top of page
Zeki SARIHAN

80. YAŞ BİLDİRİSİ

Zeki SARIHAN

*


(Dinmeyen Fırtına Zeki Sarıhan’a Armağan,

Kitabın tanıtımı nedeniyle Ankara Fatsalılar Derneğinde yapılan toplantıdaki konuşmadır. 2 Aralık 2023). 



Hoş geldiniz.


Bir kişi hakkında Armağan Kitap hazırlanması genellikle üniversitede bir usuldür. Emekli olan hocaları için öğrencileri tarafından hazırlanır.

Hakkımda bir Armağan Kitap hazırlanması fikri bana ait değildir. Derslerine girmediğim ama Öğretmen Dünyası’nda bir ara birlikte çalıştığımız, şimdi Sosyoloji Profesörü Mehmet Devrim Topses’e aittir. Önceki yıl böyle bir kitap hazırlamak istediğini söylediğinde kabul etmedim. Beş altı ay sonra yeniden önerince kabul ettim. Anlaşılan beni de hocalarının arasına koymuş. Zaten uzunca bir süredir gerek benim kitaplarıma ve paylaşımlarına gösterdiği ilgiden, gerek kendi yazı ve kitaplarından aynı ekolün insanları olduğumuzu hissetmemek mümkün değil. Bu ekol, onun ifadesiyle Halkçılık ideolojisidir. İçinde milliyetçilik değil yurtseverlik olan, emeği en yüce değer kabul eden, emekçilerin iktidarını öngören ve sınıfsız bir topluma ulaşmayı ülkü kabul eden bir HALKÇILIK.

                                                                       *

70. yaşıma bastığımda duygularımı paylaşmıştım. 75. Yaşıma bastığımda yeni bir bildiri ile dostlarımı selamladım. Gele gele 80. yaşa geldik ve bu yaşta da söylenecek şeylerin olduğunu düşünüyorum. Beş yıl sonra kim öle, kim kala. Muhtemelen bu son yaş paylaşımım olacak.

Zira bu yaşta insanlar için toprağın nazik davetini hissetmemek mümkün değildir. Babam ben sekiz yaşımda iken 49 yaşında aramızdan ayrıldı. Onun yaşının üstündeki her yaşı fazladan yaşadığım duygusuna kapılmıştım. Öldürmeyen Allah öldürmüyor! Elim kalem tuttuğu, dilim döndüğü, beyin sağlığım yeterli olduğu sürece yazmaya, konuşmaya, okumaya ve (tabii dinlemeye) devam edeceğim. Ancak gene de bu buluşmamızı bir veda töreni saymak yerinde olur.

80 yıl boyunca öğrenmem gereken şeylerin pek azını öğrenebildiğimin farkındayım. Ailemden, öğretmenlerimden, arkadaşlarımdan, kitaplardan öğrendiklerime göre insanlığa yararlı olabilmek için durup dinlenmeden çalışmak ancak bunun karşılığında toplumdan kendim için hiçbir şey istememek esastır.

İnsanlığın yarası pek derindir. En büyük yara insanlığın sınıflara ayrılmış olmasıdır. İnsanlık için bundan daha büyük bir felaket yoktur. Bu büyük gerçeğin farkına vardığımdan beri, (17-18 yaşlarındaydım) köle ayaklanmalarından başlayarak aralıksız devam eden sınıf mücadelesi içinde kendimi buldum. Sevgili arkadaşlarıma hatırlatırım: hâkim sınıflar için yani toprak ağaları, burjuvalar, onların hizmetindeki bürokratlar için SINIF kavramından daha tehlikeli bir şey yoktur. Bu bilinci yok etmek için bütün araçlarını kullanıyorlar. Ordularını, mahkemelerini, Meclislerini, kanunlarını halk sınıflarının mücadelesini bastırmak, halkın bilincini köreltmek için kullanılmaktadır. Benim kuşağımın devrimci aydınları da bundan payımıza düşeni aldık. Yanarım yanarım da öğretmenlikte 25 yılımım yedi yılını öğrencilerimden uzakta geçirmek zorunda bırakılmama yanarım. Halkımız için helal olsun fakat o zulümleri yapanları ve yapmakta devam edenleri, sevgili kardeşim Ayhan Sarıhan’ın bir kitabına ad olarak koyduğu gibi “Unutmayacağız, barışmayacağız, affetmeyeceğiz!” Hayatımda en ağırıma giden iki sözden biri Mamak’ta tutukluyken öğrencim yerinde bir askerin beni “Lan!” diye diye azarlaması, diğeri de askerdeyken bir başçavuşun solcuyum diye düpedüz anama sövmesidir!

Arkadaşlarımdan, yaşadıklarını kaleme almalarını hep istemişimdir. Bunlar, içinden geçmekte olduğumuz karanlık labirente ışık tutan metinlerdir. Bu nedenledir ki, çocukluğumun geçtiği dönemi, öğretmen okulu yıllarını, öğretmenliğimi, hapisliklerimi yazıp yayımlamakta tereddüt etmedim. Bunlar da gerçekte birer tarih çalışması değil midir?

                                                                                                                                                                                                                   *

Tanıtımı için toplandığımız beni anlatan kitabımın adını “Dinmeyen Fırtına” olarak ben koydum. Nedeni, ortalık zaman zaman sakinleşiyor görünse bile benim içimdeki fırtınanın hiç dinmemekte oluşudur. Bazı milletler, hâlâ kimliklerini kazanamamışken, İşçilerin emeklerine el konulurken, din ve mezhep ayrımları sürüp giderken, çocuklar öldürülür, kadınlar boğazlanırken, cehalet kol gezer ve korunurken, bilim ayaklar altına alınırken büyük insanlığın gözüne nasıl uyku girer?

Geri dönmemek üzere sonsuz bir yolculuğa çıkmadan önce, ortalığı toplamak, borçlarımızı ödemek, eş dostla vedalaşmak gerekir. Ben de bu duyguyla ne zaman geleceği belli olmayan ayrılık gününe hazırlık olarak birkaç yıl önce vasiyetimi yazdım. Klasörler dolusu evrakımın, 50 defteri aşan günlüklerimin, basılmış ve basılmamış çalışmalarımın tarumar olmasını, sahipsiz kalmasını istemem. Sayısı beş bini bulan kitaplarımın çuvallara doldurulup sahafların önünde elma çuvalı gibi boşaltılması hoş olmaz. Bunlar artık geride kalanların sorumluluğunda olacak.

Gözlerimi sonsuza dek kapadığımda, kırlarında hayvan otlattığım, derelerinde çimdiğim, her metrekaresinde ayak izimin bulunduğu köydeki aile mezarlığına, dördü daha yedi yaşına basmadan salgın hastalıklardan ölen kardeşlerimin ayak ucunda toprak anaya teslim edilmemi istedim. Cenaze töreninde köylülerime iletilecek mesajımı da kaleme aldım. Mezar taşıma bir kitap figürü, onun ortasından da ışık saçan bir güneş kazıtsalar iyi olur. Bu, köy mezarlığı için de bir yenilik olur. Burada, Ankara’da birkaç yıl sonra aile bireylerinin bile yerini unutacağı bir mezarlığa gömülmek istemem.

                                                                       *

Rahmetli Hasan Yalçın benim için “tip” tanımında bulunurken, inandığı doğrulardan hiçbir koşul altında vazgeçmeyişimi, bunları her yerde açıkça dile getirişimi, otoriteye boyun eğmeyişimi, bağımsızlığına son derece düşkün olmamı kast etmiş olmalıdır. Bunun için toplantılarda “Önce sen konuş” derdi. “Neden?” diye sorduğumda “sen özgür düşünüyor ve konuşuyorsun” derdi. Bu özelliklere “sabır” kavramını da eklemek gerekir sanırım. Zira, ani kararlar yerine sabretmek, çözümü zamana bırakmak, kurduğumuz düzeni bugüne kadar yıkılmadan getirmeme katkı yaptı.

                                                           *

Teşekkürler: Çağrımıza uyup bu toplantıya katıldığınız için hepinize teşekkür ediyorum. Dinmeyen Fırtına’nın editörü Devrim Topses arkadaşıma, onu yayımlayan Paradigma Yayınlarına da teşekkürler.

En büyük teşekkürü, 36 yaşında 5 çocuğu ile dul kalan ve aileye kol kanat geren anne hak ediyor. Geniş aileme, 49 yıl önce kurduğumuz çekirdek ailenin emektar dişi kuşuna ve yüzümüzü karartmayan iki erkek evladıma da büyük teşekkürler. Mahkeme kapılarında dara düştüğüm zamanlar, beni gönüllü olarak savunan ve bütün davalarımı her-geç kazanan avukatlarımı da unutmuş değilim. Çalışma hayatında birlikte ürettiğimiz, birlikte başardığımız arkadaşların dostluklarını ömrümün kalan kısmında da minnetle anacağım.

Biz burada yok iken ve var iken, geçmiş mücadele geleneğini omuzlayan ve bize engin bir halkçılık mirası bırakan ustalarımıza selam olsun.



  

 

Etiketler:

14 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/706
bottom of page