top of page
maviADA

AMİN MAALOUF







Amin Maalouf, 25 Şubat 1949’da Beyrut’ta dünyaya gelir. Babası Katolik bir Arap olan, gazeteci Ruchdi Maalof, annesi Odette ise Türk kökenli bir Mısırlı’ydı. Maalouf, ailenin üçü kız, dört çocuğundan ikincisi olarak dünyaya gelir.


“Büyükannem İstanbul’da doğmuş. Annem Türkçe konuştuğunu söylerdi. Babam 1915 doğumluydu, yani bir Osmanlı tebaası olarak doğdu. Ben ailemde Osmanlı olmayan ilk kuşağım.”

Büyük büyük amcası, Moliere’i Arapça’ya kazandıran bir çevirmendi, aile köklerinde Avustralya’da romancı olan David Maalouf ya da Brezilya’da şiirleriyle tanınan Fawzi Maalouf gibi başka edebiyatçılar da bulunur.




Beyrut’ta Fransız Cizvit okullarında ilk ve orta öğrenimini tamamladıktan sonra, yine Beyrut’ta bulunan Fransız Üniversitesi’nde sosyoloji ve ekonomi eğitimi görür. Babası gibi gazeteciliğe ilgi duyar. 22 yaşındayken babasının kurucusu olduğu günlük gazete An-Nahar’da yazarlık ve yöneticilik yapmaya başlar. Bu görevi nedeniyle Hindistan, Bangladeş, Somali, Kenya, Etiyopya, Yemen ve Cezayir gibi pek çok ülkeyi dolaşma fırsatını yakalar. Yazılarında da genellikle buralardaki savaş ve çatışmaları konu alarak, çözüm yolları aramaya çalışır. Yine bu yıllarda Indira Gandi ile görüşür, Etiyopya’daki devrime tanık olur ve 1975’te Saygon’un düşmesiyle ilgili yazılar kaleme alır.

Amin 1971 yılında, işitme engelli çocuklara yönelik bir enstitüde öğretmenlik yapan Andreé ile evlenir; üç oğlu da Lübnan’da dünyaya gelir. Lübnan İç Savaş’ı başlayınca, savaşmayı reddeden Maalouf, anne babasının doğduğu dağ köyüne kaçar. O günü hiç unutamadığını, evlerinin önündeki bir çatışmanın ardından sokakta 20 civarında kişinin cesedini gördüğünü anlatan Maalouf, hamile eşi ve küçük oğluyla birlikte bodrumda geceler. Yaşadığı şok, kendisinin de o gün eline silah geçse, katil olabileceği gerçeğiyle yüz yüze gelmesine neden olur. “Etnik gerginlik, herkesin katilini yaratabilir” diyen yazar, vatanını terk etmek zorunda kalır.

Lübnan’dan göç etme fikrini kabullenmekte güçlük çekse de, dedesi ve amcalarının Amerika’ya, Mısır’a, Avustralya’ya, hatta Küba’ya göç etmesinde olduğu gibi, dilini ve kültürünü okuduğu okullar aracılığıyla iyi bildiği Fransa’ya doğru 1976’da yola çıkar ve o yıldan beri Paris’te yaşamını sürdürmektedir.



Maalouf, adını ilk olarak bir tarih kitabıyla duyurur. Arapların Gözünden Haçlı Seferleri adlı kitabını, Fransa’ya yerleştikten 7 yıl sonra 1983 yılında yayımlandığında bu denli ilgi göreceğini tahmin etmediğini söyler. Fransızca yazılan bu eser, kısa sürede başka dillere çevrilir. Kitabın başarısı, bugüne kadar Batılıların gözünden anlatılan Haçlı Seferleri’nin, Araplar tarafından nasıl görüldüğüne ve yaşanıldığına odaklanmasıdır. Kitabın bütün içeriği, Arap tarihçilerin ve vakanüvislerin tanıklıklarından oluşur.

“Hangi Müslüman, kıyamet gününde Yaratıcısına “Kudüs için çarpıştım” veya daha da iyisi “Kudüs için şehit düştüm” diyebilmeyi istemez ki? Bir müneccimin bir gün, eğer Kutsal Kente girerse bir gözünü kaybedeceğini söylediği Selahaddin ona şu cevabı vermiştir: “Orayı ele geçirmek için iki gözü mü birden kaybetmeye hazırım.” (Arapların Gözünden Haçlı Seferleri)


Maalouf, kendisiyle yapılan bir görüşmede, tam olarak kendi tarzında yazdığı ilk romanının 1986 tarihli Afrikalı Leo olduğunu belirtir; çünkü ilk yapıtı olan Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri’ni yazması için kendisini yayıncı olan bir arkadaşı teşvik etmiştir. Maalouf, kendisinin yazarlık mesleğinde devam edip etmeyeceğini ve hatta ülkesine dönüp dönmeyeceğini ilk romanı olan Afrikalı Leo’nun belirleyeceğini söyleyecektir:

“Şansıma, bu roman, fark edilmeme ihtimali bile varken, 86 yazından itibaren büyük bir başarı elde etti. Hatta bir müddet Fransa’da en iyi satanlar listesinin başında yer aldı. Kurtulmuştuk… Bu kitap, belki de Lübnan’dan ayrılışımdaki kadar, hayatımın en tehlikeli virajı olmuştu.” Bu yapıtıyla Fransız-Arap Dostluk Ödülü’nü alır.

“Tanrı’ya beni uğursuzluktan kurtarması için dua etmiyorum. Böyle durumlarda beni umutsuzluktan koruması için dua ediyorum. İnan, Tanrı bir elini bırakırsa öteki elinden tutar.” (Afrikalı Leo)

1988 yılında yayımladığı Semerkant romanı da pek çok dile çevrilirken, 1993 yılında yayımladığı kitabı Tanios Kayası ile Goncourt Ödülü’nü kazanır. 1919 tarihinde Proust’un aldığı bu ödüle sahip olmak, Maalouf için büyük bir sevinç kaynağı olsa da; kendisinin de ifade ettiği gibi, aynı zamanda yazar olarak ağır bir yükü omuzlarına bindirir.

“Ben, mahşer günün dehşetinden başka imanı secdede başka namaz tanımayanlardan değilim. Ben nasıl mı namaz kılarım? Gülü seyrederim, yıldızları sayarım, yaratılışın karşısında büyülenirim, Rabbi’min en güzel eser olan insanın onun bilgisiyle aç beyninin, aşka, aç gönlünün uyanmış ve ya tatmin edilmiş duyguları karşısında hayranlığa kapılırım.” (Semerkant)

“Geçici mutluluk mu? Bütün mutluluklar öyledir; ister bir hafta sürsünler ister otuz yıl, son gün geldiğinde hep aynı gözyaşlarıyla ağlar ve ertesi gün de aynı şeyi yaşamak için cehennem azabına razı olacağını söyler insan.” (Tanios Kayası)

Toplumbilimci yönüyle özellikle çeşitli Doğu ülkelerine giderek buradaki toplumsal yapıları gözlemleyen ve bu gözlemelerini yapıtlarında kurguyla harmanlayarak sunan yazarın yapıtlarında, Doğu’nun sorunlarına ve bu sorunların çözümüne yöneldiği görülür. Avrupa’da yakın doğunun sözcüsü olarak tanınan Maalouf’un, tarihsel olayları bir masal tadında anlatan ve gerçekle gerçek olmayanın harmanlandığı birbiri ardına gelen yapıtları yayımlanır.

Maalouf roman, tarihsel kitap, otobiyografik yapıt, libretto ve deneme gibi farklı türlerde yazar. Maalouf, 2010 yılında, yazdığı tüm yapıtlar için Prince des Asturies (Prens Asturias) ödülüne layık görülür ve 2011 yılında Fransız Akademisi’ne girmeye hak kazanır. Önemli yapıtlarını sıralarsak:

  • Arapların Gözünden Haçlı Seferleri

  • Semerkant

  • Afrikalı Leo

  • Işık Bahçeleri

  • Beatrice’den Sonra Birinci Yüzyıl

  • Tanios Kayas

  • Doğunun Limanları

  • Ölümcül Kimlikler

  • Yüzüncü Ad – “Baldassare’nin Yolculuğu”

  • Yolların Başlangıcı

  • Çivisi Çıkmış Dünya

  • 29 Numaralı Koltuğun Hikayesi

  • Uzaktan Aşk

  • Adriana Mat

Maalouf, yapıtlarında genel olarak, kültürel farlılıkların hoş görüldüğü, yasallaştırıldığı ve hatta tanındığı, kısacası farklı olanın bir arada uyum içerisinde yaşayabildiği bir yerin, bir dünyanın arayışındadır. Yapıtlarında, insanlar arasındaki sorunların, diğerini olduğu gibi kabul etmeyen zihniyetten kaynaklandığının altını çizer. Maalouf’un yapıtlarını yazarken takındığı tavrı, diğer bir ifadeyle yazma ve aktarma biçemini özetlersek: Saf olmayan kurgu olarak nitelendirdiği yapıtlarının büyük çoğunluğu, doğruluğu kanıtlanmış tarihi olaylardan yola çıkılarak oluşturulmuştur.

Tarihi, ilk olarak, bitmek tükenmek bilmeyen karakterler, olaylar, kıssalar ve keşfedilecek çağların kaynağı olarak gören romancı, tarihten, hayal gücünden açığa çıkan öğelerle harmanladığı bir dizi anektodik ve ansiklopedik öğeyi seçer. Kendisinin de onayladığı gibi, tarih, yaratım için kaçınılmaz bir araçtır, bu herhangi bir pedagojik değer olduğu için değil de, tersine insanlığın toplumsal belleğini içinde barındırdığı içindir.

Amin Maalouf, dünyadaki her şeyin insan için, insanlık için yapılması gerektiğini yapıtlarında vurgulayarak hümanist bir tutum sergiler. Irk, dil, din ve sınıf ayrımı yapmaksızın tüm insanlığın kucaklaşmasını arzulayan yazarın hümanist yönü yapıtlarında gerek satır aralarında gerekse romandaki kahramanlarının ağzından açığa çıkar. Işık Bahçeleri kitabında şu satırları yazacaktır: “Kimlerden olduğumu uzun zaman bilmedim, öğrenince önemsemedim. Biliyorsun ben ne ırk tanırım ne de sınıf.”

Romanlarının hepsinin başlangıç noktasında sempati yatan bu edebiyat ustasına Bay Doğu, Modern Zamanların Bin Bir Gece Masalları Yazarı, Bay Şehrazat, Bay Hoşgörü de denir.

“Bense, her yerde kendimi bir konuk gibi hissetmiştim. Çoğunlukla kucaklanarak karşılanan, bazen sadece hoş görülen bir konuk; ama hiçbir yerde yüzde yüz hak sahibi bir sakin gibi görememiştim kendimi… Ben bir ülkede değil bir gezegende doğdum. Tamam, tabi ki bir ülkede, bir şehirde, bir mahallede, bir ailenin içinde, bir doğum kliniğinde, bir yatakta doğdum… Ama hem ben hem de tüm insanlar için tek önemli şey, dünyaya gelmiş olmaktır! Dünyaya! Doğmak, şu veya bu ülkede, şu veya bu evde, dünyaya gelmek demektir.” (Doğu’dan Uzakta)

Maalouf kitaplarında, Orta Asya’dan Mezopotamya’ya, buradan Avrupa’ya ve Afrika’ya uzanan uzun turlar düzenler kalemiyle adeta. Güzergahında ağırlıklı olarak Akdeniz kıyıları vardır. Hayal gücünü çalıştırarak, tarihsel olaylardan yola çıkarak okuru bilinmeyenin gizemli dünyasına götürür. Bu kadar çok okunur kılınmasının sebebi, işte eserlerinde yer alan bu kültür zenginliği ve tarihsel bilgidir.

Maalouf’un romanlarında gidilen ve sözü edilen yerlerin bir listesi yapılsa, Akdeniz havzasında hiçbir yer liste dışı kalmaz. Bunlara bir de Mezopotamya, rönesans merkezi İtalya ile İngiltere ve Fransa gibi bazı Avrupa ülkeleri ile İran eklenir. Maalouf romanlarında, seçtiği yerleri kurgusal mekan olarak fona yerleştirir ve bu yerlerde kahramanlarına maceralar yaşatır.


Kitaplarının hemen hepsinde doğu motifi üzerinde çalışan Maalouf, doğunun tarihindeki çarpıcı olayları romanlarında kullanır. Aslında tüm kitapları bir sürgün ve gurbet hikayesiymiş gibidir. Maalouf masallarına biraz daha renk katabilmek için ilginç kurulma hikayeleri olan yerleri de bulur. İnsanlara cazip gelen, binlerce yıldır varlığı bilinen, izleri görülen ancak pek de tanınmayan yerleri anlatır. Bu yerlerle ilgili efsaneleri tarihsel olayları aktarır. Hayal gücünü çalıştırarak, tarihsel olaylardan yola çıkarak okuru bilinmeyenin gizemli dünyasına götürür. Ayrımsız tüm toplumların en zayıf noktaları olan masallarda da olaylar tek bir mekanda geçmez. Masal kahramanları da Maalouf’un kişileri gibi heyecanlı maceralar yaşarken sayısız yerleri dolaşırlar.



Maalouf’un karmaşık ve zengin olan kişisel tarihi de eserlerinde izlenebilir. Maalouf’un gerçek tarihsel bilgiler ve mekanlar çerçevesinde kurguladığı romanlarında olayın belli bir bölümü Osmanlı toprakları üzerinde cereyan eder. Tarihi romanlarında, tarih kokan mekanları roman kurgusuyla canlandırması sayesinde d,  kitapları tarih okumaktan haz almayanlara bile cazip gelir.

Eserlerindeki bağlayıcılık ise gerçekle ve geçmişle iç içe olan tarih ile duyguları barındıran aşkı bütünleştirmesidir. Ki bu tarz aşk romanları okuyanlara tarihi sevdirmekte, tarih okuyanları da aşk ile birleştirmektedir. Canlı ve akıcı anlatımı aynı zamanda da bilgilendirici bir anlama dönüşür.


Maalouf aynı zamanda müzik dünyasına librettolarla (opera sözleri) da imza atar. Üç tane librettosu kitaplaştırılır.



*

Bu yazı buradan alıntıdır

35 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/706
bottom of page