgi veremezsin “ diyorlardı. Aradan yirmi yıl geçti ve hâlâ ülkemizde böyle bir kurum yok. Oysa hastalar için o kadar yararlı ki… Hâlâ beni telefonla arar hastalıklarıyla ilgili bilgi alırlar.

Zeliha AYDOĞMUŞ : “Ülkemizde Edebiyat” deyip bir başlık atsam ve altını kısa ama açıklayıcı cümlelerle doldurmanızı rica etsem neler söylerdiniz?

Gülseren ENGİN : Ülkemiz edebiyat yönünden verimli bir toprağa ve iklime sahip. Bu topraklar dünyanın oluştuğu zamanlardan bu yana pek çok kavmin gelip yerleştiği, kültürünü bıraktığı topraklar… İnsanlarımız da bu kültürden beslenip zenginleşmişler. Bütün sanatçılar için olduğu gibi kalem ustaları için de geçerli bu… Şairlerimiz, öykücülerimiz, romancılarımız ve oyun yazarlarımız bu bereketli topraklardan adeta fışkırıyorlar. Birbiri ardına ürünler veriyorlar. Bu zenginliği seviyorum. Elbette üreticiliğin bir nedeni de bu sancılı topraklarda yaşanan acılar…Yıllar süren savaşlar, açlık, yoksulluk… Sanat ürünleri rahat bir yaşamda doğmazlar.

Zeliha AYDOĞMUŞ Ülkemizde doktorlarımızı, sanatın çeşitli kollarında ve edebiyat alanında eserler verirken görüyoruz. Oysa eğitiminiz uzun, işiniz zor? Neden kaynaklanıyor bu? Acaba yazmak, yaşamınızın yoğunluğunda temiz hava, rahat bir soluk almak için ruhunuzda açtığınız bir pencere miydi?

Gülseren ENGİN : Güzel bir tanımlama; ancak ben hekim olmazdan önce yazardım. Bu işe biraz erken başladım. Ortaokulda içe kapanık, arkadaşlarıyla iletişim kuramayan, hayal kurmayı ve okumayı çok seven bir çocuktum. O dönemde fazla çocuk kitabı yoktu. Kemalettin Tuğcu’nun yaşamın acıklı hikâyelerini anlatan kitaplarını okuyordum. Ben de böyle bir roman yazmak istedim. Boş derslerde arkadaşlarım koşup oynarken bir kenara çekilip harıl harıl acıklı bir roman yazıyordum. Bir süre sonra diğer çocuklar ne yazdığımı merak edip yanıma geldiler. Roman yazdığımı duyunca okumamı istediler. Bir süre sonra sınıf sessizleşti. Herkes beni dinliyordu. Böylece insanlarla iletişim kurmanın yolunu öğrendim. Ondan sonra yazmayı hiç bırakmadım. Lisedeyken 1963'te ilk şiirlerim Gözgü Dergisinde yayımlandı. İlk öykülerim ise 1965'de Ankara Sanat Dergisinde yer aldı. Ne tıp fakültesindeyken, ne hekimlik yaparken yazmayı hiç bırakmadım. Evet yaşamın güçlüklerine dayanabilmek için sanat çok önemli. Biraz da içten gelen bir dürtü. Kendini ifade etmenin yolu…Ben de hayata direnebilmek için hâlâ yazıyorum. “Yazmazsam deli olurdum” diyenlerdenim. 16. Kitabım “Smyrna’nın Yazgısı” yeni yayımlandı biliyorsunuz. Yetmiş beş yaşıma girdim; ama yazmaya, üretmeye devam ediyorum.

Zeliha AYDOĞMUŞ: Gülseren ENGİN'in kitaplarında ulaşmayı hedeflediği bir ereği var mı, varsa nedir?

Gülseren ENGİN: Elbette edebiyat sanatında olgunlaşmak, iyiye, varsa mükemmele ulaşmak.

Temiz bir Türkçe ile yalın bir anlatımla yazmak ve anlaşılır olmak dileğim. Önce şiir yazmayı denedim. Şairim diyemem. Zor zanaat… Beni düz yazı konusunda yüreklendiren değerli usta Aziz Nesin’dir. Ona bir dosyada şiirlerimi göndermiştim. Hemen yanıtlamıştı beni. Şair olmadığı için şiirlerimi değerlendiremeyeceğini söylüyor ve ekliyordu, “Mektubunuzdan anladığıma göre düz yazıda çok başarılısınız. Öyküler yazın ve içinizdeki şiiri öykülere yedirin” diyordu. Onu dinledim ve öyküler yazdım. Sokaktaki sıradan insanları anlatan, onların sıradan gibi görünen; ama aslında hiç de sıradan olmayan hikayelerini, acılarını anlattım. İlk öykü kitabım “Yorgun Konak (1989 )…” Bunu “Sevgi’nin Masalı” (1992) ve “Kaçış Düşleri”(1994 ) izledi. “Kurutulmuş Çiçek Bahçesi”( 2003) ilk iki öykü kitabının bir arada yeni basımı aslında. Arada “Gezi İzleri”( 2000) adlı gezi anılarım ve “Geç Kalan Öyküler”(2002) var. Bu kitap iki ödüllü, okurla gerçekten geç buluşan bir kitap oldu.

Zeliha AYDOĞMUŞ: Ödüllerinizden de söz eder misiniz?

GÜLSEREN ENGİN: Evet , ilk ödülümü 1993'te aldım. Ömer Seyfettin Öykü Yarışması ikincilik ödülü… 1994 yılında aynı yarışmada özel ödül, 1998'de “Sıradan Öyküler” adlı dosyamla Yunus Nadi Öykü Ödülünü. 2001 de “Bozgun Dönemeci” adlı dosyamla Orhan Kemal Öykü Birincilik Ödülünü kazandım. Bu iki dosya sonradan “Geç Kalan Öyküler “ kitabımı oluşturdu.

Zeliha AYDOĞMUŞ : İlk çıkan kitabınızdan bu güne kadar verdiğiniz eserleri; kronolojik sıralaması, çıkış noktaları, yani hangi düşünce ile yazıldıklarını ve amaçlarının ne olduğunu bizimle paylaşır mısınız?

GÜLSEREN ENGİN: Öykülerimden söz ettim. Roman daha uzun soluklu bir çalışma… Hele tarihi romanlar… Kanser Bilgi Merkezini kapattıktan sonra emekli oldum. Tam o sıra Yunus Nadi Öykü Yarışmasını kazandım. Onun da verdiği güçle roman yazmaya karar verdim. İlk Romanım “Cehennemde Bir Ada” ( 2001) dört çocuğun gözünden II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan acıları anlatıyordu. Bu, bir SAVAŞA HAYIR romanıydı. Bu ana tema hiç değişmedi. Bütün romanlarımda aynı temayı işliyorum. İkinci romanım “Yorgun ve Yaralı” (2004 ) ise bir aşk öyküsü zemininde, Balkan savaşlarından başlayarak Osmanlı’nın çöküşünü anlatıyor. Düşünün bu topraklarda 1908 den başlayarak 1922 ye kadar hep savaşlar yaşandı. 14 Yıl sürekli savaştı Anadolu insanı… Benim dedem de Çanakkale gazisiydi. Pek çoğumuzun dedeleri hatta nineleri savaştılar. Oysa günümüz gençliği yaşanan savaşları sadece tarihleri oluşturan sayılar olarak biliyorlar. Çekilen acıları, özverileri bilmiyorlar. Onlara bunu tarih kitaplarındaki kuru bilgilerle anlatamayız. Bu yüzden tarihi romana devam ettim. Gençlerimize bunları romanlarımla öğretmeyi görev edindim. “Yorgun ve Yaralı” aslında Dedem ve babaannemin hikayesidir. Aynı zamanda Çanakkale savaşının da destanıdır.

Bu arada bir yayınevinin isteği üzerine “Sancılı Kent Ankara” kitabını yazdım ( 2008 ). Kendi anılarımı da içeren; ama ilk çağlardan günümüze Ankara’nın hikayesini anlatan bir kitaptır.. Türler üstü bir kitap oldu. Tarih, roman, anı ve fantastik hikayelerden oluştu ve çok beğenildi.

Yorgun ve Yaralı ile başladığım çöküş dönemi romanını işgal ve kurtuluş savaşıyla sürdürmek istedim. Smyrna üçlemesi böylece ortaya çıktı. “Ağlama Smyrna Döneceğim” (2012), İzmir’in Yunan işgalinden, “Smyrna’nın Gözyaşları” ( 2017 ) ile Ege halkının direnişine ve kurtuluş savaşına uzandım. “Smyrna’nın Yazgısı” (2020) kitabıyla, İzmir’in 9 Eylülde kurtuluşuyla bitirdim üçlemeyi. Ancak bu üçlemede Yorgun ve Yaralı romanının kahramanları da yer aldılar ve böylece bir nehir roman gelişti. Gençlerimizin gerçekte ülkenin ne zorluklar yaşadığını belgelere dayalı bu romanlardan öğreneceklerini ve hiç unutmayacaklarını umuyorum.

Zeliha AYDOĞMUŞ: Edebiyat alanında yaşamınıza ışık tutmuş, yazın becerinizin gelişimine kılavuzluk etmiş, çok severek okuyup etkilendiğiniz isimler var mıdır? Bir de mutlaka okunmalı diyebileceğiniz, aklınızdan çıkaramadığınız eserler hangileridir?

Gülseren ENGİN: Çocukluğumdan beri kitap kurduydum. Hâlâ öyleyim. Yerli ve yabancı pek çok yazar bana yol göstermiştir. Çok uzun bir liste oluşturur. Öykü konusunda Tarık Dursun K., Sait Faik, Haldun Taner ve Aziz Nesin ilk aklıma gelenler… Yabancılardan Edgar Alan Poe, Jack London, Cortazar , Carlos Fuentes diyebilirim. Romanı bana öğreten ilk yazar Kemalettin Tuğcu demiştim. Onu Halide Edip Adıvar, Recaizade Ekrem gibi klasik romancılarımız ve günümüzden Ayla Kutlu, izledi..Aslında öyle çok yazar ve kitap var ki… Araştırmacı yazar olmayı ise bana sevdiren yabancı gazeteci yazarlardır. Aynı zamanda hekim olan Robin Cook da çok başarılı, araştırmaya dayalı romanlar yazar. Yazım tekniğimi Michel Zevako’dan aldım. Onun Pardanyanlar serisi gençliğimde severek okuduğum kitaplardandır. Agata Christie’nin polisiyelerini de çok severim. Romanlarımda bu iki yazarın tekniğini kullanarak merak ögesini diri tutmaya çalışırım. Saint Exupery’nin “Küçük Prens “ kitabı başucu kitabım oldu uzun yıllar. Vasconcelos’un “Şeker Portakalı, Mark Twain’in “ Tom Sawyer” kitabı ve Jules Verne’nin bütün kitaplarını çok severim. Bunda hâlâ çocuk yanımın büyümemekte ısrar etmesi önemli rol oynamakta… Marquez’in “Yüzyıllık Yanlızlığı” başta olmak üzere bütün kitapları… Kutsal İsyan yazarımız Hasan İzzettin Dinemo’ya ise saygım sonsuzdur. Bütün kitapları okunmalıdır. Şiir denince Nazım Hikmet elbette… Atilla İlhan, Orhan Veli…

Tiyatro oyun kitaplarını da çok severim. Başta Shakespeare olmak üzere Lorca, Albee,Tennessee Williams, Haldun Taner, Hidayet Sayın, Orhan Asena…

Zeliha AYDOĞMUŞ : Cumhuriyet tarihiyle yakından ilgili bir yazar olarak, Cumhuriyetin ilanından bu güne ülkemizin gelişim sürecini değerlendirmenizi istesem; aksayan tarafların giderilmesi adına neler yapılabiliri sorgulasam, özellikle doğu ile batı arasındaki medeni gelişmeler yönünden oluşan farkın sebepleri nelerdir ve bu negatif farkların giderilmesi için neler yapılabilir sizce?

Gülseren ENGİN : Çok sey yapılabilir. En başta doğru ve eşit eğitimle kafa yapılarının değişmesi gerek. Köy Enstitüleri yeniden kurulsa ne iyi olur diye düşünüyorum çoğu zaman.

Zeliha AYDOĞMUŞ : Gülseren ENGİN'in kesinlikle tahammül edemediği ve olmazsa olmaz dediği karakteristik özellikler nelerdir?

Gülseren ENGİN: Doğruluk, içtenlik, adalet ve iyi zeka… Zekânın kötüsü insana da topluma da zarar verir. Aptallığa ve geri kafalığa dayanamıyorum.

Zeliha AYDOĞMUŞ: Edebiyat, tamam; hemen hemen tüm sanatların temel unsurunu oluşturuyor, peki sizin ilgilendiğiniz başka sanatsal veya toplumsal uğraşlarınız oldu mu, olduysa bunları bizlerle paylaşır mısınız?

Gülseren ENGİN: Evet, yine çocukluktan beri resim yaparım. Bu konuda çeşitli ustalardan ders de aldım. Pek çok karma ve kişisel sergim oldu. Ne yazık ki son yıllarda resim yapamıyorum. Müzikle ilgim şarkı söylemek düzeyindeydi; ama yaşlanınca ses de gidiyor. Tiyatro bir tutkuydu benim için; ama Üniversite dışında oynama olanağım olmadı. Tiyatro aşkımı oyun yazarak gideriyorum.

Zeliha AYDOĞMUŞ: En sevdikleriniz; şehir, eşya, bitki ve hayvan oyununa buyur etsem sizi;

Gülseren ENGİN: İzmir, bilgisayarım, gül ve kedi desem…

Zeliha AYDOĞMUŞ: Mesleki yaşamınızla ilgili ilginç, unutamadığınız bir anınızı bizlere aktarmanızı rica etsem, mümkün mü?

Gülseren ENGİN: Trabzon’un Arsin ilçesinde sağlık ocağında hekim olarak çalışıyordum. Bir akşamüstü mesai bitişinde kaymakam ve karısı muayene için geldiler. Ben lojman olmadığından ocakta depo odasını boşaltmış, orada kalıyordum. Henüz okuldan yeni mezun olmuş, 26 yaşında genç bir kızdım. Kaymakam ve karısını muayene edip ilaçlarını yazdıktan sonra onlara kahve pişirmek üzere mutfağa gittim. Tam elimde kahve tepsisi mutfaktan çıkarken kapıda iri yarı bir adamla karşılaştım. Ellerini beline dayamış bana tabancasını gösteriyordu. Zaten o yıllarda Trabzon’da kadınlar bile tabanca taşıyorlardı. ”Hastam var. Köye gideceğiz” dedi. Nefesi buram buram içki kokuyordu. “Biraz bekleyin, hastam var” dedim; ama korkmuştum. Akşam vakti sarhoş ve silahlı bu adamla köye nasıl gidecektim? Odaya girdiğimde yüzümden Kaymakam bir sorun olduğunu anlamıştı. “Bir hasta varmış.” Köye götüreceklermiş” dedim. Kaymakam ve karısı kahvelerinden iki yudum almamışlardı ki kapı hızla açıldı ve adam içeriye daldı. “Benim hastam ölüyor, siz burada keyif çatıyorsunuz” dedi. Ben soğukkanlılığımı korumaya çalışarak açıkladım. “Kaymakam Bey eşini muayeneye getirdi. Dışarıda bekleyin” dedim. Kaymakam sözünü duyunca homurdanarak çıktı adam. Kaymakam: “Size engel olmayalım “ dedi. Kalktılar. Kapıya kadar geçirdim. Dışarıda bir kamyon vardı. Şoför mahallinde de iki adam daha… Beni herhalde kucaklarında götüreceklerdi. “Bu kamyonla mı gideceğiz” diye sordum. “Evet” dediler. Kaymakam da adamın içkili olduğunu anlamıştı. “Böyle gidemezsiniz. Benim jipe gelin, ben götüreyim” dedi. O zamanlar jipler askeriyeden gelme, çadır beziyle kaplı ilkel arazi araçlarıydı. Cep telefonu filan da yoktu ki jandarma çağırsın. Kaymakam direksiyona geçti, yanında karısı, ben de arkaya oturdum. Kamyon önde biz arkada ilçeden çıkıp yayla yoluna saptık. Fındıkların arasından dağa doğru tırmanıyoruz. Bir yer geldi, yol bitti. Kamyon durdu. Etrafta ev filan görülmüyordu. İçkili adam gelip bundan sonra yürüyerek gideceğimizi söyledi. Kaymakam beni bu adamla gönderemeyeceğini düşünüp torpidodan tabancasını aldı, beline soktu. Karısına “Sen jipte kal” dedi; ama dağ başında, fındıklığın içinde jip de güvenli değildi. Neyse İçkili adamın peşinden fındıklıkta epeyi tırmandık; sonunda ev göründü. Hasta kadın iki gündür yemiyor, içmiyormuş. Sık sık bayılıyormuş. Benim elimde bir tansiyon cihazı ve bir dinleme aleti dışında hiçbir şey yoktu. İlaç da… Ne yapabilirdim ki… Kadınla konuşunca sorun anlaşıldı. İçkili adam Almanya’da çalışıyormuş, izine gelmiş. Hasta kadın kız kardeşiymiş ve onun kocası da Almanya’da işçiymiş. Bir Alman kadına tutulmuş ve onunla evlenmiş. Bu kadının resmi nikâhı olmadığından çocuklarıyla ortada kalmış. Günlerdir yemeden içmeden kesilmiş, ağlar dururmuş. Derin bir soluk aldım. Hemen bir sakinleştirici ilaç yazdım ve içkili adama verdim. ”Yemek yedirin, bol su içirin bir şeyi kalmaz” dedim. Kaymakam ve ben yeniden yokuşu inip jipe geldik. Bu arada akşam karanlığı çökmüş, kuş sesleri azalmıştı. Uzaktan köpek ulumaları geliyordu. Kaymakamın karısı bembeyaz bir yüzle jipte büzülmüş oturuyordu. Belli ki çok korkmuştu. Yeniden yola koyulup ilçeye dönerken hiç birimiz konuşmuyorduk.

Zeliha AYDOĞMUŞ: Nelerle mutlu olursunuz?

Gülseren ENGİN: Sevdiğim insanlar, yani kızım ve torunlarım başta olmak üzere ailem ve arkadaşlarımla bir arada olmak çok mutlu eder beni. Hele deniz kenarındaysak, denizi seyrediyorsak…

Zeliha AYDOĞMUŞ : Korkularınız, iyi ki ve keşkeleriniz;

Gülseren ENGİN : Gelecek güvencesi önemlidir benim için. İhtiyarlığın ne olduğunu iyi bilirim. Başkalarına yük olacak kadar yaşamaktan korkarım. İyi ki hekim olmuşum. Önemli ve yararlı bir mesleğim var. Ekonomik özgürlüğümü kazandırıyor bana. Kimseye muhtaç olmadan yaşayabiliyorum. Bu da gerçek anlamda özgür olmak demek. İyi ki hâlâ aklım başımda, bir üniversitede ders verebilecek kadar… Yeni şeyler öğrenebilecek kadar. Örneğin son zamanlarda Portekizce öğreniyorum.

Keşke sesime özen gösterseydim de onu kaybetmeseydim.

Zeliha AYDOĞMUŞ: Belki çok erken, sonuçta kitabınızın henüz dumanı üstünde, yine de sormadan geçemeyeceğim; yeni bir kitap hazırlığınız var mı, varsa bizlere biraz bahseder misiniz?

Gülseren ENGİN: Smyrna Üçlemesinin son kitabı “Smyrna’nın Yazgısı” beş yıllık ağır bir çalışmayla bitti. Şu sıra dinleniyorum; ama henüz yayımlanmamış, çoktan bitirilmiş dosyalarım var. Romanlar, öyküler, gezi ve çocuk kitapları…

Zeliha AYDOĞMUŞ: maviADA Dergisi adına yaptığım bu söyleşide sorularıma samimiyetle ve içtenlikle cevap verdiniz. Öncelikle bunun için teşekkür ediyorum. Son olarak okurlarınıza iletmemizi istediğiniz bir mesajınız var mı?

Gülseren ENGİN: Okumayı seviniz. Her kitap size yeni ve ilginç dünyalar sunar. TV ve sinemadan çok farklıdır. Okuduklarınız beyninizde hayal dünyasının kapılarını açar ve siz kafanızda bambaşka düşsel evrenler yaratırsınız. O hayaller size özeldir; biriciktir. Siz okumayı seviniz ki çocuklarınız da sevsinler. Ülkemiz okuyan insanların ülkesi olmalı ki geri kalmaktan kurtulalım. Yeni kitaplarda buluşmak üzere…Sevgiyle















Gülseren Engin’in son kitabı “Smyrna’nın Yazgısı” bir üçleme; Kurtuluş Savaşı yıllarını işleyen kitapların sonuncusu 2020 Sonbaharında çıktı.










SÖYLEŞİyi İNDİRMEK için aşağıya tıklayın



334 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/706
bottom of page