top of page
Şenol YAZICI

AİGAİ

Güncelleme tarihi: 2 Ağu








Keçi Ülkesi

*

Şenol YAZICI

 

- Yunus Emre belediyesi, karşılama evini kurmuş, AİGAİ'nin simgesi, dönemin ana geçim kaynağı ve değerlisi keçileri direklere dikmiş, canlı inekleri de fona yerleştirmiş,

yeni arkeolojik buluntuları bekliyor.-


Diyojen, Heredot, Hipokrat, Homeros, Pisagor, Thales... gibi isimler ne kadar tanıdık geliyor değil mi? Günlük hayatın içinde ya da bilimsel konuşmalarda sık kullandığımız bu adlar, günümüzden binlerce yıl önce yaşamış, Dünya bilim sanatına öncülük etmiş Anadolulular.

Antik devirde Dorların baskısıyla Anadolu'ya göçen ve tarihin gördüğü en büyük uygarlıklardan birini kurmuş İONS ya da İyonlar onlar. 

Yunanistan'dan Anadolu'ya sürgün gelen antik Helenler, Kral Yolu’nun Lidyalıların kontrolünde olmasından dolayı kara ticaretinde etkili olamadılar. İyonyalılar, İlk Çağ’da Akdeniz ve Karadeniz’de koloniler, Ege'de şehir devletleri kurarak ticaret faaliyetleriyle zenginleşecek, deniz ticaretinde etkin olacaklardır. Karadeniz’de Sinop, Samsun ve Trabzon... İyonyalıların kurdukları kolonilerden bazılarıdır.

İyonya’da büyük düşünürler ve bilim adam­ları yetişmiştir. Gölgesinden piramitlerin yüksekliğini hesaplayan Thales, yıl ile mev­simlerin uzunluğunu ilk hesaplayan Anaksimandros, tıp mesleğini kuran Hipokrat, bugünküne yakın biçimde atom sözcüğü­nü kullanan Demokritos, ilk astronomlardan sayılan Anaksagoras ve dünyanın yuvarlak olduğunu söyleyen Pisagor, tarihçi Heredot, yazar-şair Homeros...

hepsi İyonyalıdır.











-Homeros-


İÖ 8. yüzyılın başlarında İyonyalılar, Fenikeliler’le kurdukları yakın ticari ilişkiler so­nunda onlardan yazıyı öğrendiler. Bu dönem­de Eski Yunan topluluklarında birçok alfabe ortaya çıkmıştı. Ama bunlar arasından en yaygın kullanılanı İyon alfabesi olmuş ve Atina bu alfabeyi İÖ 403’te resmen kabul etmiştir. İyonya, Eski Yunan edebiyatının da beşiği olmuştur. Erken dönem İyonya edebiyatın­dan günümüze yalnızca Homeros’un İlyada ile Odysseia’sı kalmıştır.

İÖ 7. yüzyıldan başlayarak yaygınlaşan flüt eşliğinde şiir okuma Eski Yunan dünyasına İyonya’dan girmiştir. Teoslu Anakreon ve Şartlı Hipponax, İyonya şiirinin güçlü isimle­ridir.

İZMİR, Yeni Şakran'a 22 km, Manisa merkez ilçeye yaklaşık 49 km. uzaklıkta bir GÜN DAĞIndaki antik şehir AİGAİ, Nemrutkale  ismiyle de anılır.

  • Etrafı derin yamaçlarla , ırmaklarla örülü doğal korumalı GÜN DAĞI, içinde 3000 yıllık bir kenti sakladığını düşününce daha gizemli görünüyor. Kuzey girişli kent, sık ağaçlı doruğa boydan boya konuşlanmış. Belki bir Birçok yönüyle benzerlik gösterdiği Pergamon krallığı kadar etkileyici görünüyor.

  • Aigai, Manisa ilinin Yunusemre ilçesinde Köseler Köyü'nün 2 km güneyindeki Yunt Dağlarının yükseltilerinden birisi olan Gün Dağı'nın zirvesinde kurulmuş olan, kısmen ayaktaki harabelerden ibaret bir antik kenttir. Aiolis bölgesinin 12 kenti içinde en sağlam kalmış olanıdır. Denizden 365 metre yüksekliktedir ve çevresi, dağı saran yüksek surlarla çevrilidir.

  • Resim tanıtım afişlerinden alınmıştır.-




Aliağa Cezaevinin hemen yanından, göletin kıyısından tırmanan yolla 22 km giderek, 3 köyü aşarak ulaşmak mümkün, 

Yol dar olsa da düzgün, asfalt...


ÖNEMLİ BİR NOT:

Köylerde artık hep aynı manzara; ağlayan okullar, terkedilmiş, öğretmenine, öğrencilerine hasret okullar...
Eskiden köy ne kadar geri kalmış olsa da okul ve öğretmen orda şehirden bir im, uygarlığın bir bayrağı gibi dikilirdi. Hala köylerin en güzel binaları onlar, öyle bir enerjileri var. Ne var ki aydınlık yüzlü öğretmenler, umut dolu çocukların şen kahkahaları yok; boş, terk edilmiş...
Uygarlık çağdışılığa teslim olmuş gibi geliyor bana .
Nasıl bir akıl tutulması öyle; ortaokullarla ilkokulları birleştirip güya imam hatiplerin kaynağını keseceklerdi; köy okullarının kapatılmasının tek gerekçesi buydu, onca maliyet, onca emek boşa gitti, o göl maya tutmadı, birileri de geldi o öyle olmaz, böyle olur asıl dedi, imam hatipler çığ gibi arttı. Sadece ne olduysa sabahın köründe taşımalı eğitimle kilometrelerce giden çocuklara, ışıksız rehbersiz kalan köylere ve kapanan okullar nedeniyle görev alabilecekleri alanlar azalan öğretmenlere oldu.
Düşünsenize bu okullar açılsa yeniden kaç kadro daha çıkar genç öğretmenlere.
Ama olur mu, özel okullar o zaman "çağdaş köleleri" nerden bulacak?
İçim sızlıyor.


Sonunda geldik galiba.

Yolun bittiği yerde birkaç fıstıkçamının yeraldığı küçük otopark, dağın yamacına kurulu taş bir bina karşılıyor bizi. Örenin girişi taş merdivenli bir yükseltiden başlıyor, kente giden kuzey mezarlığından da geçen yola ulaşıyor.




Önüne park ettiğimizde erinmeden yerinden çıkıp gelen güleryüzlü görevli, Aigai'nin asıl yerleşiminin dorukta yer aldığını, ücretsiz olduğunu ve saat 17.30'a kadar gezilebileceğini, yollarda sigara içmenin yasak olduğunu, söylüyor bize.


Çok soruluyor olmalı ki, bizim de soracağımızdan emin, broşürleri olmadığını, ama yollarda yeterince tanıtım amaçlı levha bulunduğunu ekliyor.

Saat 15.00'di, ucu bucağı gözükmeyen dağda, amaç dışı gezinip kaybolmamak, geç kalmamak için belli başlı yerleşimleri gösteren ilk levhanın fotoğrafını çekiyorum.


Gerçekten de ören yeri aralıklı olarak dikilen levhalarla dolu ve orman içinde sıkıntı çekmeden örenden örene geçiyorsunuz



Dik denilebilecek bayırı tırmanırken ilk ilgimizi çeken, herhalde çamur olmaması ve atların kaymaması için toprak yola döşedikleri düzgün, işlenmiş taşlar oluyor. Bergama'da antik şehirde aynı amaçla yollar taşlanırken mermere itibar edilirken burada dağdan çıkan sıradan taşlar tercih edilmiş. Yol kıyıları da aynı taşlarla dizilmiş, bugün bile değme peyzaj mimarlarını imrendirecek kadar düzgün duvarlarla çevrili.

Yol kıyılarında oturma, dinlenme yerleri bile unutulmamış, taştan plakalardan banklar yapmışlar. Eğer sevimli arkeologların işgüzarlığı değilse, ki hiç sanmam bir çivi bile çakılamaz bu alanlarda, bu banklar en az 2000 yıllık. Kentliliği sıradan insanlara zenci muamelesi yapmak, zengin kafelere hizmet gören anlayışa 2000 yıl öncesinden bir zarafet örneği...



Giriş yolu aynı zamanda bir mezarlık; kuzey mezarlığı. Ölülerini yanı başlarına gömmeleri bulaşıcı hastalıkları düşününce şaşırtıcı. M.Ö 600'lü yıllarda bile hijyen nedeniyle kurucularının ölülerini bile yakıp gömme bilincine sahip bir uygarlığın, 2-3 bin yıl ölüleriyle beraber yaşamaya kalkması çok mantıklı gelmiyor. Kırık dökük lahitler yolun her iki yanına saçılmış. Aralarında nispeten sağlam kalmış ve gösterişli işlemeleri olan birkaçı levhalarda anlatılıyor.






Yükseldikçe yolun iki yanında giderek ağaçlar sıklaşıyor, ormanlaşıyor. Dağın örtüsü meşe ve türevleriyle hayli zengin, ama birkaç yaşlı, genç zeytin ağacı ve zeytin üretimi için çok değerli olduğunu düşündüğüm fazla sayıda delicenin ve o dönemde yağı hayli değerli çitlembik ağaçları yanında, sayısız ahlat, çördük, alıç ağacı da var...

Bir yerlerde okumuştum bugün mutfağın vazgeçilmezi olan zeytinyağı, antik dönemde daha çok kandillerde yakıt olarak kullanılıyormuş.

Telefonumdan baktığımda, hoş bir tesadüf buradaki buluntulardan söz eden bir haber ve kandil resimleri var:

*

2500 YILLIK KANDİLLER




"AİGAİ'DE son yapılan kazılarda kentin çöplüğü olarak kullanılan yerde en erkeni 1800 yıllık, en eskisi 2500 yıllık kandiller bulundu. Bu kandillerde kullanılan yakıt ise zeytinyağı. Günümüzde aklımıza gelmez ama Antik dönemde zeytinyağı 2 yerde kullanılıyor. Birincisi kandillerde yakıt olarak aydınlanmada, ikinci olarak da vücudu yağlamak için. Antik kentin arazisi zeytinyağı yetiştiriciliği için uygun ama menengiç (çitlembik) ağacının yağı yemeklerde kullanılıyor. Yakın birçok bölgede menengiç yağı çıkaran atölyeler var. "

Bunda doğruluk payı olabilir, yani zeytinin yağını çıkarmak ve onu mutfakta kullanmak sıkıntılı iş olabilir, ama aynı sıkıntı çitlembik yağı içinde geçerli değil mi? Canan Karatay ne der bu işe bilmiyorum ama ben bu konuda başka türlü düşünüyorum. Ben ortaokula gidene kadar mutfakta tereyağı ve kuyruk yağından başka bir şey kullanıldığını görmedim, bilmezdim de; ne sıvı yağlar, ne katı yağ. Hayvancılıktan büyük gelirler sağlayan, keçiyi yararları nedeniyle kutsallaştıran, etinden, sütünden, derisinden yararlanmayı bilen Pergamon'un papirüslerini bile keçilerden üreten AİGAİ'liler, o hayvanın yağından yararlanmayı mı bilmeyecekler.


BİR NOT:
Güya ciddi bir kaynaktan bir bölümünü yukarıya aldığım yazıda "365 metre yüksekliğindeki GÜN Dağı'nın doruğuna kurulu kentin surları 1500 metre yüksekliğindedir. " diyordu. Dağın yüksekliği 365, surların yüksekliği 1500, kedi ve et hikayesi gibi...nasıl olurdu bu?

Kasıtlı değilse bile çok ciddi bir hata. Buluntularla ilgili yazıda da öyle, zeytinyağı kandilde yakıt oldu, o zaman bir alternatif üretecek ya , çitlembik yağı kullanılırdı ... diyor. Düne kadar bu ülkenin her yerinde yenen yağ oymuş gibi.

Ben yağ uzmanı değilim ama,
hayvancılık yapan ulusların hayvani yağlarla beslendiği kimsenin aklına gelmez mi? Çocukluğumda vita, ayçiçek yağı hiç bilmedim, zeytinyağı arada bir, ama teraeyağı, kuyruk yağı çok iyi bildiğimizdi.

Sonuçta arkeolog da değilim.
Bir İyonla olan Herodot ya da Homeros'la askerliği de beraber yapmadık; araştırmacıların kaderidir bu, hep bir yerlerden alırlar. Onlar diyormuş gibi gözükür ama işin aslı öyle değil, iyi özümsemişlerdir belki, hepsi o. Bu yazıyı nasıl yazdığımı bir de bana sorun, dünyanın kaynağını karıştırıp, bulduklarımı akla vurarak özetliyorum, yani yaratıcı yazın gibi değil ciddi araştırma yazıları, bunaltıyor. O nedenle de benim yazdığım her şeyi birebir doğru kabul ederseniz en çok AİGAİler kızar, siz de akla vurun. AİGAİLER, 2500 yıl önce yaşamış ama senin benim gibi sonuçta insan. Onun da tarihi aynı senin gibi düşe kalka... ne kadar uygar olurlarsa olsunlar, bir tıkla dünyanın öteki ucundan haber resim alacak elindeki telefon bile yok onlarda hesapla.
Acemi nalbant attan eder, cahil imam da dinden; doktorsa hayattan...
Bilimsel düşüncenin temeli şüphedir. O konuda kimseye güvenmeyin bana bile, akla vurun iyisi mi?


Tırmanırken yolları süpüren genellikle genç insanlar görüyoruz. Bu tam bir süpürme sayılmaz, daha çok tozunu alıyorlar sanki. Ne yaptıklarını merak ediyor, soruyorum. Arkeoloji öğrencisi olduklarını, uygulama yaptıklarını öğreniyorum çocuklardan. Bir öğrenci hanım benim yadırgadığımı fark ediyor, ileride oturan birini işaret ediyor. "Öğretmenimiz o," diyor. Yaklaştığımda yerinden doğrulan genç öğretmen büyük bir nezaketle; "Daha sahada çok yeniler, işe alıştırıyoruz, " diyor.

"Zekice, " diye düşünüyorum; öyle ya arkeolog önce tozu, taşı, toprağı sevmeli


  • Çıkış yolunun sonunda, kente girişe yaklaşıldığında Kuzey Hamamı , ağırlığı dengeleyen tonoz ve yan istinat duvarları yer alıyor. Ardından surlardan Agora Caddesine giriş için viraj alan yol. *


Orman her zaman verdiğini geri alır derler, terk edildikten sonra en az 1000 yıl geçtiğini düşünürsek, yolun hiçbir yerinde bunca zaman içinde ağaç büyümediğini fark edince o taşların döşenmekle kalmayıp yeraltında birbirine kilitli olduklarını ve bu ustalığın aynı zamanda Pergamon'un Bakırçay'ı gibi bir cansuyuna sahip olmayan Aigai için yağmur sularını tutmak ve yönlendirmek için ne kadar önemli olduğunu düşünüyorum.



Kale kapısından en uzun ve merkezi cadde olan Agora caddesine giriliyor. Caddenin bir yanında zamanının bir mahallesi, daha doğrusu evlerden geriye kalanlar yer alıyor. ADA 1 Mahallesi adını verdikleri bu semti geçince Kent Meclisi bulunuyor. Cadde Yukarı Agora'ya, yani Kent Meydanı'na kadar uzuyor.




Mahallede o dönemin konutlarını, yağmur suyunu tuttukları, deri işlemesi için idrarları depoladıkları sarnıçları görünce, sıfır atık uygulamasını ta o zamandan yaptıklarını fark ediyor, öngörülerine daha çok saygı duyuyorsunuz.


Kaç kişi yaşıyordu acaba bu kentte? Keşke o zamanda düzgün nüfus sayımı yapılsaymış, seçimlerin işte yararı. E, yönetenlerin işine yarayanı icat edecekleri gerçeğini unutmamalı.


AGORA Caddesinden ayrılan bir yol ayrımı var burda. Kuzey Doğuya dönüyoruz, Demir Kapı ve Doğu Kilisesi yazan levhayı izliyoruz. Yolda yeraltı su yollarını görüyoruz.

Demir Kapı, yöre halkının zorluğu nedeniyle benzetmeyle verdiği ad, kente kuzeyden açılan dar ve sağlam girişi anlatıyor. az önce geçtiğimiz Kuzey Hamamının tam üstüne denk geliyor, Kentin yerleştiği platonun doğuya bakan ucuna kentin ilk kuruluşunda, bizans diye bir ülke olmadığından, olmayan, 12,13. yüzyılda yapıldığı anlaşılan bir Bizans kilisesi yer alıyor



Kentteki son iskan da bu oluyor. Demir Kapı ve ardındaki sınırlı bir alanda yer alan; 12. ve 13. yüzyıla tarihli küçük geç Bizans kale-iskanı temsil ediyor.



GeçBizans kilisesini geride bırakıp AGORA CADDESİNE dönünce karşınıza kent devletlerinin yönetiminde yürütmeyi temsil eden BOULEUTERİON yani bugünkü MECLİS binası çıkar. Roma döneminin bir ürünü olan bu meclisin hemen altında M.Ö' öncelere tarihlenen bir meclis daha bulunuyor.

Duvarları günümüze değin ayakta kalmayı başarmış Agora çok sayıda dükkanı barındırıyordu döneminde. Kot farkı nedeniyle iki ayrı bina olarak inşa edilen agoraların dışarı bakan ön tarafında, düzlenmiş bir platformda, antik dönemde gelişkin bir ekonominin de ölçütü olan MACELLUM pazarı bulunmaktadır.



Kentin güneyine yöneliyoruz. Saat bayağı ilerledi, giderek yorulduğumuzu da fark ediyorum, yine de her yeri görmeden dönmeye niyetim yok. Belki onlar da vakti zamanında kenti inşa ederken güneyde yorulmuş ve baştan savma yapmışlardır kim bilir. Ne umut ama...


Hiç de öyle olmuyor, Bir tür spor salonu olan GYMNASHİON-HAMAM hala ayakta, Tiyatro ek binası da öyle... Sadece tepede vadiye hakim bir noktada kurulan ATHENA Tapınağı yerle bir olmuş



Bu kadar mezarı, üç agorası, 12000 kişilik tiyatrosu, onca dükkanı olan yerde yaşayan çok da insan olacağı geliyor akla....ADA 1 Mahallesi kadar yüzölçümünde bir başka mahalle daha var, Athena tapınağını geçince, güneyden dönüş yolunda, batı konumunda yer alıyor ve o da ADA 1 adını taşıyor.



BİRAZ DA BİLİMSEL



Kentin kuruluşuna tam bir tarih verilemese de MÖ 5. yüzyılda yaşayan tarihçi Herodotos, Aigai Kenti'ni Aiollerin kurduğu 12 kent arasında sayar. Yunan kökenli AKALAR, Dorların önünden kaçarak geldikleri Anadolu'da İzmir Körfezi ile Çandarlı Körfezi arasında yer alan ve antik dönemde Aiolis olarak adlandırılan bölgeye yerleşip kentler kurmuşlar ve İzmir Körfezi'nin güneyine yerleşen İyonlar'ın aksine iç kısımlarda da Temnos şehir devleti gibi ticaretten çok tarım ve hayvancılığa önem vermişlerdir.


Aigai Gün Dağı'nda Aiol topluluğunun bir kolu tarafından bilinmeyen bir tarihte kurulmuş olmalıdır. Özellikle akropolisi çeviren teras duvarlarında kullanılan teknik, Aigai kentinin MÖ 6. yüzyıldan itibaren güçlü surlarla çevrili olduğunu göstermektedir. 2004 yılından itibaren sürdürülen arkeolojik kazıların sonuçları şimdilik kentin kuruluşunun M.Ö. 8. yüzyılın sonlarından daha erkene gitmediğini gösteriyor.


Kentin adı Herodotos'ta Aigaiai, Plinius'da Aegaeae, kentin bastığı sikkelerde ise Aigai ve Aigaion olarak geçmektedir. Aigai, "Aygay” şeklinde okunur. Aigai kelimesi, antik Yunancada “αίγα” kelimesinden türetilmiştir ve keçi anlamına gelir. Keçilerin dağ ekonomisinde yerini bilirsiniz, ama keçi adını bayrak gibi kullanmalarının anlamı nedir bilmiyoruz. Çok tanrılı bir dine sahip Aigai bu sevimli oğlağa bir kutsallık mı yüklemiş, yoksa ekonomisindeki yeri nedeniyle şükranlarını mı anlatmış, şu anki bilgilerle yanıtı bilinmiyor. Buluntularda keçi ve oğlak motiflerine rastlansa da bir açıklama yok.


Aigai’nin antik adı Aspordenos’dur.


Kentin adını anan diğer antik yazarlardan Strabon (XIII. 3,5), Pseudo Skylax (98) ve Plinius (Naturalis Historia, V.121), bu yerleşimin deniz kıyısında değil, iç kısımda ve dağlık bölgede olduğunu vurgulamaktadır.

Antik yazarlar tarafından aktarılan geleneğe ve oluşturdukları kronolojiye gören M.Ö. 1100 yıllarından sonra Yunanistan'dan gelip kuzeybatı Anadolu kıyılarına yerleşen Aioller tarafından kurulan 12 kent arasındadır.


Bergamada'ki Pergamon Krallığı'yla sıkı ilişkileri hatta kader birliği vardır.

MÖ 3. yüzyılın başlarına kadar küçük bir kent olan Aigai'nin, benzer mimari tekniklerle dağlara konuşlanmış Pergamon Krallığı'nın temellerini atan Filetairos'un büyük yardımları ile yeniden yapılandırıldığı ve bir Helen Kenti kimliğine kavuştuğu düşünülmektedir. Kent; coğrafi yerleşimi, plan, teraslamalar ve diğer birçok ayrıntı göz önüne alındığında Pergamon'u anımsatır.

Kentin gerçek kuruluş tarihi ancak zaman içinde buluntularla anlaşılacaktır.


Aigai'de Roma yönetimi ile ilgili en erken bilgi MÖ 1. yüzyıla aittir. Sezar'ın güvenilir bir adamı olan Publius Servilius Isauricus, Asya Valisi olarak görev yaptığı sırada (MÖ 48-46) kente ve buradaki Apollon Khresterios Tapınağı’na önemli yardımlar yapmıştı. Nitekim kentte ele geçen bir heykel kaidesinin üzerindeki yazıttan bu valinin Aigai’da onurlandırıldığı anlaşılmaktadır.

M.S. 17 yılında bölgede meydana gelen şiddetli depremin yerle bir ettiği kentler arasında Aigai da vardır. Tacitus (Annales, 47) tarafından da sözü edilen bu depremin yaraları İmparator Tiberius’un cömert yardımlarıyla sarılmış ve depremden zarar gören kentler şükran ifadesi olarak İtalya’da imparatorun bir heykelini dikmişlerdi.


İyonyalılar’da Yazı, Bilim ve Sanat

Fenike alfabesini kullanan İyonyalılar, bu alfabenin Yunanistan’a da geçmesini sağlamışlardır. Bu durum Anadolu uygarlıklarının Doğu ve Batı uygarlıkları arasında kültür alışverişini sağlayan bir köprü görevi üstlendiğini göstermektedir.

Anadolu medeniyetleri içinde her yönden en ileri olanı iyonyalılardır. Bunda da pozitif bilimlerin gelişmesi etkin olmuştur.


İyonya’da pozitif bilimlerin gelişmesinde,
  • Özgür düşüncenin gelişmiş olması

  • Ön Asya’dan gelen ticaret yollarının bitiş noktasında oldukları için yeni gelişmeleri öğrenmeleri

  • Kolonicilik ve deniz ticareti sayesinde dış dünyayı tanımaları etkili olmuştur.


- Sanata ve bilime ayrı bir önem vermişlerdir. Hatta mimariye de "İyon Nizamı"nı getirmişler. 

-Çok tanrılı dinleri var.

-İlyada ve Odesa bir İyon edebiyatı ürünü.

-Bodrum'dan Kaz Dağlarına kadar bir bölgede Efes, Milet, Foça, İzmir, Aigai... gibi 12 kent devleti kurmuşlar.

-Hiç başkent edinmemişler, şehir devletlerı kurup yönetmişler.

-İzmir ve Edremit arasında bir zamanlar hüküm sürmüş bir uygarlık İyon uygarlığı.

-AİGAİ keçi anlamına gelmektedir, yerleşimde buluntularda keçi yaygın motiflerden.


ANTİK devirde Güllük körfezinden Edremit körfezine kadar olan bölgeye İyonya denilirdi. Yunanistan’dan gelen buradaki yerli halkla karışarak, şehir devletleri kurarak yaşadılar.

Efes, Milet, İzmir, Foça, Bodrum...gibi şehir devletlerini kuru yönettiler. Denizcilikle zengin olan İyon şehirleri önce Lidyaların, sonra da Perslerin hâkimiyetine girdi.


Günümüz buluntuları gösteriyor ki sadece denizcilikte değil, AİGAİ gibi dağlarda kurdukları kentlerde hayvancılıkta, tarımda da çok ilerdeler.



SON NOT:
Kentin adına son kez M.S. 5. yüzyıla ait Piskoposluk listelerinde ve Hierokles’in Gezi Rehberi’nde rastlanmaktadır. Tahminlere göre, Aigai, diğer bir dağ kenti olan Temnos gibi M.S. 7. yüzyıldaki Arap akınları nedeniyle terkedilmiştir. Kentteki en son iskan ise sadece Demir Kapı ve ardındaki sınırlı bir alanda yer alan; 12. ve 13. yüzyıla tarihli küçük bir geç Bizans kale-iskanıdır. Bu dönemi ise kentte küçük bir kilise temsil etmektedir. Söz konusu Geç Bizans iskanı da 14. yüzyılın sonlarında Manisa ve çevresini ele geçiren Saruhanoğulları tarafından terke zorlanmıştır.









56 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/692
bottom of page