top of page
Yazarın fotoğrafımaviADA

Amok Koşucusu

Güncelleme tarihi: 27 Eki

STEFAN ZWEİG

*

BİR KİTAP







AMOK KOŞUCUSU, Stefan Zweig'ın 1922'de yazdığı bir uzun öyküdür.



Öykü adını, Uzakdoğu'da bir tür cinnet hâlini târif etmek için kullanılan "amok" tâbirinden alır. Stefan Zweig’ın en önemli eserleri arasında yer alan eser, ölüm ve intihar kavramlarına odaklanır. Salt özetleme tekniği ile yazılmış, basit kurguya sahip, şiirsellikten uzak bir metindir. Kurgu ve anlatım açısından Lev Tolstoy 'un Kreutzer Sonat isimli uzun öyküsü ile benzerlikler taşımaktadır.



“Kahramanın yerini aldığınız, soluksuz okunacak bir eser…”


Stefan Zweig’ın bu kitabını incelemeye başlamadan önce, esere adını veren “amok” terimi üzerine konuşmak yerinde olacaktır .

Amok; Hindistan literatüründe yer alan bir tür çıldırma, cinnet halinde olma durumudur. Amok koşusu da bu anlama paralel olarak sonu siddet ile sonuçlanan koşu , bir delilik halidir.

Yerel bir terim olan "amok," usta yazar Zweig ile birlikte tüm dünyada adından sıkça söz ettirmiştir.

1922 yılında yayınlanan eser, uzun yıllar Hindistan’da görev alan bir doktorun trajik hikayesini anlatıyor. Bu görev esnasında, zengin bir kadın, doktordan yardım ister. Fakat doktor, kadının kibirli tavırları yüzünden onu reddeder.

Sonrasında ise bir insanın hayatını hiçe saydığını düşünen doktor, pişmanlık duyar. Yaptığı yanlıştan dolayı pişmanlık duyan doktor, bir cinnet haline geçer. Pişmanlığını dindirebilmek adına amok denen ölümcül delilik halinin pençesine düşer. Önüne gelen her şeyi yok ederek koşar ve en sonunda kendisini de yok eder.

Stefan Zweig, hayatının bir yansımasını aktardığı bu hikayede ,korku ve bir insanın yaşadığı çıkmazları kendisine has tarzıyla okurlarına aktarmayı başarıyor. Bu yüzden eseri okurken sayfaları çevirmiyorsunuz adeta yaşıyorsunuz.




Konusu


Öykü, Hollanda sömürgesi olduğu dönemde Endonezya'da görev yapan bir hekimin, bir gemide Avrupa'ya yolculuk sırasında karşılaştığı bir başka yolcuya başından geçenleri anlatması etrafında gelişir. Kalküta’da yaşayan Alman asıllı anlatıcı, kimse tarafından görünmek istemediği için geceleri, herkes yattıktan sonra güverteye çıkan hekimle tanışır ve hayatının sırlarını öğrenir. Aslen Leipzig'li olan hekim, çalıştığı hastanenin para kasasına el uzattığı için yedi yıl önce bir çeşit sürgünle Endonezya'da bir göreve gönderilmiştir. Kendisinden başka beyazın yaşamadığı bu ücra yerde zamanla alkole bağımlı, depresif bir ruh haline girer. Oradaki sıkıcı hayatı sırasında bir gün Hollandalı varlıklı bir tüccarın güzel ve kibirli İngiliz karısı kürtaj talebiyle muayenehanesine gelir. Kadın, gizlilikle yapılmasını istediği bu kürtaj için yüklü bir miktar para vermeye hazırdır; bu teklifini oldukça küstahça ve doktordan hiçbir şekilde ricada bulunmaksızın yapar. Yıllardır bir Avrupalı kadınla karşılaşmayan hekim, kadından para değil, kendisini vermesini ister ve reddedilir. Ancak saplantılı bir aşkla bağlandığı bu kadını bir daha aklından çıkaramaz; pişman olup özür dilemek ve kadına yardımcı olmak için peşinden koşar.


*





Stefan Zweig

(28 Kasım 1881 - 22 Şubat 1942),




Avusturya-Macaristanlı roman, oyun, biyografi yazarı ve gazeteciydi. 1920'ler ile 1930'lar arasında edebiyat kariyerinin zirvesinde olmuş Zweig, dönemin dünyasının en çok tercüme edilen ve en popüler yazarlarından biriydi.

1920'li ve 1930'lu yıllarda Alman dilinin en çok okunan yazarları arasında sayılan Zweig'ın eserleri, dünya çapında dönemin en çok okunan kitapları arasına girdi, elliyi aşkın dile tercüme edildi. 1933'te diğer Yahudi yazarlara da yapıldığı gibi eserleri, Naziler tarafından yakıldı. Bu olaydan sonra ülkesini terk eden Zweig, 1941'de Brezilya'ya yerleştikten sonra 22 Şubat 1942'de karısı Lotte Altmann ile birlikte intihar etti.


Yaşamı



Zweig, zengin bir Yahudi tekstil üreticisi olan Moritz Zweig'in (1845–1926) ve bir Yahudi bankacının kızı olan Ida Brettauer'in (1854–1938) oğlu olarak Viyana'da dünyaya geldi. Zweig, 1904'te "Hippolyte Taine Felsefesi" üzerine hazırladığı bir tez ile doktora derecesi alacağı Viyana Üniversitesi'nde felsefe okudu. Din, eğitiminde merkezi bir rol oynamadı ve Zweig daha sonra bir gazete röportajında "annem ve babam doğum gereği Yahudi idi" dedi. Yine de Yahudi kültürü ve dünya görüşünden kopmadı ve Buchmendel'in hikâyesinde olduğu gibi Yahudiler ve Yahudi etnisitesi' temaları üzerine defalarca yazdı. Ayrıca Zweig, bir zamanlar Viyana'nın ana gazetesi olan Neue Freie Presse'de literal editör olarak çalışırken tanıştığı, Siyonizm'in kurucusu Theodor Herzl ile sıcak bir ilişkisi vardı; Herzl, kariyerine yeni başlayan Zweig'e destek olmak için denemelerini yayımlamayı kabul etti.

Ailenin ikinci oğlu olan Stefan Zweig, küçük yaşlardan itibaren kültür ve edebiyat alanında eğitim görmeye başladı; İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Latince ve Yunanca öğrendi. 1899 yılında Viyana'da Wasagasse Gimnasium'dan mezun oldu. Daha sonra Viyana Üniversitesi'nin felsefe bölümüne kaydoldu. Fakat vaktini üniversiteden ziyade, Theodor Herzl'in yöneticiliğini yaptığı "Neue Freie Presse" gazetesinin kültür sayfaları için yazılar yazmakla geçiriyordu.

1897'den itibaren çeşitli dergilerde ilk şiirleri yayımlandıktan sonra, bu şiirleri "Silberne Saiten" başlıklı bir derlem hâlinde 1901'de, ilk romanı "Die Liebe der Erika Ewald" da 1904'te neşredildi. Zweig, aynı yıl Viyana'da "Friedrich Jodl ve Hippolyte Taine felsefesi" üzerine bir tez ile felsefe doktoru unvanı aldı. Stefan Zweig bu dönemde dikkatli psikolojik tahlilleri ve büyüleyici anlatım dilini parlak bir edebî üslupla birleştirerek yavaş yavaş kendi anlatım dilini geliştiriyordu. Zweig bu dönemde bir yandan gazeteciliğe devam ediyor ve kendi öykülerini, denemelerini yazıyor, diğer yandan da Verlaine, Baudelaire ve bilhassa Émile Verhaeren'in eserlerini Almancaya tercüme ediyordu.

Zweig, o dönem için oldukça lüks sayılabilecek bir yaşam tarzı sürdürdü. 1907-1909 yılları arasında Seylan, Gwalior, Kalküta, Varanasi, Yangon gibi Hint adalarını ve Kuzey Hindistan'ı gezdi. 1912'de New York, Kanada, Panama, Küba ve Porto Riko'yu kapsayan Amerika yolculuğu izledi. Bu seyahatler onu, genellikle uzun süreli yazışmalar yaptığı diğer yazar ve sanatçılarla temas haline getirdi. Zweig aynı zamanda profesyonel çevrelerce de onaylanan bir imza koleksiyoncusuydu.


I. Dünya Savaşı


I. Dünya Savaşı başlayınca Belçika'dan Viyana'ya dönmüştü Gönüllü olarak orduya katıldı ve 1914-1917 arasında Viyana'da "savaş arşivi"nde memur olarak çalıştı. Zweig, başlangıçta bir gazeteci ve yazar olarak savaşı destekliyordu; fakat Galiçya'ya gidip cephedeki acılara bizzat tanık olduktan sonra savaşın anlamsızlığını anlayıp savaş karşıtı bir tutum sergilemeye başladı. 1916 yılında yayımlanan "Der Turm zum Babil/ Babil Kulesi" ve 1918 yılında yayımlanan "Der Zwang-Zorlama" bu dönemin ürünü savaş karşıtı yazılarındandır. Dönemin trajedisini, cephede yaşanılan acıları "Yeremya" (1917) adlı oyun ile anlatmaya çalıştı. "Yabancı Ülkedeki Dostlarıma" başlıklı bir açık mektup yayımlayarak savaşı kınadı.

1917'de önce askerlikten muaf tutuldu. Ardından tamamen görevden alındı ve terhis edildi. "Neue Freie Presse" gazetesi için muhabir olarak çalışmaya devam etti ve savaşta tarafsız olduğunu ilan etmiş İsviçre'nin Zürih kentine taşındı. Bu dönemde partilerden ve rejimin siyasi çıkarlarından tamamen uzak olan hümanist görüşleri "Pester Lloyd" gazetesinde yayınlandı.


Salzburg yılları


İlk eşi Frederike Von Minternit

Savaşın sona ermesinden sonra Avusturya'ya döndü. Son Avusturya imparatoru I. Karl'ın İsviçre'ye sürgüne gitmek üzere Avusturya'yı terk ettiği gün, 24 Mart 1919'da Zweig da İsviçre'den Avusturya'ya döndü. Sınırda imparator ile bu karşılaşmasını daha sonra "Die Welt von Gestern/ Dünün Dünyası" başlıklı eserinde anlatacaktı.

Salzburg'a yerleşti. 1920 yılında, iki çocuklu Frederike von Winternit ile evlendi.[8] Yaklaşık yirmi yıl Salzburg'da yaşadı. Salburg'un Kapuzinerberg semtindeki köşkte geçirdiği yıllar, Zweig'ın en verimli yılları oldu. "Paschinger Schlössl" adiyla bilinen bu köşkü, Friderike ile evli olduğu yıllarda satın aldı. Salzburg'da geçirdiği yıllarda bu köşkte pek çok eser verdi. Kısa sürede ünlü insanlarla dostluk kurdu, onları sık sık Salzburg'da konuk etti. Romain Rolland, Thomas Mann, H.G. Wells, Hugo von Hofmannstahl, James Joyce, Franz Werfel, Paul Valery, Arthur Schnitzler, Ravel, Toscanini ve Richard Strauss bu evde Zweig'in konuğu oldu.

Salzburg'da geçen yıllarında Zweig önce Balzac, Dickens ve Dostoyevski üzerine (1920), ardından Hölderlin, Kleist ve Nietzsche üzerine (1925) birer inceleme yazdı. Casanova, Stendhal ve Tolstoy üzerine incelemesi 1928'de yayımlandı. Zweig ayrıca Verhaeren, Desbordes-Valmore ve yakın dostu Romain Rolland üzerine kitaplar yazdı. Tarihsel kişilikleri ve bilim insanlarını inceleyen eserler verdi.[9]

Zweig, eserlerinde "Avrupalılık" fikri ve Avrupa'nın kültürel birliğini vurgulayan makaleleri ve konferanslarıyla siyasi aşırılıklara karşı uyarılarda bulundu. Diplomatik çevrelere, akıl ve sabır çağrısı yaptı. 1927'de Almanya'nın Münih şehrinde "Duygu Karmaşası", "Yıldızın Parladığı Anlar" ve "Tarihsel Baş Minyatür" adlı kitapları yayımlandı, yine 1927'nin 20 Şubat tarihinde "Rilke'ye Veda" başlıklı konuşmasını yaptı.

1928'de Leo Tolstoy'un 100'üncü doğum yıldönümü kutlamalarına katılmak üzere, Sovyetler Birliği'ne gitti. Maksim Gorki'nin vesile olmasıyla eserleri Rusçaya tercüme edildi. 1931'de yayımlanan "Die Heilung durch den Geist/ Akıl aracılığıyla iyileşme" adlı kitabı Albert Einstein'a ithaf etti. 1933'te Zweig, Richard Strauss'un yazdığı "Die Schweigsame Frau" operası için bir "libretto" yazdı.


Sürgün yılları


Ülkede Hitler öncülüğündeki Nasyonal Sosyalizm egemen olmaya başladığında Yahudi bir yazar olan Zweig kara listeye alındı. 1933'te, Nazilerin ideolojileriyle bağdaşmayan kitapları meydanlarda ateşe verdikleri törenlerde yakılan kitaplar arasında Zweig'ın eserleri de yer alıyordu. 1934'te Gestapo'nun villasını basıp, silah araması üzerine Zweig ülkesini terk etmek zorunda kaldı ve Londra'ya yerleşti. Bu esnada "Rotterdamlı Erasmus'un Zaferi ve Trajedisi" adlı eseri yayımladı. Zweig, kendini Londra'da da rahat hissedemedi ve 1939'da Bath'e taşındı.

1937'de ilk eşi Frederike'den ayrıldı ve bir yıl sonra astım hastası Yahudi bir genç hanım olan sekreteri Lotte Altmann ile birlikte Portekiz'e gitti.[5] O sıralarda Avusturya, Almanya tarafından ilhak edilmişti. Zweig da İngiliz vatandaşlığına geçmek için müracaat etti. 1939'da Lotte Altmann'dan etkilenerek yazdığı "Sabırsız Yürek" adlı romanı yayımlandı. Zweig, 6 Eylül 1939'da Altmann ile İngiltere'nin Bath şehrinde evlendi.[5] 1940'ta İngiliz vatandaşlığına geçti. Hitler ordularının batıya doğru ilerlemesi üzerine eşi ile Avrupa'dan ayrıldı. Sırasıyla New York'a, Arjantin'e, Paraguay'a ve Brezilya'ya gitti. Aralık'ta New York'a geri dönerek "Amerigo-Tarihi Bir Hatanın Öyküsü" adlı kitabı yazmaya başladı. 1941'de "Brezilya-Geleceğin Ülkesi" isimli kitabı yayımlandı. Bu kitabın yayımlanmasından sonra Brezilya'ya yerleşme karar verdi.

Brezilya'da Petropolis kentine yerleşen Zweig, ünlü "Die Schachspiel/ Satranç" başlıklı hikâyesini kaleme aldı. Eser, II. Dünya Savaşı'nın yol açtığı insan kıyımında ruhsal baskılara maruz kalan bir insanın duygularını, tepkilerin anlattı. 1941'de Montaigne üzerine çalışmaya başladı; bu sırada en önemli yapıtlarından biri olan "Dünün Dünyası - Avrupa Anıları" adlı kitabını kaleme aldı. Anı niteliğindeki bu eser, 1900'lerin başında gençliğini yaşamış bir yazarın yaşadığı dünyanın asla eskisi gibi olmayacağını fark ettiğinde eski günlere düzdüğü bir övgüdür.


İntiharı


Stefan Zweig, 22 Şubat 1942 gecesi Rio de Janeiro'nun yaklaşık 50 kilometre kuzeydoğusundaki Petrópolis'te aşırı doz Veronal alarak intihar etti. Zweig, yıllardan beri aşırı "depresif" bir ruh hâlinde yaşamaktaydı. Vefat belgesi, 23 Şubat 1942 tarihinde saat 12:30'daki "ölüm zamanı"nı ve "ölüm nedeni"ni “zehir yutmak - intihar” olarak kayda geçti. Karısı Lotte, Zweig'i ölümüne kadar takip etti. Hizmetçiler, her ikisinin cesedini saat 16:00 sularında yataklarında buldular.

Avrupa'nın içine düştüğü durumdan duyduğu üzüntü ve Hitler rejiminin getirdiği karamsarlığın yanı sıra, karamsar ve evhamlı karakterinin neden olduğu kabul edilir. İntiharından önce bıraktığı mektubun son satırında: ''Bütün dostlarımı selamlarım! Hepsine uzun geceden sonra gelen tanın kızıllığını görmek nasip olsun! Ben, her zamanki sabırsızlığımla önden gidiyorum.

Petropolis'te gerçekleşen resmî bir cenaze merasimi ile defnedildi. Ölümünden sonra Petropolis'teki evi müzeye dönüştürüldü.


Eserleri


Oldukça çalışkan bir yazar olan Zweig'in düzyazı çalışmaları ve roman benzeri biyografileri (Joseph Fouché, Marie Antoinette) hâlâ türünün önemli örnekleri arasında kabul edilir. Zweig'ın eserleri arasında özellikle psikolojik tahliller içeren hikaye ve romanlar ile tarihî kişiliklerin hayat hikayeleri ağırlık taşır. Freud ve psikolojiye olan ilgisi onu bu alana yöneltti. Başta "Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski" olmak üzere, Ferdinand Magellan, Lev Tolstoy, Fyodor Dostoyevsky, Napoléon Bonaparte, Georg Friedrich Händel, Joseph Fouché'den Marie Antoinette'e kadar tarihî şahsiyetlerin hayatları ve rûh hâlleri, son derece öznel olarak kişiselleştirilmiş öykülerle betimlenmiştir.

Zweig'in eserlerinin en belirgin ortak özelliği, "trajedi", "drama", "melankoli" ve "teslimiyet" mefhumlarını irdelemesidir. Zweig'in neredeyse tüm eserleri trajik bir teslimiyetle sonuçlanır. Kahramanın kendi mutluluğuna ulaşması dış ve iç koşullar tarafından engellenir ki bu hemen elde edilebilir gibi görünür, bu da her şeyi daha trajik hale getirir. Bu özellik, özellikle Zweig'in tek mükemmel romanı olan kalbin sabırsızlığında belirgindir.

Balzac gibi büyük rol modellerinden esinlenen ve Viyana Okulu'nun anlatı geleneğini takip eden ve saplantılı bir tutku hikâyesi anlatan "Der Amokläufer"de, ana karakter hayatlarının geleneksel düzeninden türetilen şeytani bir zorlamaya maruz kalır. Sigmund Freud'un etkisi burada açıkça görülmektedir.

Zweig'in en tanınmış eseri olan "Schachnovelle/ Satranç"da da "burjuva" insan, yabancılaşmış dünyanın acımasızlığına ile mücadele eder. Kaba açgözlülükle hareket eden havalı, hesapçı, robot benzeri bir dünya satranç şampiyonu, Nasyonal Sosyalistler tarafından hücre hapsinde tutulan bir adama karşı oynar. İnsan bir yandan insanlık dışı bir sistemle (faşizm) karşı karşıya kalırken, diğer yandan Zweig mahkumun acısını dış dünyayla temas imkanı olmadan anlatır. Zweig, eserlerinde ve gerçek hayatında, edebiyatçının her türlü siyasi görevi reddetmesi gerektiğini savunacak kadar ileri bir pasifizmi savunur. Bu politik tavrı, onu özellikle Heinrich Mann ve Ernst Weiss gibi sürgündeki diğer Alman yazarlar ile PEN Kulübü'nden ayırdı.

Stefan Zweig, muhtemel bir savaşı ve Avrupa'da hüküm süren "aşırı milliyetçilik" tehlikesini önlemenin tek yolu olarak tüm Avrupa'nın "Avrupalılık" idealinde uzlaşmaşılmasında görüyordu. Onun uluslar üstü Avrupa birleşme modeli, uluslarüstü Habsburg monarşisinin hümanist evrenselciliği anlamında özellikle anti-politik ve anti-ekonomik boyuta sahiptir. Zweig'in "monarşi"ye yakın bir düzeni savunması, özellikle İkinci Dünya Savaşı'nın ardından eleştirildi. Joseph Roth ve James Joyce gibi Zweig da, Birinci Dünya Savaşı öncesindeki Avrupa dönemini, Prusya-Kuzey Almanya'nın uzlaşmaz dünya görüşünün karşıt kutbu olarak kabul etti ve toplumları bir arada tutabilen ve dengeleyen monarşinin "Yaşat, kî yaşayasın!" ilkesini savundu.






DERLEME: Şenol YAZICI


KAYNAK: internet

13 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/706
bottom of page