top of page

AHMETLİLİ KIZ

Güncelleme tarihi: 24 May 2022



Köy enstitüleri yarınlara üretken eğitimciler yetiştiren çağının çok ötesindeki eğitim kurumlarıydı.


Kapattılar…


İlköğretmen okulları köy enstitülerinin yerine kurulmuş, ondan sonra kurulan, eğitim enstitüsü ve eğitim fakültelerine göre ileriydi, onu da


Kapattılar!


Ahmet abisi ilköğretmen okulunu sınavını kazanarak ilkokul öğretmeni olmak için şehre okumaya gitmişti. O yıllarda köylerde ideal insan tipi öğretmenlerdi. O da öğretmen olmak istiyordu.

Kahramanımızın adı Ergün!


Ergün dünyaya geldiğinde adının koyulması karı koca arasında mesele olmuştu. Baba,

“oğlumun adı Ali olsun, o da adı gibi Allah’ın aslanı olsun,” demişti. Dominant ana,

“Ali mali olmayacak, ben doğurdum, Ergün olacak adı. Ben Ergün diyorum, hadi bakalım,” deyip çakmaktaşı gibi dikilmişti kocasının karşısına.

Ergün olmuştu adı!


Ergün okumayı çok sevdiğinden öğretmenine “efendim kitaplık kolunu istiyorum,” demişti.

Ne tuhaftır öğretmenlere “efendim,” derdi öğrenciler o yıllarda. Öğretmeni de

“Ben seni harita koluna yazdım, çıkıntılık yapma,” deyip kursağında bırakmıştı isteğini. Ergün:


“Efendim, kitaplık kolu olmak istiyordum, ben de sizin gibi öğretmen olmak istiyorum,” demiş genç öğretmen Ergün’ün isteğini duymazdan gelmişti.


Öğretmeni “harita koluna” uygun bulmuştu onu. Köy okullarında ne kadar harita olacaktı ki, üç bilemedin dört: Türkiye fiziki, coğrafi, bir de bölgeler haritası, dünya ve Asya, Avrupa haritaları varsa promosyondur…


Sahi haritacılığın kolu kanadı mı olur? Ergün istemeye istemeye harita kolu olmuş, koluna “harita kolu” pazubandı işletmek için daha o gün anası ile halakızına gitmişler, pazubandı işletip sabahına da siyah önlüğünün üstüne takıp öyle gitmişti okula.


İlkokul beşten mezun olacaktı o da diğer arkadaşları gibi. Okulların kapanmasına bir hafta var yoktu. 23 Nisandan sonra köy okulları tatile girerdi. Devlet baba köy çocukları tarlada, çubukta, ekinde, davarda ailesine katkı versin diye köy okullarını şehir okullarına göre bir ay önceden tatil ederdi. Devlet baba böylelikle fırsat eşitliğini sağlıyordu(!) Şehir çocukları bir ay daha eğitime devam ederek, daha çok şey öğreneceklerdi. Sonra da aynı sınavlara gireceklerdi.


Köy çocuklarının en gerçekçi hayali köyüne öğretmen olmaktı. Doktor, mühendis, hakim, savcı, … sözlüklerde yazan kavramlardı!


Haziran ayının son haftasıydı. Gelecek hafta, ilköğretmen okulu giriş sınavı vardı. Ergün’le birlikte dört arkadaşı daha girecekti. Sınav cumartesi günüydü. Otel parası vermektense, dedi babaları bir araba tutar gider geliriz dediler.


Hacı Hüsrev’in Land Rover marka cipini tuttular.

Şehir bir dağın eteklerinde, iki vadi üzerindeydi. İlköğretmen okulu da şehrin en uç noktasına geniş bir arazi üzerine kurulmuştu.


İlköğretmen okulu müfredatı, köy enstitüsü müfredatından izler taşımaktaydı. Öğrenciler tarım derslerinde öğretmenleri ile birlikte sebzeleri kendileri yetiştiriyordu. Sınıfı doğrudan geçen öğretmen adayları yaz çalışması adı altında okulda kalıyor, hayatı, sosyalleşmeyi öğreniyorlardı.


Sınav yeni binada yapılacaktı. Uzak köylerden, şehirlerden, Salihli’den, Ahmetli’den gelen öğrenciler okulun arka bahçesine toplanmış, biraz sonra başlayacak olan sınavın heyecanını bütün uzuvlarında yaşıyorlardı. Kimi heyecandan ağlarken, kimi de garip davranışlar sergiliyor; kimi de umarsız yeni arkadaşlar edinmek için çaba gösteriyordu. Ergün bu gruptandı. Köy okulundaki arkadaşları ne demişti ona okulun son günlerinde:


“Sen çalışkansın, sen kazanırsın, hiç korkma,” demişti.


“Kazanırım,” diyordu o da. İlköğretmen okulunda okuyan Ahmet abisinden ötürü, kendini ilköğretmen okullu sayıyordu. Zaten Ergün kazanamayıp da kim kazanacaktı?


Hava sıcaktı. Okul ilçenin en yüksek yerine yerinde kurulmasına rağmen sınavın şansından mıdır nedir, boğucu, yakıcı bir hava vardı. Esseydi şöyle efil efil bir rüzgar, ne hoş olurdu. Anası üşürsün diye kendi diktiği gri zemin üzerine beyaz çizgili kalın pamuklu entari, sıcakta paltoydu adeta. Gömleğinin üstüne çapraz taktığı pantolon askısı on bir yaşındaki Ergün’e çocuksu bir hava veriyordu. Ana kuzusu Ergün okuyup öğretmen olacak, anasının, babasının, kardeşlerinin dertleriyle dertlenecekti.


Bir sürü hayal kuruyordu Ergün. Zordu köyde yaşamak, zordu toprakla uğraşmak. Okuyup öğretmen olacaktı, müthiş şartlandırmıştı kendini.


Köy çocukları, sevdikleri, beğendikleri kızı beller, “ben onu alacağım,” deyip her yerde söylerdi. Artık o kız onun sevdiğidir. Bir gün Hasan Ağa:


“Bak demişti, sen benim kızı seviyormuşsun duydum, öğretmen olursan veririm, yoksa yok” deyince deliler gibi sevinmişti. Buna sebep bile öğretmen olurum demişti Hasan Ağa’ya.

“Söz okuyacağım, öğretmen olacağım,” demişti daha on yaşında iken Hasan Ağa'ya.


İlköğretmen okulunun yeni binasının arka duvarına yaslanmış, mahzun, beyaz tenli bir kız tek başına sınavın heyecanını doruklarda yaşarken, heyecanla dişlerini sıkıyor, dişlerini sıkarken de gacır gucur öttürüyordu.

Ergün:


“Merhaba, inşallah kazanırız,” dedi.

“İnşallah dedi mavi yeşil arası renkli gözlü, örgülü saçlı kız. Saçları iki belikliydi, ne de güzel yakışmıştı. Kızın üstünde kırmızı zemin üzerine, beyaz yoncalar kondurulmuş bir fistan vardı.


Aynı anda ikisi de “inşallah!” dediler.


“Benim adım Ergün, kırk kilometrelik bir köyden geldim, Ahmet abim, öyle dedi. Bizim köyle buranın arası kırk kilometreymiş.


“Tanıdığın mı var burada?”

“He ya, burada okuyor!”

“O zaman sen kazanırsın!”

“Kazanırım, köydeki arkadaşlarım da öyle dedi, sen çalışkansın, kazanırsın,” dediler.

“İnşallah ben de kazanırım, çok istiyorum, bağda bahçede çalışmak istemiyorum.


“Sen nerelisin?”

“Ben… Ben Ahmetli’den!”

“Ahmetli neresi?”

“Salihli’ye bağlı, küçük bir nahiye!”

Dereden, tepeden epeyce konuşmuş, kaç kardeş olduklarını, sınıf arkadaşlarının adlarını bile söylemişlerdi birbirlerine. Toplanma zili çaldığında yan yana birbirlerinin omuzlarına temas ede ede giriş merdivenlerine doğru yürümüşlerdi. “Sınav çıkışında tam burada buluşuruz,” diye de sözleşmişlerdi. Her şeyi merak edip didikleyen Ergün, nedense adını sormayı akıl edememişti.


Hasan Ağa’ya, “öğretmen olursam alacağım kızını,” diye söz vermiş; fakat Ahmetlili mavi yeşil arası renkli gözlü, beyaz tenli kıza tutulup kalmıştı. O tutkunlukla sınav salonuna girdi. Sınavda soruları okuyor, her soruda, her cümlede Ahmetlili kız dikiliyordu karşısına. Matematik sorusu okuyor, Türkçe sorusu okuyor, boyu boyunda, huyu huyunda Ahmetlili kız, karşısında gülümsüyordu…

Terlemeye başladı, ter, teri doğurmuş, vıcık vıcık su içinde kalmıştı. Hava çok sıcaktı, kalın uzun kollu gömleği, paltoluktan çıkmış, kepeneğe dönmüştü sanki. Ergün bir sağa bir sola baktı, geleceğin ilkokul öğretmenleri kendilerini sınava kaptırmış çözmeye çalışıyor, yarışmadan elenmeden çıkmak istiyorlardı. Ergün tekrar gözlerini ovuşturup okumaya, yapmaya çalıştı soruları; fakat hiçbir şey anlamıyordu.


-Şiirdeki kafiyeleri bulunuz,

-“Fare peyniri yedi,” cümlesinin ögelerini bulunuz.

Öge bulmak, kafiye bulmak… İlk kez duyuyordu böyle şeyleri.


-Boş bir havuzun tamamını, bir musluk tek başına 10 saatte, diğer musluk tek başına 8 saatte doldururken, alttaki musluk…


Terden yapış yapış olan gri zemin üzerine beyaz çizgili gömleğinin altına, yine anasının Amerikan bezinden diktiği uzun göynek, hararetini çoğaltıyordu. Pantolondaki çapraz askılar zincir gibi sıktıkça sıkıyor, boğdukça boğuyordu...

Sınav salonunda iki gözetmen vardı: Biri erkek, biri kadın. Erkek olanı:

“Ben Latif, Latif öğretmen,”

“Ben de Ülkü, Ülkü öğretmen,” dedi kadın olanı.


Latif öğretmen, sınav stresini yensin çocuklar diye sohbet etti geleceğin ilkokul öğretmenleriyle.


“Sakin olmak lazım arkadaşlar, heyecan iyi değildir. Şimdi beni iyi dinleyin, gözlerinizi kapatın, başınızı yukarı kaldırın bir dakika hiçbir şey düşünmeyin, sonra yavaş başınızı aşağıya indirirken gözlerinizi açın ve karşınızdaki resme bakın, hepiniz onun öğretmeni olacaksınız inanıyorum!”


“Başarılar dileriz dedi Ülkü öğretmen, yolunuz açık olsun kuzularım!”

Öğrencileri motive etmek için eğitimin ana fikri sevgiyle kucaklayıvermişlerdi geleceğin öğretmen adaylarını.


Kuzularım… kuzularım… ne kadar hoş, sımsıcak; öğretmenlik ile hocalık arasındaki ayrım buydu!


Ergün boğuluyor, canı çıkacakmış gibi oluyordu. Latif öğretmenle Ülkü öğretmenin konuşmalarını duymamış, Ahmetlili kız bir dakika, bir saniye gözünün önünden gitmemişti. Yerinden kalktı, kararlı adımlarla sınav kağıdını masaya bırakıp hiçbir şey söylemeden çıkarken:


“Adın ne senin yavrum dedi Latif öğretmen?”

“Ergün Duman efendim!”

“Bitirdin mi evladım, daha zaman var, kontrol etsen iyi olur!”

“Yok efendim, aklıma hiçbir şey gelmiyor, soruları gözüm görmedi!”


“Tamam evladım, hayırlı olsun, güle güle git, inşallah kazanırsın!”


Ergün, Latif öğretmene şöyle bir baktı, bir şeyler diyecek oldu, sonra, için için ağayla ağlaya çıktı binadan. Çıkışta Ahmetlili kız ile merdivenin sağ yanında buluşmak için kavilleşmişlerdi. Her yanı havuza batırılmışçasına su içinde kalan Ergün, onları bekleyen cipe doğru koşturdu. Hacı Hüsrev:


“Ne oldu çocuk sana?”

“Hiç…hiç… hiçbir şey olmadı!”

“Olur mu çocuk, baban seni bana emanet etti, söyle ne oldu?”

Hiç… hiç… hiçbir şey olmadı, sorma bir şey, anlatmayacağım!”

“Anlatmasan anlatma, bana ne, ağla o zaman; istersen yat yuvarlan bana ne!”


Ergün’ün diğer arkadaşları da az sonra sınavlarını bitirip arabanın yanına gelmişlerdi. Hacı Hüsrev:

“Sınavınız nasıl gitti çocuklar?”

“…”

Hiçbiri ağzını açıp iyi ya da kötü bir şey demediler. Köye doğru yavaştan cipini süren Hacı Hüsrev, doğru dürüst sınav deneyimi olmayan, eksik bilgileri olan bu köy çocuklarının başarısız olacağını tahmin ediyordu zaten.


Arkadaşlarının “sen çalışkansın, kazanırsın,” dediği Ergün iyi bir tütüncü, iyi rençper olmuştu. Ahmetlili yeşil mavi arası renkli gözlü, beyaz tenli kızın kırmızı zemin üzerine beyaz yonca fistanıyla anılarında yaşayıp gitmişti yıllarca. Ara ara Ergün kendi kendine:


“Et kafalıyım ben, kızın adını neden sormadım, neden beklemedim merdivenin yanında diye diye, nefretlerin en katmerlisini, küfürlerini en galizini yapıyordu kendine…





75 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

コメント


1/683
bottom of page