top of page
Yazarın fotoğrafımaviADA

Acılı Bir Iğdır Ovası Romanı: Son Ezidi



ADNAN ŞUR

*

Mehmet KUM, Roman,208 sayfa, 2020, ÖTEKİSİZ Yayınları

*


Biçim roman sanatında bir edebi yapıtın anlatımsal özelliklerinin bütününe, biçim denir. Yani tüm anlatım özelliklerini kapsayan geniş kavramlı bir anlatımdır. Üslup, yazarın yazdığı metin türünün içeriğini ifade ediş tarzıdır. Bu da yazıya yansır ve üslup adını alır. İçerik, bir yazının içinde geçenlerdir. Yazar Mehmet Kum romanında tamamen bu çerçeveye bağlı kalmıştır.


Yeryüzü harikalarından biri, Iğdır ovası bir diğeri Çukurova. Yazar Mehmet Kum romanın açılış sahnesinde projeksiyonunu Sürmeli çukurunun üzerinden ovaya yansıtmaktadır. Bu gözkamaştıran ışığın içinden yüzlerce çeşit çiçeği, böcekleri, arı çeşitlerini, kaysının, elmanın, şeftalinin, iğdelerin, beyaz dutun-kara dutun, pamuğun, domatesin, mısırın, Melekli şalağının güzelliğini ve kokusunu hissetmekteğinz. Mitsel masallarda anlatılan envayi çesit yıllanları, karagözlü Cerenleri, birbirinden yakışıklı, renkli kuş türlerini romanda görmekteyiz. Iğdır ovası yazarın güçlü anlatımıyla bir tabiyat şölenidir. Yazar Mehmet Kum'un yolu Homerosun oğlunun yoluyla kesişmektedir.


Roman ikinci dünya harbinin yaşandığı bir dönemi anlatıyor. Bu harpte miliyonlarca insanın öldüğü, tarihin en zor felaketlerinin yaşandığı bir dönemin kırılma anını anlatmaktadır. Romanın en önemli karekterleri, Nağı bey, Ezidi Memê, ana Fate ve MAH Şefi Hüsnü bey. Yazarın yarattığı Nağı bey karekteri, güçlü entellektüel kişiliğiyle yaşadığı toplumda bir umuttur. Çevresini aydınlatan bir ışıktır. Nağı beyin, Memê'yle olan ilişkisi farklılıklar temeli üzerinde olmuştur. Ve yaşadığı topluma şu mesajı vermiştir:" Ben ve Memê, birbirimizden farklı iki insan olduğumuz için birbirimizi çok seviyoruz." Böylesine insani bir ilişkinin içine iktidar, despotizim, dayatmacılık asla giremez; çünkü burada özgürleşen demokıratik insan ilişkisi galebe çalmıştır. Entelektüel oluşun en önemli parametresi kendini ne kadar kamusal olarak ortaya koyduğunla ilgilidir. Burada " kamusal " derken kastedilen bir yanıyla tüm dünyaya, bütün seçeneklere açık bir yana sahip olabilmektir. Hiçbir seçeneği basit bir peşin hükümle dışarıda bırakmamaktır. Örneğin Nağı bey sağ, sol, laik, İslamcı, Ezidi, Ermeni, Kürt, Azeri Türkü, Alevi, Sunni gibi fani ayrımlara teslim olmamıştır. Entelektüel malzemenin hakkını sonuna kadar vermiştir. Zaten böyle olduğu için romanda Nağı beyin değerlendirmeleri bu kadar derin, değerli ve hayranlık vericidir. Nağı beyin teşhisleri hep kendine özgüdür. Bütün siyasal kodlardan, yerleşik önyargılardan uzak özerk bir pencereye hep sahiptir. Nağı bey mahallesinden çıkmış, öncelikle zihnini kamusallaştırmıştır. Yani o yılların Türkiye koşullarında bir mahalli aydın olmakla yetinmemiş, dünyevileşerek entelektüelleşmiştir. Nağı bey, Türkiyenin talihsiz acılı zamanlarında güçlü dik duruşunu o yıllarda ortaya koya bilmiş bir cevherdir.


Romanın bir diğer önemli karekteri olan Memê'nin yüreği insan ve hayvan sevgisiyle donanmıştır. Avcıların zalimliği karşısında mahsum bir tavşanı korumak için canını tehlikenin ortasına atar, ama tavşanı avcıların silahından çıkan mermiden kurtaramaz. Avcılık bir hobi olarak adlandırılmıştır. Öncelikle şu “ hobi ” sözcüğünden başlayalım. Benim hobiden anladığım ahşap boyama, örgü, yemek yapmak vs... Canlı öldürmenin neresi hobi olabilir? Şu hobi bir yana, bir de elinde silah masum hayvanları kovalamayı, öldürmeyi spor addedenler var. Asla avlanmak spor değildir. Çünkü sporda her iki taraf da oyunda eşit olduğunun farkında olmalıdır. Bu durum bence her şeyi açıklıyor. Spor beceri gerektirir, rekabetçidir ve eğlencelidir. Basketbol spordur, futbol spordur, voleybol spordur, yüzme spordur, tenis spordur, güreş spordur. Avcılık ise spor değildir. Avcılık rekabetçi değildir. Çünkü sadece bir tarafın kazanma şansı var. O da elinde silah olandır. Avcıların ellerinde silah gururla poz vermeleri kadar akıl dışı saçma bir şey de olamaz.


Romanın, heycanlı akışı içerisinde Nağı bey, Memê'yle av konusunu konuşarken ona Tomas More'ın Ütopyasından söz eder ve av üzerine Tomas More, önemli analizler yapıyor okumasını önemle önerir. Akın Sevinç'in dediği gibi ütopya:" Hayali ahali projesi dir. Toplumlar, antik çağdan beri, ideal toplum kavramı üzerine düşünmüşler, bu düşüncelerinin ürünleri olarak da, değişik toplum modelleri ortaya koymuşlardır. Varolanın yerine geliştirilen ideal toplum/ sistem/düşünce/ülke/cennet tasarılarına 'ütopya' ya da' ideal toplum modeli ' adını veriyoruz. Varolandan beslenirken varolana alternatifler geliştiren bu tasarılar; kimi zaman yazılı, kimi zaman çizili, kimi zaman da hem yazılı hem çizili olarak karşımıza çıkıyor."


Yazar romanında asıl vurgusunu bir zamanlar bu ülke topraklarında kök salmış ve sonra köklerinden, zalimce koparılmış yersiz yurtsuzlaşmış Ezidi halkını anlatır. Ezidiler üzerindeki ırkçı, dinci nefret söylemiyle yapılan aşağılamayı, hakir görmeyi ve değersizleştirmeyi Memê ve anası Fate üzerinden anlatmaktadır. Ezidilik, Ortadoğu’nun kadim dini geleneklerinden birisidir. Ezidiler, tarih boyunca aldıkları yaraların acısını dindirmek istercesine seher vakti, güneşin ilk ışıkları yüzlerine vurur vurmaz, yüzlerini güneşe çevirip dua ederler. Ezidilik hiçbir dinin, felsefenin kolu ya da devamı değildir. İçinde Mezopotamya’da bulunan bütün dinlerden, felsefelerden, inançlardan birer parça barındırır ve bir renkler zenginliğidir. Ezidi inanışında Tanrı, dünyanın koruyucusu değil sadece yaratıcısıdır. O faal değildir ve dünya ile ilgilenmez. O yüzden dünya iktidarını yedi meleğe devretmiştir. Ancak Tavus Meleği, Tanrı’dan başkasına secde etmeyeceğini, çünkü kendisinin ateşten, Adem’in topraktan yaratıldığını söyleyerek secde etmeyi reddeder. Bunun üzerine Tanrı, onu cennetinden kovar, o da yed bin sene ağlayıp gözyaşı döker, öyle ki döktüğü gözyaşlarıyla cehennemin ateşini söndürür. Tanrı armağan olarak, onu tekrar cennetine kabul eder. Ezidiler, şeytana tapınmayı değil, onun varlığını yadsımayı temel alıyorlar. Tanrıdan sonra en büyük varlık olan Azazil, yani Tavus Meleğidir.


Romanda Nağı bey, Memê'ye" Nietzsche'in kitaplarını okudun mu?"diye sorar ve Nietzsche'yle buluşuyoruz. 20. yüzyılın düşünce dünyasını etkileyen, rotasını belirleyen en önemli figürlerden biridir. Nietzsche'yi bir entelektüel vitamin, minarel, proteyin olarak niteliye biliriz. Üstün politika nedir? Üstinsanın gelip kurması için dünyanın hazırlanması: Üstinsanı mümkün kılacak olan belli değerlerin ve yaşam tarzlarının yaratılmasıdır. Üstinsan herşeyden önce bir gayedir, bir tasarıdır ama gelecek uğruna şu anki hayatın ertelenmesini içeren bildik anlamda bir politik amaç değildir. Örneğin sanatçının yaratıcılığında rehberlik eden ve eserini özgür bıraktığı andan itibaren bir armağana dönüşen sanatçının tasarımı anlamında bir gayedir. Üstinsan bir yeryüzü anlayışıdır. İnsanın önceden ifade ettiği bir varlık, henüz var olmayan ama varoluşunun amacını gösteren bir varlıktır. Nietzsche tek bir Alman'a saygı duyuyor o da Goethe'dir. Goeyhe için şun söylüyor:" Bir bütün olarak insanlıkla ilişkisi aracılığıyla bir üstinsan türüdür." Üstinsan, yeryüzüne egemen olacak, ancak bu hakimiyetin şartlandığımız devletçilik anlayışı babında bir devletsel kontrol olacağını düşünmek büyük bir hata olacaktır. Özgür insan moraldışı insandır. Özgür insan, içinde yetiştiği ve yaşadığı sürüden kopmuş, kendi yolunu arıyan insanla ilgili şeyleri, insanın herşeyini kendi gözleriyle görmek isteyen insandır.


Romanın akışı içerisinde yazar bizi sevgi kavramıyla buluşturuyor ve diyorki:" Peki sevgi nedir? Sevmeyi nasıl öğreniriz?" Sevgi kavramı sadece iş yapmak değil, yaşamın bütün alanlarında, öznenin varoluşsal bütünlüğünün ve eyleminin öncelikli koşulu olarak karşımıza çıkar. Sevgi insanın felsefi olarak metafizik varlığını gerçekleştiren ve geliştiren unsurudur. Sevgi duygusundan mahrum olan bir insan, eylemlerinin kararlarını neye dayanarak alırdı? İnsan Sevgiyi duyumsamasaydı ve bunu iradesiyle birleştirmeseydi, diğer canlılardan ne farkı kalırdı? Sevginin insan yaşamındaki rolü nedir? Sevgi olmasaydı acaba ne değişirdi? İnsan sevgi nesneleriyle nasıl bir ilişki kurar? Ve sonuç olarak sevgi nedir? Plato'nun Şölen diyaloğunda Phidras'un sevgi hakkında söyledikleri ne kadar önemli ve çarpıcıdır" Bana sorarsanız, insanın daha gençken en büyük nimet saydığı şudur: Sevenin iyi bir sevgilisi, sevgilinin de iyi bir seveni olması. Güzel yaşamak isteyenlerin ömürleri boyunca nedir güzel yaşatan? Akrabalar mı? Hayır. Şanlar şerefler mi? Hayır. Zenginlik mi? Hayır. Ne şu ne bu, hiçbir şey insanı sevgi kadar güzel yaşatmaz."


Romanın ağır bir karekteri MAH( Milli Âmâle Hizmetleri ), Şefi Hüsnü Bingöl. Hüsnü bey, kendisini devlete adamış, devletin bekası için ödün vermeyen Iğdır halkı üzerind ağır baskısı olan, psikolojik korku salan, otoriter bir baba figürüdür. Korku insanın düşmanı tarafından yok edileceği ya da en azından, zarar verileceği duygusundan kaynaklanır. Bu insan olmanın önemli bir parçasıdır, çünkü insan Tanrı'dan farklı olarak tehlikelerin, kötülüklerin galebe çaldığı bir hayat sürdürmektedir. Korku duygusunun anlatımı Platon'da açık seçik görülmektedir. İnsan korkuyu ancak cesur yüreğiyle yenebilir. O halde korku ahlaki bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Korku neticede nesneye bağlı olduğundan, aşağı yukarı neden korktuğumuzu bilip, onu yenecek cesareti göstermemiz gerekmektedir. Bu yüzden bir hayvan " atak "olabilir, ama bir ahlaki düşünce olarak cesarete ulaşamaz. Iğdır halkının Hüsnü bey karşısında yaşadığı korku bir heyuladır. Yani Hüsnü bey olmadığı anlarda bile onun hayaleti Iğdır halkının üzerinde dolaşmaktadır. Bu korku halkı silik, yitik, aşağılayıcı bir halin içerisine sürüklemiştir. Devlet aynasından bakıp sürekli kendisine çeki düzen veren, üstün narsistik karekter yapısıyla Hüsnü bey kamusal alana çıktığında insanların bir kısmı onun önde hazırolda, bir kısmı el-kol pençe, arkasında koşuşturan yalaka, " Aftafacı "( İbrik ) takımı, ispiyoncular vardır. Artık burada cesaret yok edilmiş, ahlak ayaklar altında sürünmektedir.


Romanda Nağı beyin ortanca kızı piyanosunu İstanbul'dan Iğdır'a, getirir ve Piyano beni Türk Moderinleşmesiyle yüzleşmemi sağladı. Tanzimat romanlarındaki Batılılaşmış modern kadın karakterler neden piyano çalar? Erkek karakterler neden Fransızca öğrenmeye heveslidirler? Bunları başka sorular da izleyebilir şüphesiz. Tanzimat'la birlikte başlayan Batılılaşma veya Modernleşme sürecinin nasıl algılandığını anlamaya yeter de artar bile! Piyano çalmak ve" Fransızca " konuşmak Batılı olmanın simgesel işaretleridir. Kısacası piyano çalmak, gururlanarak Fransızca konuşmak, Batılı gibi giyinerek onların yaşama tarzını taklit etmek." Modern olmak "işte buna denir. Türk modernleşmesinin " Metonimik "bir Modernleşme ya da batılılaşma olduğunu gösteriyor." Metonimi "parça'nın bütünün'ün yerini alması, onun yerine geçmesi demektir. Örneğin piyano çalmak, şapka giymek," Fransızca konuşmak ", Batılı olmanın bir parçası olabilir, ama, hiçbir zaman bir avrupalı olmayı temsil etmezler. Avrupalılık, ancak kavramlar üzerinden temsil edilebilir. Bu gerçek Avrupalılının bir" Medeniyet " olmasıyla bağlantılıdır." Medeniyet "ancak kendine özgü kavramlarla temsil edilebilir. Avrupa Medeniyeti'nin düşünce kodlarında Bilim, Felsefe; siyaset alanında Demokrasi, İnsan Hakları, Sivil toplum gibi kavramlarla temsil edilmesi gerekir. Yoksa piyano çalmak ya da şapka giymek Fransızca konuşmakla değildir.


Romanda Memê'yle, Hazal'ın Erosta buluşması. Yazarın, Memê'yle, Hazal'ın sevişme anını güçlü betimlemesi, iç gıdıklayaıcı anlardır; yazar bizi Erosla yüzleştiriyor. Eros evrensellik tohumudur. İnsan güzel bir bedene baktığı anda, kendi Güzel'in yoluna girmiş olur. Eros ruh güzeli içinde bir şeyler yaratmaya tahrik ve teşvik eder insanı. Manevi bir ruhla canlılık yayar çevresine. Eros güdümlü bir ruhtur, evrensel cevherleri olan güzel şeyler ve daha önemlisi güzel eylemler meydana koyar. İşte Platon'un Eros öğretisi tam budur. Bu öğreti, yaygın tahminin aksine duygulara veya hazza düşman değildir. Ancak aşk, bugün olduğu gibi tamamen cinsel ilişkilere dönüşüp yozlaşarak kutsallığı bozulduğunda, Eros'un evrensel niteliği de yok olup gider. Platon'a göre ruha kılavuzluk eden Eros, onun bütün kısımlarına egemendir: arzu, gözüpeklik ve akıl. Ruhun her kısmının kendine ait bir haz deneyimi vardır ve her biri güzelliği kendine göre yorumlar.


Bir zamanlar Iğdır Ovasının muhteşem güzelliği gibi Ezidi Kürtleri, Azeri Türkleri, Ermeniler, Müslüman Kürtler kardeşlik bağlarıyla bir arada yaşıyorlardı. Hiç bir zaman halklar birbirlerine düşman olmamışlardır. Burada düşmanlığı körükleyen ideolojik olarak milliyetçi, ırkçı örgütsel yapılardır. Kötülüğü de, insan katliyamlarınıda bu örgütsel yapılar yaptı.

Adam Smith, dünyanın feodalizimden çıkıp doğruca erdemli evrensel bir çağa geçeceğini sanmıştı. Fakat bu düşüncesi gerçekleşmedi. Bunun yerine Milletler çıktı ortaya. Milliyetçilik insanlara din ya da sınıf anlayışından çok daha anlamlı ve tatlı geldi. Milliyetçilik moderniteye ait bir olgudur. Bu ideoloji ulus-devletin ortaya çıkmasıyla bağlantılıdır. Milliyetçilik, tarifi oldukça basit sıradan bir ideoloji olarak kabul edilmekle birlikte, çok akışkan bir ideoloji olarak karşımıza çıkabilmektedir. Sıvı misali her türlü kaba girip onun şeklini dönüşbilmektedir. Örneğin Milliyetçi muhafazakârlık, liberal milliyetçilik, milliyetçi sol, ırkçılık, ulusalcılık, yurtseverlik vb. Köşeli olmayan, yuvarlak siyasi söylemi ise" Hepimiz milliyetçiyiz " demeden siyasi tartışmalara girememektedir. Bu durum " Hepimiz insanız " gibi doğal bir hal olarak gösterilmiştir. Bu açıdan milliyetçilik tarihsel bir ideoloji olmaktan çıkartılıp bir ruhsal yapı haline dönüştürülmüş, siyasi söylemi ise kimin daha fazla milliyetçi olduğu üzerinden sürdürmüştür. Bir topluluğun yüzlerceyıldır geliştirdiği ve kendinde içselleştirdiği kültürel özellikler alışkanlıklar ve yaşadığı coğrafyanın o halkı biçimlendirmesi vb. yani o halkın kimliği milli kemikten farklı olgulardır. " Sahici "kimlik üzerine milli kimlik bir maske olarak geçirilmiştir. Bu maske dış görünümüyle bütün yüzler birbirinin benzerleri, bütün farklı özellikleri ortadan kaldıran demirden bir maske haline gelmiş ve kimliğine deli gömleği giydirilmiştir. Milli kimlik soyutlanarak egemen güçlerin belirlediği kimlik haline gelmiştir. Kendini belirli sınırlar içinde hapseden toplumlar hastalıklı bir korkuyu geliştirmiştir. Tanınmayan, tanışık kılınmayanlar değersizleştirilir insanlıktan çıkarılır. Bugün diğerlerini tanımamız devlet organlarının denetimindeki iletişim aygıtlarının denetiminde, milli çıkarları çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. Başka bir ulusun bireylerinin acıları, duyguları bizden olmadıklarından dolayı bizi alakadar etmemektedir. Örneğin bir uçak kazasında ilk aklımıza gelen soru ölenlerin içerisinde Türk olup olmadığıdır. Ölen Türk'ü tanımıyor olsak bile aklımıza bu sorunun gelmesi çarpık ve zehirli bilinç halinin göstergesidir. Ölenler içinde Türk yoksa oh deyip rahatlaya bilmekteyiz. Bu bariz tablo milliyetçiliğin insanlığı nasıl sakatladığı eksilttiğini gösterir. Aslında bu konu çok kapsamlı bir yazının da konusudur.


Romanda Nağı beyin unutamadığı Ezidi Zozan'la arasındaki aşķı ve kızı Senem'in peşine düşmesi. Nağı beyin Iğdır'da tarımı, bağ bahçe kurup geliştirmesi, Çırçır pamuk fabrikası kurması. Ermenilerden kalma bir şarap üretim fabrikasını devralıp üretim faaliyetine geçirmesi. Sıkı kitap okuması şiir yazması ve çağdaş yaşama kültürüyle bir" Erivan beyefendisidir." İkinci dünya harbi dönemlerinde Iğdır'da yaşanan kıtlık, istifçilik, bir derin yapı zihniyeti olan karaborsacılık vb. durumlar Iğdır'ın talihsiz acılı zamanlarıdır. Memê'nin hayal dünyasında yarattığı akıl danıştığı can dostu Cimo. Memê'nin dört yıl birlikte askerlik yaptığı can arkadaşı Reşit'in ihaneti. Varlık vergisinin ötekileştirici adaletsizliği. Memê'nin dağları mesken tutma hayali. Yiğidonun Fate'ye ihaneti. Komünist düşünceye yönelik uyduruk iftiralar romanın üstün etkileyici sahneleridir. Mehmet Kum, romandaki güçlü betimlemesiyle, muhteşem güzellikteki kelimelerle resimler çizmiştir. Böylelikle okurun bu sahneleri kolaylıkla hayalinde canlandıra bilmesini gerçekleştirmiştir. Iğdır'ımızın bir değeri olan Mehmet Kum gerçek bir elitist, gerçek bir aktivist ve sivil düşünceye sahiptir Iğdır için bir şanstır. Mehmet Kum Son Ezidi romanıyla bundan sonrada çok güçlü romanlar, öyküler, denemelere yazacağı mecraya artık girmiştir diye bilirim.

11 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/717
bottom of page