top of page
1/2

Antichrist Filminin Değerlendirilmesi

Yusuf AKSOY

*

Orijinal İsmi: Antichrist

Vizyon Tarihi: 11 Haziran 2010

Süre: 108dk

Tür: DramGerilimKorku

Yönetmen: Lars von Trier

Yapımı: 2009 - Danimarka ,  Fransa ,  Almanya ,  İtalya ,  Polonya ,  İsveç


*


Film, bir duş/banyo sahnesiyle başlıyor. Adı olmayan kadın(!), duş alıyor, yani temizleniyor. Erkek ise güçlü ve temiz. Kadın düş konumunda iken şehvet uyandıran, cinsel ilişkiye davet eden bir pozisyonda; diğer anlamda ise enerjisi ile çekim odağı olan, teşvik eden pozisyonda. Erkek ise davet edilen, öznenin eylemlerine bağlı bir nesne durumunda. 

Mitolojinden günümüze kadar aktarılan söylencelerde kadın daima sorunların, kötülüğün, talihsizliğin,…vb. nedenidir. Filmin daha ilk karesinde öne çıkan kadın oluyor. Kadın, sehvete, zevke hazırlanan ve olacakların sorumlusu gibi bir zihinsel algıya dâhil edilmiş.

 

İnsanlık tarihinde itaatsizliğin sembolü olmuş ilk ölümlü kadın olan Pandora ile ilgili incelemeye bakmakta fayda var: “…mitolojide Tanrıların dışında ölümlü olarak yer alan

ilk kadın Pandora'dır ve erkeklere ceza olarak yeryüzüne gönderilmiştir.

Çoklukla bütün kültürler ve ataerkil din kitaplarında da söz konusu edildiği

gibi Tanrılar insan yaratmaya karar verdiklerinde öncelikle erkeği sonrasında

ise ikinci sırada kadını yaratırlar (Gezgin vd., 2004, s. 150). Pandora'nın

sözcük anlamı, 'Tanrıların armağanı'dır ve baş Tanrı Zeus'un isteği

doğrultusunda sanatçı ve ateş Tanrısı Hephaistos tarafından su ve topraktan

yaratılır. Bilge Tanrıçası Athena tarafından bedeni uyumlu olarak süslenir,

Afrodit tarafından güzellik ve çekicilik, Tanrıların Habercisi olan Hermes

tarafından şeytani bir zeka ve kandırma yetisi verilir. Zeus, Pandora'ya

yeryüzüne inerken asla açmaması gerektiğini söylediği bir kutu verir. Fakat

Pandora kutunun içinde ne olduğunu merak ederek kutuyu açar ve böylece

yeryüzüne hastalık, savaş ve felaketler kısacası dünyaya bütün kötülükler

yayılır (Abenstein, 2007, s. 108).

Antik çağlardan başlayarak günümüz modern hatta pot-modern çağında da kadın muhaliftir ancak; bu muhalif kimliği oyun bozan, yasa tanımaz, itaatsiz, uğursuz ve kötülüklerin kaynağı olarak tercüme edilip değişmez bir algı olarak çoğunluğun kabulüdür. Pandora simgesi ile ilgili Cemile Akyıldız Ercan şu vurgulamayı yapmaktadır:

 “Pandora kutuyu açmakla geri dönüşümü olanaksız bir eylem içine

girmiştir. Söylencede, Pandora'ya kendisine kutuyu açmaması tembih

edilmesine karşın kutuyu açtırmakla, doğrudan kadının yapmaması gereken

ilk şeyin itaatsizlik olduğuna göndergede bulunulur. Çünkü kadın ve erkek

arasındaki cinsiyet çatışmasını tetikleyecek ilk etken itaatsizliktir. Gerçi

Pandora, son anda kutuyu kapatır, ama hiçbir şey değişmeyecektir, kutunun

içinde ise yalnız umut kalmıştır.

Günümüzde de 'Pandora'nın kutusu', olumsuz ve kötü şeyleri içinde

saklayan kutu anlamında bir deyim olarak kullanılır. Yunan söylencelerinde ilk ölümlü kadın olarak karşımıza çıkan Pandora gibi Lilith'de söylencelerde önce 'itaatsizlik' eylemiyle karşımıza çıkar. “Ercan,  2004: 92)

        

    

              

 

Cennetteki  yasak meyveyi önce kendi yiyip sonra erkeğe yediren konumunda. Eski Ahid’in Tekvin bölümünde: “ ve kadın gördü ki, ağaç yemek için iyi ve gözlere hoş, ve anlayışlı kılmak için arzu olunur bir ağaçtı; ve onun meyvesinden aldı ve yedi; ve kendisiyle birlikte kocasına da verdi., o da yedi. İkisinin de gözleri açıldı, ve kendilerinin çıplak olduklarını bildiler; ve incir yaprakları dikip kendilerine ön önlükler yaptılar”. ( Tekvin, Bab 3:6-7)Yani suçlu kadın! Tanrı’ın yasak koyduğu meyveyi yılan’ın (Yılan: şeytan olan kadın) teşviki ile önce kendi yedi sonra erkeğe yedirdi. Oysa, o meyvenin yasak olduğunu Tanrı erkeğe söylemişti. Kadına daha sonra söyleyen ise erkek (Adem) idi.

Erkek yasak meyveyi yememesi ve kadına da o önemli yasağı hatırlatması lazımdı.

Doğanın, canlılardan beklentisi, türün devamıdır. Türün devamına yönelik cinsellik salt akla dayalı değil, arzulara bağlı olmalıdır. “ Arzu erkek iktidarının onaylanmasında, oluşturulmasında ve yıkılmasında önemli bir rol oynar. Arzu onu çevreleyen yasaklamalarla, teşviklerle şekillenir. Cinsellik, cinsel farklılıklara karşı cinse duyulan arzu ile ilgili olan cinselliktir. Arzu erkek egemenliğinin daha genel kalıpları içerisinde konumlanır.”(Dikmen, 2011:36-37)

 Bu beklentin gereği filmdeki kadın ile erkeğin sevişme sahnesinde oldukça etkili işlenmekte.

Hatta ilerleyen sahnelerde kadın arzusu cinsel ilişki anında üste çıkma eylemi ve girişimleriyle erkek iradesini pasifize ediyor, onun iktidarını sarsıyor bir bakıma. Sevişme sahnesine paralel çamaşır makinesinin dönerek çalışır durumda ara ara görüntüye gelmesi ve yıkanmış beyaz çamaşırları göstermesi bir arınmayı, döngüyü ve yenilenmeyi anlatmaktadır.

Kadın ve erkeğin sevişme anında uyanıp sesini duyuramayan küçük erkek çocuklarının kendini camdan atması ya da düşmesi de önemli çağrışımlar taşımaktadır. Psikolojik çağrışım olarak  Freud’un Oidipus kompleksine göre değerlendirme yaparsak, anneye ilgisinden dolayı baba tarafından hadım edilme korkusu yaşayan çocuk, baba ile annenin sevişme sahnesini gördüğünden dolayı derin bir üzüntü ve hadım edilme korkusu ile kendine zarar vermek istemiştir. Freud’un gelişim süreçlerinden olan fallik dönemdeki erkek çocuğun davranışlarıyla paralellik içinde aktarılabilir. “ Fallik dönem:cinsel bölgelerin uyarılmasında heyecan duyma ve cinselliğe karşı aşırı ilgi biçiminde davranışlarla belirlenen bu dönem üç yaşında başlar ve yaklaşık olarak beşinci yaşının bitiminde son bulur.”(Gençtan, 2012: 36) Oidipal döneme ilişkin açıklama önemli: “…Oidipal dönem başladığında, erkek çocuk annesine sevgili gibi davranmaya başlar; ona dokunmak ya da onunla birlikte yatmak isteyebilir, evlenme önerisinde bulunabilir, babasının yerine geçme girişimlerinde bulunabilir, annesinin çıplak bedenini görebilmek için fırsat arayabilir. …Ama her şeyden çok en büyük rakibi olan babasını aradan çıkarmayı düşler. Diğer yandan, babasına yönelik saldırgan duygularından ötürü onun tarafından cezalandırılmaktan korkar”. (Gençtan, 2012:36) Mitolojik açıdan ele aldığımızda, çocuğun pencereden yerdeki karlar üzerine düşmesi yaradılış mitinde adem ile Havva’nın yasak meyveyi/yasak elmayı yemesinden sonraki düşme anlamı içindeki derinliğinde bulabiliriz. Kutsal kitap eski Ahit Tanrı’nın yasağına uymadıkları ve yasak elmayı yedikleri için kadına/Havva’ya ve erkeğe/Âdem’i cezalandırır. Kadına şöyle der: “Zahmeti ve gebeliğini ziyadesi ile çoğaltacağım; ağrı ile çocuk doğuracaksın ve arzun kocana olacak ve o da sana hâkim olacak. “ (Tekvin, Bab 3:16) Erkeğe, Âdem’e ise şöyle der:

              

 

“Karının sözünü dinlediğin ve:-ondan yemeyeceksin diye sana emrettiğim ağaçtan yediğin için, toprak senin yüzünden lanetli oldu; ömrünün bütün günlerinde zahmetle ondan yiyeceksin.. toprağa dönünceye kadar,

alnının teriyle ekmek yiyeceksin… .” (Tekvin, Bab 3:17-16) Cennetten kovulmak, düşüş kavramı ile yaradılış mitlerinde açığa çıkmaktadır. Saf ve temiz olan çocuk imgesi filmde karlar üzerine pencereden düşen erkek çocuk ile bağdaştırılıyor. İlk günaha çağrışım olarak anne ve babanın suçu/günahının bedelini çocuk düşerek ödüyor. Saf beden beyaz karla kaplı yere çakılıp kanayarak, kırmızı beyazla buluşuyor; saflık, dirlik ve düzenin kötüye dönüşeceği anlamı kendini gösteriyor burada.

Filmin intizar diye nitelenen birinci bölümü erkek çocuğun düşüşünün ve ölümünün ardından anne babasının üzüntülerini geleneksel anne-baba arketipleriyle olağan üstü etkili akatarımlarına bizi götürüyor. Erkek çocuğun ölümü özellikle anneye ızdırap yaşatıyor. Çocuğunu kaybetmenin ruh hali anneyi ağır depresyona sokuyor. Acılarıyla baş etmeye çalışan, duygularına yenilen dionysosik özellikte bir anne, karısının ağır üzüntüsü karşısında duyarlı, anneyi iyileştirmeye, onun hayatını yeniden düzene sokmaya çalışan apollonik özelliklerle donanımlı bir baba öne çıkıyor. Doğada her şey karşılığıyla yani zıttıyla var olmaktadır. Bunun izlerini filmde de çok yerde fark etmekteyiz. Apollonik erkek, dionysosik kadın. Acının karşısında sevinç, huzursuzluğun karşısında huzur, iyinin karşısında kötü. Cinslerin karşılığı da böyle: birbirini tamamlayan kadın ve erkek.

 

Kaos’un sürdüğü üçüncü bölümü: Acı.

Kadın psikoterapist olan kocasının desteğiyle tedaviye başlar. Evde tedavi sürecinde bilen, düzenleyici olan erkek kadına telkinlerle yardımcı olmaya çalışır. İlaçların etkili olmayacağı telkininden sonra kadını ‘Eden’ ormanına gitmeye ikna eder. Kadını tedavisinin doğada, Eden’de olabileceğine inandıran erkek yine belirleyici olmuştur. Ve sanki ölen çocuk sadece kanınmış gibi davranan erkek duyarsız ve duygusuzluğu ve soğukkanlılığı ile kadının duyarlılığı, acı ve üzüntüsü karşısında bir zıtlık oluşturur. İrrasyonalist, anti-hıristiyan Nietzsche’nin Deccal’lide  bu durum söyle vurgulanır: “Gerçekliğe karşı içgüdüsel nefret : Aşırı bir acı ve uyarılma duyarlılığının, her dokunuşu çok derinden duyumsadığı için artık «dokunulmak» istemeyen bir duyarlığın sonucu.

Her türlü iticiliğin, her türlü düşmanlığın, duygularda her sınır ve mesafenin içgüdüsel

yadsınması: Aşırı bir acı ve uyarılma duyarlılığının sonucu, her direnmeyi, direnmek zorunda

kalmayı hemen dayanılmaz bir ızdırap (yani tehlikeli, kendini koruma içgüdüsünün önlem alınması için uyardığı bir şey) olarak duyumsayan, mutluluğu (hazzı) yalnızca, artık hiç kimseye, ne fenaya ne de kötüye direnmemekte bulan bir duyarlık, —tek, en son yaşam olanağı olarak, sevgi... Bunlar, kurtuluş öğretisinin üstünde, içinde yetiştiği iki fizyolojik gerçekliktir. Bunları, Hedonizm'in, tamamiyle hastalıklı bir temel üzerinde, alttan alta gelişmesi sayıyorum.” (Nietzsche, 2003:30)

Acılarla muzdarip olan kadın; erkek tanrı, erkek iktidarı nazarında hiç gerçekçi, doğru ve haklı değildir. Kadını yok sayan, onu kötülüğüm gücü Lilith, Pandora şahsınsa şeytanlaştıran erkek kadına karşı konumundan dolayı onunla ortak duyu ve bilgiye sahip olmuyor. Kadın zayıflığın kendisi, erkek güç ve kudret sahibi ve her daim iktidardır. Yeni doğmuş kuş yavrusunun eril özellikli bir hayvan tarafından parçalanması “haklı ve güçlü” olanın kimliğinin açığa vurumudur.

 

Üçüncü bölüm: Umutsuzluk-Soykırım.

 

Bu bölümde erkek ile kadın arasında oynanan diyalog dikkat çekici:

Erkek: Ben doğayım. Senin doğa dediğin her şey.

Kadın: Tamam bay doğa. Ne istiyorsun?

Erkek: Olabildiğince canını yakmak.

Kadın: Peki nasıl?

Erkek: Sence nasıl olabilir?

Kadın: Beni korkutarak mı?

Erkek: Seni öldürerek.

Kadın: O tür bir doğasın. İnsanı kadınlara karşı kötü şeyler yapmasına neden olan doğa.

Erkek: Tam olarak oyum, işte !

Kadın: Buradayken beni en çok ilgilendirmiş olan doğa konusu tezimin konusu. İşte tam da o tür doğaydı. Ama Eden’i hafife almayacaksın.

… “ diye eden diyalogda kadın kendi doğasıyla yüzleşirken eril iktidarın maniplasyonları

dolayımı ile uğradığı yanılsamaları dışa vurur. Gücün karşısında varoluşundan vazgeçmemenin önemi erkek aracılığı ile reflekte edilir.

Diğer bölümlerde olduğu gibi bölüm sonlarında bir dilenci ile karşılaşan erkek dördüncü bölümde bir ceylanla karşılaşır. Ceylan rahminden sarkan bir cenin ile görünür. Ceylanın cenini, sadeliği, saflığı, güzelliği ve tehlikesiz oluşu bir kadın betimlemesidir. Doğanın içinden gelip yine doğanın içinde kaybolan, daha doğrusu görünmez olan zarif ceylan üreme gerçeği ile insanın canlılığının ve yaşamının ve yediden üreme yoluyla süreklilik arz eden döngünün dışa vurumudur.

 

Erkek ile kadın Eden’e geldiklerinde erkek kadına: “ Kendini öncelikli sorunsal olarak piramidin neresinde düşünüyorsun? ” sorusuna piramidin ortasının biraz üzerinde bir yeri işaret etmişti. Kadın, o tavrıyla varoluşun odak noktasına kendisini yerleştirdi. Bunun iki açıklaması olabilir: Doğa canlılığın merkezi, nedeni; kadın ise canlılar âleminde insan varlığının koşulu ve bilginin merkezidir. Ancak ilerleyen bölümde, umutsuzluğun ağır bastığı bölümde erkek kulübenin çatı katında kadının ortaçağ kadın katliamları’ adlı çalışma notlarını bulur ve bu yazıları okur. Kadını kendinden, savunduklarından uzaklaşmakla eleştirir. Kadın ise doğanın kontrolü altında olduğunu ima ederek kötülüklerin ve güzelliklerin doğanın bir gerçekliği olduğu, ona karşı bir şey yapılamayacağını açıklamaya çalışır. Kadının ortaçağdaki ‘cadı’ suçlaması nedeniyle yakılarak katledilmeyi onaylıyor gösterilmesi ironik bir anlatım tarzı.

İlkel komünal toplumlardan sonra özellikle köleci toplumun egemen olduğu orta çağda varlığını, özne olduğunu söz ve eylemleriyle, davranışlarıyla yansıtmaktan korkmayan, en az erkek kadar bilgili ve becerikli olduğunu iddiasında olan, kötülüğe, adaletsizliğe tepkisiz kalmayan, itaat etmeyen kadınları diğer tüm kadınlara da korku salmak amacıyla kadınlara zalimce işkenceler edilmiş ve katledilmişlerdir. Çünkü kadın aynı zamanda bitki ilaçlarını tanıması, hastaları iyileştirmesi, üzüntü ve acıları gidermekte en etkili terapiler yapabilmesi dolayımı ile de: bilen, bulan, iyileştiren ve değiştirendi. Dinin en etkili olduğu bu dönemlerde, monoteist dinlerin kadına yönelik imhacı ve itaat ettirici söylemleri kadını ölümüne susturmaya çalışmıştır.                               

Filmdeki kadının doğruladığı bu zalimane kötülüklerin yaşanılan doğa içinde var olduğu gerçek olduğudur. Bu tavrı ile bu kötülüklerin gerekçeleri o kadar meşru olarak benimsetilmiş ki, o dönemin kadını üzerinde günümüz kadınına mesaj verilmeye çalışılmaktadır:” Katiline âşık olma!” denmektedir adeta.

Albert Camus’un Yabancı adlı yapıtında söylediği gibi : “ Hiçbir zaman nerede, nereye ait olduğumu kestiremedim! “ (Batur, 2012: 37)) ve kadının kendi öyküsüne yabancılaşmasını ve çığlığını Ece Ayhan’ın şu dizesinde anlattığı gibi : “ Sen şiirini yüreğine çengelli iğneyle takmışsın. “ (Batur, 2012: 38)

 

“Süt içtim acım hafiflesin diye” (Madak,2014: 35 ) diyen Didem Madak’ın iyileşmenin, hayata dönmenin, yeniden yaşam bulmanın ilacı kadının kendisi. (Sütün feminen olana, kadına ait oluşu üzerinden düşündüm.)

Doğumun, üremenin, canlılığın kendisi olan kadına yapılan kötülükler, erkek egemenliği, erkeğin onsuz bir değerinin olmayacağı ‘iktidarı’ içindir. Bu bilinç aktarılırken duyarlılık çağrısı burada çok açık bir şekilde verilmiş.  

Daha sonraki bir zamanda erkek kadının odasında kâğıt üzerindeki piramitte, aşağıdan yukarıya doğru şu sıralamayı görür: Ağaçlar/yapraklar-orman-Eden. Erkek piramidin en üst kısmına ‘kendisi’ yani kadın yazar. Topraktan dolayı var olup, kökleriyle yeri sarmalamış olan ağaç bilgelikle beraber üremenin yerini simgeler. Ağacın yaprakları ise yeşil kaldığı süre içinde yaşamı, toprağa düşüp dönüştüğünde de ölümü ve yeniden doğumu çağrıştırıyor. Orman, çoğalmanın kadınla mümkünlüğünü gösterirken Eden’in,  yani cennetin kadının sayesinde gerçek olacağını düşündürüyor. Erkeğin piramidin en tepe noktasına kadını yerleştirmesi ise bir gerçeğin itiraf edilmesinden başka bir şey değildir. Enerjinin, canlılığın doğa/ kadın olduğu ve piramidin/yüksekliğin en üst tepesinde kadın imajı Dionysus olan ile apollonik olanın yaşamın gerçekliği, geçerliliği ve güveni için birlikte olması gerektiğinin anlamıdır.

 

           Filmde bir ara kadın ölen çocuğunun ağlayan sesini duyar ve kulübe içinde bir o yana, bir bu yana aranır. Çocukla anne arasındaki bu kopmaz bağ yaşamla ölüm arasındaki bağ gibidir. Yaşam ve ölüm döngüsel olarak hep birbirlerini takip edecektir.

 Yine filmde belli aralıklarında çatıya düşen meşe ağcının palamut sesleri işitilir. Kadınla erkek arasında şöyle bir diyalog geçer: “

 

Erkek: Meşe palamutları çığlık atmaz. Sen de bunu benim kadar biliyorsun. İşte korku budur!

Kadın: Doğa şeytanın tapınağı!

            Meşe ağaçları yüzlerce yıl yaşarlar. Varlığını sürdürmek için her yüzyılda bir yeni tek bir ağaç üretmesi yeterlidir. Sana sıradan gelebilir. Nick ile beraber bunu fark etmek benim için büyük bir şeydir. “ Kadın, bilen ve ölüme karşı üreme/doğurma özelliğiyle ölüme karşı zafer kazanan gücü nedeniyle iktidarını paylaşmak istemeyen erkek tarafından aforoz edildiğinden ve kötülüklerin, günahların baş sorumlusu ilan edildiğinden, o doğayla eş değer olduğundan ‘şeytanın’ ta kendisidir. Doğadaki tüm hareketler de onun hüneridir.

Meşe ağacı üzerinden vurgulanan ‘yüzyılda bir yeni tek bir ağaç üretmesi’ sperm ve üreme ilişkisi anlatılıyor. Başka bir anlamda da doğadaki işleyiş aklı ilişkilendirilerek aklın ve mantığın doğa karşısında zafiyeti, yenik düğmesi sonucu kötülüklerin yaşanmasına neden olması, şeklinde de anlatılabilir. Akıl ve mantık duygu ve ortak duyudan yoksun olunca sadece telafisi güç yanlışlar yapabilir, acılar yaşatabilir. Salt aklı yaşantının kılavuzu yapmak hayatı tek düze kabul etme anlamına gelir. Oysaki doğada her şey karşılığıyla, zıttı ile bütünlüklü olarak varlığını sürdürmeye yatkındır.


Filmin başından itibaren ara ara sahneye gelen sevişme sahnelerinde kadının üste çıkma hırsı ile dolu olduğu gösteriliyor. Kadın bu pozisyon isteği ile erkeğin iktidarını değersizleştirmek istiyor ve Femme Fatale sürecinde olduğu gibi cinsel birleşme yoluyla boşalan erkeği bitmiş, tükenmiş bir hale getirme arzusu aktarılıyor. Bu anlamda Femme Fatale tiplemeleri kendini erkeğe eşit kabul eden, itaate uyumlu olmayan kadına yakıştırılan bir özellik olma anlayışı erkek anlayış tarafından hep sürdürülmüş ve sürdürülmeye de devam ediyor.

“Femme fatale tiplemesi, şu veya bu şekilde, bütün kültürlerin efsanelerinde ve folklorunda yer etmiştir. Tarihin kaydettiği ilk örnekleri arasında, Sümer tanrıçası İştar ve Tevrat'ta yer alan HavvaLilithDelilah ve Lou Andreas-Salomé sayılabilir. 19. yüzyıldan itibaren, yükselen burjuvazinin ahlaki değerler anlayışı içinde, Batı kültüründe daha sık rastlana gelmektedir. Tiplemenin örnekleri Oscar WildeEdvard MunchGustav Klimt gibi sanatçıların eserlerinde mevcuttur. Kadın hakları hareketinin gelişmesiyle ve muhtemelen bu harekete burjuvazinin bir tepkisi ve korkularının bir ifadesi olarak, femme fatale tiplemesi dimağlarda daha da geniş yer etmeye başlamış, daha da fazla sayıda örnek yaratılmıştır. Edebiyat ve resimle başlayan vurgu, sinemanın ortaya çıkması ve gelişmesiyle bu sanat dalına da taşınmıştır.” (Vikipedi)

 

Dördüncü bölüm boyunca sahnelenenler kadına tarihsel süreç içerisinde reva görülen davranışların, kötülüklerin, işkenceler, özellikle orta çağda uygulanan işkenceler kadın tarafından o döneme ait işkence aletleriyle kendi bedenine uygulanır. Kendi göğüs uçlarını keser, rahmine zarar verir, klitorisini kesip atar. Aynı zamanda bu kötülükleri, işkenceleri yapanın erkek olmasından dolayı kocasına da işkence yapar. Onun penisini koparmak ister, ona saldırır. Penis erkeğin iktidarının, dolayısıyla kadını yok saymanın aracı olduğu için kadının hedefi olur. Kadının bu davranışı eşitlenme mesajıdır aslında. Erkeğin kadına uyguladığı işkencelerin benzerine maruz kalması sahnesi, kadının ona uyguladığı işkencelere dayanamayıp erkek tarafından öldürmesi eşitsizliğin, erkeğin ölümcül saldırılarının çağımızda da sürdüğünün açık bir göstergesi olarak izleyicinin duyarlılığına aktarılıyor.

Schoppenhauer’un ölüm ve hayatla ilgili şu pasajı filmin derinliğine destek sunuyor: “ Aldığımız her nefes bizi sürekli etkisi altında olduğumuz ölüme doğru çeker. Nihai olarak zafer ölümün olacaktır, çünkü doğumla birlikte ölüm zaten bizim kaderimiz olmuştur. Ve avını yutmadan önce onunla yalnız kısa bir süre için oynar. Bununla birlikte, hayatımıza olabildiğince uzun bir süre için büyük bir ilgi ve özenle devam ederiz, tıpkı sonunda patlayacağından emin olsak da, olabildiğince uzun ve büyük bir sabun köpüğü üflememiz gibi. “ ( Schopenhauer, 1969:311)

 

Filmin sonunda erkek, yara bere içinde ormandan ayrılmak için yürüyor. Orman içinde bir bölgede çalılık yığını yanıyor. Bu ateş görüntüsü arınmayı, yenilenmeyi çağrıştırmaktadır. Tilki, karga ve geyik, filmin sonuna doğru erkeğe görünüyor. Bu görünme erkeği suçlama anlamı taşımaktadır. Matem, acı ve umutsuzluk olarak Paganizmden Hıristiyanlığa geçmiş olan bu simgeler yaşama arzusu, üreme ve çaresizlikleri vazgeçilmezler olarak sergilemektedir. Yaşanmış olan ve yaşanacak bu matem-acı ve umutsuzluk erkeğin erkekliği öldürmesiyle ancak son bulabilecektir. Erkek, Eden ormanından ayrılmak üzereyken gördüğü yüzlerce dirilmiş kadın, erkeğin işlediği yüzlerce kötülüğü ve katlettiği kadınları açığa çıkarmaktadır.  

Erkek tarihiyle yüzleşemediği, akla teslimiyetini sorgulamadığı sürece kötülüklerin, suçun faili olma gerçeğinden kendini kurtaramayacaktır ve doğayla barış içinde yaşanmasını engelleyecektir. Bu son cümlem de filmin ana mesajı yerine olsun.

 

                                        

 

KAYNAKÇA

  Abenstein, R. (2007). Griechische Mythologie( Yunan Mitolojisi)  Paderbom: Schöningh

UTB Verlag.

 

Arsel, İlhan (2012) Tevrat ve İncil’in Eleştirisi, İstanbul: Kaynak Yayınları

 

Batur, Enis (2012) Elma, İstanbul: Sel Yayıncılık

 

Ercan, Cemile Akyıldız, 2013, Mitolojide Çocuk Katili Kadınlar, Zeitschrift für die Welt der Türken, Vol 5 No:1

 

Eski Ahit, (1993) Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul

 

Dikmen, Ceren (2011) “Kadına Dair: Arzu ve İktidar”, Düşünbil Dergisi, 26/27:36-38

 

 Gençtan, Engin (2002) Psikanaliz ve Sonrası, İstanbul: Metis

 

Gezgin, İ., Gezgin, İ. ve Çokişler, N. (2004). Mitoloji (Mythos ve Logos) Hayatımıza

Yön Veren Söylenceler. İstanbul: Güncel Yayınları.

 

Madak, Didem (2014) Ah’lar Ağacı, İstanbul: Metis

 

Nietzsche, Friedrich (2000)  Deccal/Hıristiyanlığa Lanet Çev.O. Aruaba

 

Schoppenhaur, Artur (1969) The Word as Will and Representation, çev. Zeliha İyidoğan, New York: Dover Puplication

 

Vikipedi Özgür Sözlük

 

 

 

1 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

BARIŞ

Comentários


1/682
bottom of page