top of page

ACI VE GERÇEK



Kuzköy, Karadeniz'de bir dağ köyü. Vadinin kuzunda, kuzeyinde yer alır. Adını da konumundan almıştır. Vadinin güneyindeki Günköy, kızılcık sarısıyla boyandığında bile Kuzköy'de ağaçlar tomurcuklanmaz. Ama bu durum tarım açısından Kuzköy'ü bereketli kılar.

Kuzköy'e bahar geç gelir ama tam gelir. Mayısın ilk haftasından itibaren ortalık yeşile ve çiçeğe kesilir. Renk ve koku; kuş ve böcek çeşitliliği insanı alır, götürür. Hele derenin karşısındaki düzlük adeta cennete döner. Doğanın dokunduğu bu halı herkesi büyüler. Burası gezi ve piknik için idealdir.

Kuzköy İlkokulu'nun kapanma zamanı mayıs ortalarına rastladığı için buraya mutlaka bir gezi düzenlenirdi. Geziden birkaç gün sonra beşinci sınıftakiler bitirme sınavına girer ve okuldan ayrılırlardı. Bu yüzden gezinin ayrı bir önemi vardı.

İlkokul öğretmeni Salih Bey, bir taşla iki kuş vurma niyetindeydi. Hem çocukları geleneksel geziye götürecek hem de okul bahçesindeki çiçekler için orman toprağı temin edecekti. Gezi gününü belirledi ve iki gün önceden öğrencilere duyurdu. Gelmek isteyenler yiyeceklerini ve toprak için boş bir torba veya teneke getireceklerdi. Çocuklar yiyecek olarak genellikle telli peynir, yalda pişirilerek renklendirilmiş yumurta, kaymak, yayık ayranı ve mısır ekmeği getirirlerdi.

Gezi sabahı çocukların çantaları şişkindi. Kiminin yanında bez torba, kiminin elinde tel saplı vita tenekeleri vardı.

Sabri, son sınıftaydı. Zeki, sevimli, arkadaş canlısıydı. Arkadaşlarının göz bebeğiydi. Gezi günü içi içine sığmıyordu. Gece geziyle ilgili rüyalar görmüştü. Yumurtalarını akşamdan pişirtmişti. Hem de tepeli tavuğun iri yumurtalarını seçmişti. Annesi gezi çantasını hazırlayıp yanına koymuştu. Kapıdan da paslı bir vita tenekesine babasına bir tel taktırmıştı. Denizli horozunun ötüşüyle uyanıp kalkmış, kahvaltısını alelacele yapıp komşu kızı Fatma'yla okul yoluna koyulmuştu. Şanslarından hava güneşli ve sıcaktı.

Öğretmen lojmanın kapısında görününce öğrenciler, yılların alışkanlığıyla sıra oldular. Öğretmeni ilk defa kıravatsız gördüler. Öğretmenin yanında karısı Kıymet Teyze ve kızı Zehra vardı. Kıymet Teyzenin elinde üstü işlemeli örtülü bir sepet vardı. Öğretmen de kazma ve kürek getirmişti. Öğretmen, cebinden kağıt, kalem çıkarıp sıradaki öğrencilerin listesini çıkardı. Bir öğrenci hastaydı. İki öğrenci evde iş yapmaları için ailelerince gönderilmemişti. Bir öğrenci mezarlıktan koparıp buket yaptığı leylakları Kıymet Teyzeye verdi. Liste de tamamlanınca okul şarkılarıyla yola koyuldular. Yolda karşılaştıkları köylüler onlarla şakalaşıyor, kendi gezilerini anımsıyorlardı. Derenin kenarına geldiklerinde suların oldukça yükseldiğini ve köpürerek aktığını gördüler. Havalar birden ısındığından dağlardaki karlar hızla erimiş ve dereyi azdırmıştı. İnsanı tehdit eden bir canavara banziyordu dere. Derenin üzerinde basit bir tahta köprü vardı. Tahta köprü kestirmeydi ama dardı ve geçerken sallanıyordu. Köylüler, hayvanlarıyla geçerken, epeyce yukarıdaki kemer köprüyü kullanıyorlardı.

Öğretmen ve Kıymet Teyzenin gözetiminde öğrenciler köprüden geçip koşarak piknik alanında güzel yer kapma yarışına girdiler. Plastik bir topla futbol oynadılar. Kızılağaç dallarından düdükler yaptılar. Kavalağaçlarından kavallıklar kestiler. Uzun eşek, istop, körebe oynadılar. Yorulan erkekler çimenlere sere serpe uzandılar. Kızlar çiçek toplayıp taç yaptılar, başlarına taktılar. Öğleyin gruplar oluşturup yemeklerini yediler. Yumurta tokuşturdular. Kazanmak için ufak tefek hilelere başvurmaktan da geri kalmadılar. Gözelerden su içtiler. Öğretmen çöpleri toplattı, gömdü. Yemekten sonra öğrenciler yakındaki ağaçların altından öğretmenin yardımıyla orman toprağını teneke ve torbalarına doldurdular.

Hava serinlemeye başlayınca öğretmen toplan düdüğü çaldı. Sabri ile yakın arkadaşı Zeki ortalıkta yoktu. Osman, biraz önce ormanda gugo çiçeği aradıklarını söyledi. Öğretmen ormana yaklaşıp birkaç kez düdük çaldı. Biraz sonra Sabri, elinde, yeni tomurcuklanmış bir gugo çiçeğiyle göründü. Ardından Zeki de geldi. Sabri çiçeği kökünden söküp vita tenekesine koymuştu. Bu çiçek köyde çok sevilirdi. Ulaşılması zor yerlerde ve ender bulunurdu. Sabri çiçeğini gözü gibi koruyordu.

Öğretmen öğrencileri topladı ve saydı. Dönüşe geçildi. Biraz yürüyüp tahta köprüye gelindi. Öğrenciler öğretmenin ve Kıymet Teyzenin gözetiminde köprüden geçiyorlardı. Osman, Sabri'nin yanından gidiyordu. Sabri köprünün kenarına yakın gidiyordu. Bir anda Osman Sabri'nin çiçeğine uzandı. Sabri dokundurmak istemedi, tenekesini kaçırmak isterken dengesini kaybetti. Köprüden aşağıya kaydı. Köprünün tahtalarına tutunmaya çalıştı. Önce köprünün altına kaydı. Köprünün solunda suyun içinde bir göründü, bir kayboldu. Öğrenciler şaşkındı. Öğretmen adeta çıldırmıştı. Kıymet Teyze soğukkanlıydı. Öğrencileri dikkatlice karşıya geçirip köye haber vermeye yolladı. Öğretmen, dere boyunca koşuyor, ellerini kafasına vuruyordu. Haberi alan köylüler Harmancık'tan başlayarak dereyi iki koldan taradılar ama bir ize rastlamadılar. Akşam olunca köy camiinin önünde toplandılar. Köylüler şaşkın ve üzgündü. Sabri'nin annesi kadınların arasındaydı, saçını başını yoluyor, ağlaması yürekleri burkuyordu. Sabri'nin babası çarşıdaydı. Köye geç ulaştı. Kara haber tez yayılır derler, köye girişte köyün delisi onu karşıladı, “Sabri boğuldu.” dedi. Atını hızlandırdı. Caminin önündeki kalabalığı görünce kanı çekildi, kalbi sıkıştı, başı döndü, gözleri karardı, atın dizgini elinden boşandı, yere yuvarlandı. Köylüler koşup yerden kaldırdı, oturdukları kerevete paltolarını serip üzerine yatırdılar. Çeşmeden su getirip yüzüne sürdüler. Kaşından akan kanı sildiler. Bir mendille başını sardılar. Kendine gelince durumu anlattılar. Deli gibi dereye koşmaya başladı. Zar zor engelleyip evine götürdüler. Köylüler gece onu yalnız bırakmadılar.

Sabah ezanıyla birlikte herkes evin önündeydi. Ellerinde kazma, kürek, balta, tırmık, kanca ve ip vardı. Sabri'nin babasıyla birlikte yola koyuldular. Bir kısmı tahta köprüden karşıya geçti. Her iki taraftan suyun akış yönünde gidiyor, dereyi gözlüyorlardı. Arada bir derenin sürüklediği kütükler onları heyecanlandırıyordu. Sonra gene umutla dere kenarındaki yüksek otları, çalıları karıştırıyorlardı. Dere bazı yerlerde geçit vermiyordu. Epeyce yukarılara çıkıp tekrar kıyıya iniyorlardı. Bu durumda derenin 3-4 kilometrelik kısmını taradılar. Çoğunun belden aşağısı ıslanmıştı. Karşılıklı işaretleşip ateş yaktılar, biraz ısındılar. Ateşin başında azgın dereye bakıp yazın yıkandıkları, serinledikleri, suyunu içtikleri, alabalıklarını yakaladıkları uysal varlığın böyle bir felakete sebep olduğuna şaşıyorlardı. Arama karanlık oluncaya kadar sürdü. Köylüler hem bedenen hem de ruhen bitkindiler. Köyü döndüler. Yakın komşular Sabri'nin ailesini yalnız bırakmadılar. Kasabaya da haber verilmişti. Derenin aşağılarında bir bulguya rastlanabilir diye.

Sabri'nin babası, annesi bir ay boyunca dere kenarlarını mesken tuttular. “Hiç olmazsa bir mezarı olsun.” diyorlardı.

Yazın derenin suyu iyice azaldı. Sabri'den hiç bir ize rastlanmamıştı.

Ahmet Amca, Sabri'nin dereye düştüğü yerden 5-6 kilometre aşağıda derenin yakınındaki otlakta ineklerini yayarken bir ağaca yaslanmış sayıklıyordu. Rüyasında Sabri'nin derenin yanında azgın suların çokça çalı çırpıyı yığdığı yerde olduğunu gördü. İrkilerek uyandı. Rüyasına gördüğü yere indi. Sular azaldığı için çalıları elindeki orağıyla sökmeye başladı. Epeyce söktükten sonra ağır bir koku gelmeye başladı. Burnunu tuttu. Elini, yüzünü yıkadı. Biraz bekledi. Birkaç çalı daha çıkarınca Sabri'nin bozulmaya başlamış kolunu gördü. İrkildi. Hemen inekleri toplayıp ahıra kapattı. Yakındaki komşulara haber verdi. Mendillerine kolonya döküp burunlarını mendille kapattılar. Sabri'nin cesedini çıkarıp çarşafa sardılar. Ahmet Amcanın harmanına getirdiler. Cesedi suyla yıkadılar. Üzerine bolca kolonya, gül suyu döktüler. Sabri'nin babası gelir gelmez çarşafı açıp Sabri'ye sarılmaya kalktı. Ama öyle bir kokuyla karşılaştı ki hemen geri çekildi. Gözlerinden sel gibi yaşlar boşanıyordu.





Etiketler:

19 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/683
bottom of page