top of page
Yazarın fotoğrafıYusuf AKSOY

ARABESK

Güncelleme tarihi: 15 saat önce

Yusuf AKSOY

*

Ferdi Tayfur’un Antalya’da tedavi gördüğü hastanede 2 Ocak akşamı hayatını kaybetmesi başta ailesini, yakınlarını ve sevenlerini derinden üzmüştür. Takipçileri, hayranları onun şarkılarındaki ve filmlerindeki bitmek bilmez dert sahiplerinin bizzat kendileriydi. Ferdi Tayfur’un ardından arabesk müzik ile ister istemez belli değerlendirmeler ve tartışmalar gündeme yeniden gelecektir. Bu değerlendirme ve tartışmalara bu yazımla ben de küçük bir katkı yapmak istiyorum. Ferdi Tayfur ve dönemin diğer tüm arabeskçileri yoksul ailelerden gelen insanlardır. Arabesk şarkılarla isim yapmış, toplumun belli kesimlerince yakın ilgi görmüş bu insanların kökenleri, kişilikleri ve özel yaşamları ile ilgili bir derdimiz yoktur, olamaz da zaten.

Fransızcadan dilimize geçen Arabesk sözcüğü, ‘Arap tarzı’ anlamına gelmektedir. Arabeskin, Arapların yaşantısı ve Arap müziği ile doğrudan bir ilişkisinin olmadığı bilinmektedir. Arapça ezgi ve usullerden esinlenerek Tük müziği içine dâhil edilmeye çalışılmış bir türdür, diye biliniyor Arabesk. Türk müziği içinde ne kadar yer edinip, kabul gördüğünü müzik bilimcilerimiz araştırıp anlatsın. Ben olayın toplum bilimsel açıdan etkisine dair söz söylemeye çalışacağım. Arabesk müziğin kendisine benzetilen kitlesiyle buluşmasının, kitlenin bu müziği üstün bir beğenisinin doğal sonucu olarak olmadığını toplumun ağırlıklı ve bilinçli kesimi bilmektedir.


Bu konu ile ilgili aklıma gelen bir anımı paylaşmanın tam da yeri: Lise yıllarımda otobüs ile İstanbul yönünden Ankara yönüne yolculuk yaparken Libya’dan geldiğini söyleyen bir turist yolcu ile yan yana oturmuştuk. Otobüsün hareket etmesiyle beraber arka arkaya ve yüksel bir volümle arabesk şarkılar dinletilmeye başladık. Ne de olsa biz; minibüste, otobüste zorunlu arabesk şarkılar dinlemeye alışıktık. Aradan beş on dakika geçince biraz Türkçe de bilen Libyalı yol arkadaşım: “ Bu insanı kahreden müziği neden tercih ediyor Türkler? İstanbul’da bindiğim taksilerde, kaldığım otelde ve restoranlarda hep bu tür müzikler çalıyor. Bu tarz müzik insanı yoruyor ve üzüyor, dedi. Ben, “Tercih etmiyoruz, ettiriliyoruz” diye yanıt vermiştim. Yanıtımın içeriğini başını sallayarak anlamıştı.


Arabesk müziğin beslenme kaynağında dolayı ‘in’ olduğu ülke koşullarına dönüp kaktığımızda birbiriyle ilişkili önemli olayları görmekteyiz. Birincisi: Özellikle 1950’lerde başlayarak özellikle 1980-2000 yılları aralığında kır/köy nüfusunun yüzde doksanına yakının aş ve iş için kentlere göç ediyor. Ekonomik nedenli zorunlu büyük içgöçler nedeniyle göç eden kitlelere büyük mağduriyetler, gecekondulara hapsolma, işsizlik, yoksulluk, dışlanma, öteki olarak  kabul görülmemek gibi zor, acı, karamsarlık ve hüzün dolu bir yaşantı reva görülmüştür. İkincisi: 68 gençlik hareketinin özgür, eşit ve refah içinde demokratik bir Türkiye mücadelesinde örgütlülüğünü her türden baskıya karşı büyütüyor olmasının, kitleselleşmesinin durdurulamaması. Bu dolayımdan mevcut iktidarlara karşı engellenemeyen kitlesel hareketlerin insan kazanımlarını pasifize edecek yeni popüler kültür araçlarına acil olarak ihtiyaç duyma. Üçüncüsü ise, 12 Eylül 1980 Darbesinin toplumun tüm ilerici örgütlü kesimlerinin, kurum ve kuruluşların üzerinden silindir gibi geçişi; işkenceler, idamlar ve zindanlara ülkenin en aydın, yurtsever ve devrimcilerin doldurulmasıdır. 12 Eylül Darbesi, sermaye düzeninin acı reçetelerine tam yol açmak için hayata geçirilmiştir ve itirazı olan toplum kesimi esir almıştır. Dışarda kalanları da kullanışlı araçlardan biri olan popüler kültürle etkisiz hale getirmek için öteki dünya argümanlarını ve arabesk müzik gibi araçları son derece güçlendirerek yaygınlaştırmıştır. Gerek varoluşsal sıkıntıların açığa çıkmasından kaynaklı gerekse toplumsal/sınıfsal temelli ortaya çıkan sorunların neden-sonuç ilişkilerini açığa çıkarmak için yanlış adreslere yönlendirilme sonucu toplumun ezilen ve yoksul kesimlerinde acı, üzüntü, karamsarlık ve ümitsizlik arzuya dönüşmüştür bu yıllarda.


12 Eylül Darbesinin açtığı yolda ‘terbiye’ edileceklerin önemli bölümü öbür dünyanın aşkıyla yanıp kül olacak; bu alanın dışında kalan gecekonduları dolduran ucuz emekçiler, işsizler, açlar, yalnızlar, aşklarını kaybedenler ve âşık olamayan umutsuzlara, çaresizlere, hüzünle yatıp hüzünle kalkacak olanlara daha çok umutsuzluk, çaresizlik ve hüzün aşılanacaktı. Aşılandı da. Milyonların hüzün, karamsarlık, acı ve kederle boyalı yaşamları hafızalarıyla birlikte çalındı.

Egemenlerin politik ihtiyacına binaen dönemsel ve ihtiyaca ilişkin ortaya konulan popülist kültür içinde çok elverişli bir araç olmuştur arabesk müzik. İsyan edecek olanlar, isyanlarını kendi içlerine kusmuşlardır. Farklı bir hayat için rüya kurmaları istenmiyordu sayısız kalabalıkların. Rüyalarını da bilmez, tanımaz oldular zaten.  Amaçsız yığınların acı, hüzün ve umutsuzluğa olan düşkünlükleri daha da parlatılacaktı, parlatıldı. Ve öbür dünya soslu arabesk, toplumun önemli bir kesiminin yaşam tarzı oldu. Gözleri ışıktan kaçırmak şimdilerde de maharet sanılıyor zavallı umutsuzlarca.


Ancak, ‘güneş balçıkla sıvanmaz’. Geçte olsa insan kalma ve haysiyetli yaşam inancı karanlığın bentlerini yıkacaktır. Birhan Keskin’in dediği gibi:

 “Baharın gelmemek gibi bir huyu yoktur. İlla ki gelir.”

Emek ve duygularımızın sömürülmeyeceği iyi hayat için ümit dolu şarkılarımızı, türkülerimizi daha yüksek bir sesle hep birlikte söyleyelim. Haysiyetli bir hayat için umudu ve mümkünlüğünü anlatmak en temel sorumluluklarımızdan biri olmalıdır.

                                                                                                                                            

 

 

 

 

29 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Zeki Müren

1 Comment


Şenol YAZICI
Şenol YAZICI
15 saat önce

Evrensel bir kuraldır;

“Baharın gelmemek gibi bir huyu yoktur. İlla ki gelir.”

Bir de biz anlasak...

Like
1/725
bottom of page