top of page
Yazarın fotoğrafıNiyazi UYAR

AĞUSTOS BÖCEĞİ


Eylülün otuzuydu, balkonunda ağustos böceği cır cır ötüp duruyordu boyuna.


“Ne sesi bu ses,” dedi eşi Nazife Hanım!

“Ne sesi, ben bir ses duymuyorum, ses mi var,” dedi eşi?

“Duymuyor musun sen,” dedi Nazife Hanım?

“Ben bir ses duymuyorum, ses mi var, nerde?”

“Sen kulak doktoruna git de kulağına bir baktır!”


Usulca yerinden kalktı, Nazife Hanım’ın eşi, parmak uçlarına basarak oturma odasından koridora, mutfağa doğru yürüdü. Hala bir ses duymuyordu. Kendine doğru bir ses geldiğini duyan böcek sesini kesmiş, beklemeye başlamıştı. Mutfak karanlıktı evdeki beyaz eşyaların ışıklı lambaları yoktu, yalnızca sık sık elektriklerin “uçuşa geçen Türkiye,” kesilmesine sebep fırının bozulan saat ayarı kıp kıp ediyordu. Sabitleyinceye kadar öyle kıp kıp eder durur.


Eylül’ün otuzu, yalnız kalmış bir ağustos böceği, şehrin tam göbeğinde evinin balkonunda, ötüp durur. La Fontaine saz çalıyor bütün yaz dese de hayat öyle geçer mi, Fontaine ağustos böceğini konağından çıkıp görmüş müdür?


Mutfak kapısı açıktı, bu mevsimde insanlar günün büyük bölümünü oralarda geçirir, balkonsuz eve, ev demezler batı şehirlerinde. Ağustos böceği ötmeye devam ederken, ses sanki içeride gibidir. Belki de içeridedir, kim bilir? Kendi güzelliğine aşık olmuş Nergiz gibi o da kendi sesine aşık olmuş ötüp durmaktadır belki de. Sesini az önce akort etmiş gibi, sesi mahalleyi almaktadır. Balkonda çeşit çeşit çiçek, yeşilin en güzel renklerini sunuyordu, Nazife Hanım’la eşine. Balkon kapısının arkasındaki saksıdaki kauçuk, koca koca yapraklar çıkarırken, yuka sivri, kama gibi sert yapraklarıyla “yaklaşanı yakarım der gibi uzaktan sev beni,” diyordu.


Eylülün otuzu, bugün yalnız, bir başına kalmış bir ağustos böceği yalnızlıktan mı, eşinden ayrı düştüğünden mi nedir ötüm ötüm ötmeye devam ederken, siyah camlı balkonun mermerlerine dizilen sardunyalar, kasımpatılar, fesleğenler, Çingene şalvarları… yaşam sevgilerini çoğaltırken hane halkının, öte yandan da bir uğraşı oluyordu onlara. Balkonun köşesinde antik saksıya dikilen melisa ağacı büyümüş, çiçeklerinden çıkan koku, mahalleyi boyamış, ilk akşamdan sabaha dek devam eden bu koku karşı dört katlı apartmanın dördüncü katında oturan sarı kontesi her akşam balkona çıkarır, kokusu ile bir yunup yıkanmasına katkı verirdi. Melisansın baş döndürücü kokusu ile iyi bir sarhoş olan kontes, karanlıkta elindeki kızıl ateşi dudaklarına getirip götürüp dumanın karanlıkta yol alışını takip ediyordur herhalde!


Eylülün otuzu, yalnız başına kalmış bir ağustos böceği, kurdele çiçeğinin sarkan dallarından birine konmuş kanat çarpa çarpa ötmeye devam ederken, 180 Sokak sakinleri akşam yemeklerini çoktan yemiş, televizyon ışığında oturup kültürel boyutu (!) çok yüksek programları takip etmektedir. Gündüz yayın kuşağının evlenme, yemek programlarının yerini, aldatmanın hayatın bir parçası olduğunu işleyen ihanet dizilerini izlerken, “izlenecek bir şey mi var,” diye diye izlemeye devam ederken, sarı saçlı kontes bir yandan sokağı kesmektedir. Sokakta motor sesinden başka ses, seda yoktur. Motorları da seslisinden tutun sessizine kadar bir sürü, adeta Hindistan’ın Yeni Delhi şehri.


Eylülün otuzu, ağustos böceği ötüm ötüm öterken, Nazife Hanım, eşine:

“Bak len, bu ses ne sesi, bi kalk yerinden, daha senin kulağın duymadı mı, derken bir hakikati eşinin yüzüne pattadan söylüyordu.


“Sen bi doktora git, belki temizler, bi şey yapar, belki alet malet verir. Dediğimi on sefer tekrar ettiriyon bana!”


“Benim kulaklarımda bi şey yok, ne diyor abim,’ Bizim oğlan ben istediğimi duyar, istemediğimi duymam!’ Olabilirsem ben de onun gibi olacağım!”


“Geç geç dedi Nazife Hanım, hani dersin ya sen, köçekler oynadı geçti!”


Eylülün otuzu, yalnız bir ağustos böceği ötüm ötüm öterken, Şüheda Caddesinin akşam trafiği köresemiş, araçlar seyrek gelip gitmektedir. Kafelerde buluşacak gençler, evlerin karanlığında sevdiklerini beklerken, heyecandan sigaralarını yemekte, diğer yandan mahallenin yaşam belirtisinin en alası temizlik görevlisi İbrahim’in evinde konukları ile hem laflamakta hem üç kuruşluk kazançlarını azaltan sigaralarını peşi sıra yakarken öte yandan şen kahkahalar atmaktadır. Şüheda Caddesinin üstünde Salihli Devlet Hastanesinin olması ambulans trafiğinin yoğunluğuna şahit olunur. Ambulansların acı sesi insani duyguları yoğun olanların yüreğinin yağını eritirken, azgın pandemi günlerinde on on beş dakikada bir geçen ambulanslar Coviti her an, bir dakika bile akıllardan çıkarmamıştır. Hele şükür derler ya, ambulansların gidiş gelişleri seyrelmiş, insanlık, bilim bir belanın üstesinden gelmenin sevinci ile maskesiz, mesafesiz kahvelerde, pazarlarda üst üstedir.


Eylülün otuzu, yalnız kalmış bir ağustos böceği, ötüm ötüm öterken, ötüşünün bir yas, bir ayrılığın habercisidir. Bu ses “ben sizi seviyorum, elveda demeye geldim, ömrüm dört hafta idi, bu yıl insanlık belalar ile tepinirken onlara hayatı çekilir kılmak için uzattılar ömrümü; şimdi o da tükendi, elveda!”


Eylülün otuzu, yalnız bir ağustos böceği, öyle ötüm ötüm öterken, Lâ Fontaine’nin üfürdüğü gibi yalnızca saz çalmaktan ibaret değil hayatımız; neslimiz devam etsin diye eş aramak içindir o saz çalmak!


Eylülün otuzu geride kaldı, ekim ayının bilemem kaçıncı günü bugün. Ağustos böceğinin cır cır cır sesi, cana merhem için olsa da yoktur. 180 Sokak sessizliğine gömülmüş, İbrahim’in ailesinden bile çıt çıkmıyor. Melisa ağacı çiçeklerini dökmüş o baş döndüren kokusu, seneye kadar özüne, kalın kabuklarının arasına inmiştir. Sarı saçlı kontes, ilk akşamdan evinin ışığını kapatmış, karatma geceleri yaşıyor evde bir başına. O da ağustos böceği hep yalnız bir başına…

34 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Commentaires


1/706
bottom of page