“Bir Gün Mutlaka”, Ataol Behramoğlu’nun 1965 yılında yazdığı bir şiirin adıdır. Yayımlandığında çok ses getiren şiirlerden birisi olarak edebiyat tarihine geçmiştir.
Biliyorsunuz üç köre bir fili dokunarak tarif etmesiyle ilgili bir anekdot anlatılır. Filin burnuna dokunan kör, “fil bir hortumdur” demiş. Kulağına dokunan kör “yelken”, bacağını tutan da “sütun” diyerek fili tanımlar. İşte buna benzer şekilde BİR GÜN MUTLAKA şiirinin her mısraını alan da kendince değerlendirmiş ve eleştirmiştir. Bu durum Fakülte öğrenciyken, bizleri meşgul eden, bir anlamda devrimci olduğumuzu kanıtlamaya yönelik başlıca uğraşılarımızdandı.
“Bugün seviştim, yürüyüşe katıldım” dizesi en çok tartışmaya yol açanıydı. “Hiç devrimci sevişir mi?” sorusunu zihinlerde uyandırmıştı. Bu dize bir burjuva özentisi olarak görülüyordu. Elbette devrimci ahlaka (!) aykırıydı!!!
Genel izlenim böyle iken ben aksini savunuyordum. Arkadaşlar ise inadına bir yaklaşımla aynı teraneyi tutturmuşlardı. Keskin devrimci iddiasında bulunanların tamamına yakını köy çocuğu idi. Karşı cinsten arkadaşları olmamıştı. “Flört” nedir zaten bilmezlerdi. Dolayısıyla öpüşmek de sevişmek de onların devrimci jargonunda tartışmasız bir tabu idi.
Tabii aynı bakış açısıyla tıraş olmak, çimmek, dişleri fırçalamak, güzel giyinmek burjuva özentisi anlamına geliyordu. Filtreli sigara (o yıllar Samsun) içmek bile burjuvalığa bir kanıt olarak gösteriliyordu. Mademki halkımız sarma tütün, filtresiz Birinci sigarası içiyordu o halde devrimciler de en fazla filtresiz Bafra sigarası içmeliydi. Sanki köylülükten, feodaliteden sosyalizme uçarak geçecektik ve hep köylü kalarak Sosyalizmi kuracaktık.
Hani bazı filmlerde Türkan Şoray meyhanelerde, barlarda dolaşıp çiçek satan pekte namuslu kız rollerini oynardı ya.. Diğer yandan bazı filmlerinde masa üstüne çıkıp, gerdan kırıp, göz süzüp, kalça oynatsa bile namus timsali olmasını gölgelemezdi.
Sıcak tartışmalarda söylediklerime itiraz edenleri, “Hepinizi ananız buğday çuvalının içinde bulmuş ” diye tiye alırdım.
Nerden bilebilirdim ki tam elli yıl sonra BİR GÜN MUTLAKA’nın unutulmaz yaratıcısı Ataol Behramoğlu ile Iğdır’da karşılaşacağımı… Daha önce yüz yüze tanışma şansım olmamıştı. Şiirlerinden, yazılarından tanırdım kendisini… Bir de hemşerimiz olduğunu bilirdim.
Iğdır’a kitaplarını imzalama ve okuyucularıyla sohbet etmeye davet edilmişti. Etkinliğin yapıldığı çayevine gidip kendimi tanıttım. Kısa sürede aramızda sıcak bir dostluk bağı gelişti. Sanki uzun yıllar arkadaşmışız gibi, bir sevgi ve içtenlik duygusuyla birbirimize bağlandık.
Sohbetimiz devam ederken ben daha elli yıl öncesinde bile ateşli devrimcilerin katı, saçma ve hayatın gerçeklerine ters, sözüm ona eleştirilerine karşı çıktığımı anlattım. Zaten o kuşağın bütün devrimciliği köy ağalığına karşı çıkmaktı. İnce Memet, Tırpan, Reşo Ağa ve benzeri bütün kitaplar, hala tarım toplumu olan Türkiye’deki köylüleri, halkçı ve devrimci olarak sunmak gibi absürt bir yaklaşıma sahiptiler. Kemal Bilbaşar, “Cemo” isimli kitabında bunlara cevap verir ama yazılanları ne okuyan ne de anlayan vardır . Köylüler yakınıyor:
“Biz ağasız nederiz, ne yaparız, kime gideriz….”
Yani ağa köyün lideridir, koruyucusudur. Köylünün hakkını yedirmeyen, bürokrasiye karşı savunan ve her türlü belaya karşı ona kalkan olandır.
Bizim devrimcilerin “halkçılığı”, köy ağalığı denilen sosyal kurum ile Batının feodal senyörlerini karıştırmalarından başka bir şey değildi.
Sayın Behramoğlu ile bu minval üzere sohbete daldık. Eski ortak dostları yâd ettik. Bana SİVİL DARBE adlı kitabını imzaladı, iç kapağına gönül ferahlatan sözler yazıp kitabı bana uzattı.
“BİR GÜN MUTLAKA GÜZEL GÜNLER GELECEK YURDUMUZA” dileğiyle vedalaştık.
NOT: Ağa kelimesinin değişik anlamları
Ağa sözcüğü başlangıçta askeri ve idari makam adlarıyla birleştirilerek yeniçeri ve sipahilerdeki belli rütbeleri (örn: Kapıkulu Ağası, Yeniçeri Ağası, Çarşı Ağası vb.), padişah ailesine mensup kimi kişileri ve padişahın haremini denetleyen görevlileri (örn: Harem Ağası, Kızlar Ağası, vb.) belirtmek için kullanılırdı. Sonra daha alt rütbelerdeki subaylara ve saygı belirtisi olarak aile reislerine, köy yöneticilerine, büyük toprak sahiplerine verilen bir ad olmuştur.
Ağa, köylerde büyük toprak ve arazi sahiplerine verilen bir unvan, bir sıfattır. Ağalar, sahip oldukları büyük arazilerin ekilmesi, biçilmesi, işlenmesi işini ortakçı veya maraba diye tanımlanan kişiler ve aileler aracılığı ile yürütürlerdi.
Ağa, ayrıca büyük kardeştir, ağabeyidir, abidir, Ağa idarecidir, Ağa idare edendir, Ağa yöneticidir, Ağa yönetendir, Ağa yönetmendir, Ağa koruyandır, Ağa kollayandır. Ağa güvenilendir. Ağa güven duyulandır. Ağa itimat edilendir. Ağa dar günün insanıdır. Ağa dara düştüğünde ilk akla gelen isimdir. Ağa dosttur. Ağa sevendir. Ağa sevilendir. Ağa işverendir. Ağa, aş verendir. Ağa saygındır. Ağa saygınlıktır. Ağa saygın olandır. Ağa, yanında çalışanı koruyandır. Ağa yanında çalışana güvenendir. Kısacası ağalık öyle kolay bir şey değildir.
Bu gün seviştim, yürüyüşe katıldım sonra
Yorgunum, bahar geldi, silah kullanmayı öğrenmeliyim bu yaz
Kitaplar birikiyor, saçlarım uzuyor, her yerde gümbür gümbür bir telaş
Gencim daha, dünyayı görmek istiyorum, öpüşmek ne güzel, düşünmek ne güzel, bir gün mutlaka yeneceğiz!
Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey eski zaman sarrafları! Ey kaz kafalılar! Ey sadrazam!
Sevgilim on sekizinde bir kız, yürüyoruz bulvarda, sandviç yiyoruz, dünyadan konuşuyoruz
Çiçekler açıyor durmadan, savaşlar oluyor, her şey nasıl bitebilir bir bombayla, nasıl kazanabilir o kirli adamlar
Uzun uzun düşünüyor, sularla yıkıyorum yüzümü, temiz bir gömlek giyiyorum
Bitecek bir gün bu zulüm, bitecek bu han-i yağma
Ama yorgunum şimdi, çok sigara içiyorum, sırtımda kirli bir pardösü
Kalorifer dumanları çıkıyor göğe, cebimde Vietnamca şiir kitapları
Dünyanın öbür ucundaki dostları düşünüyorum, öbür ucundaki ırmakları
Bir kız sessizce ölüyor, sessizce ölüyor orda
Köprülerden geçiyorum, karanlık yağmurlu bir gün, yürüyorum istasyona
Bu evler hüzünlendiriyor beni, bu derme çatma dünya
İnsanlar, motor sesleri, sis, akıp giden su
Ne yapsam… Ne yapsam her yerde bir hüzün tortusu
Alnımı soğuk bir demire dayıyorum, o eski günler geliyor aklıma
Ben de çocuktum, sevgililerim olacaktı elbette
Sinema dönüşlerini düşünüyorum, annemi, her şey nasıl ölebilir, nasıl unutulur insan
Ey gök! Senin altında sessizce yatardım, ey pırıl pırıl tarlalar
Ne yapsam… Ne yapsam… Dekart okuyorum sonradan…
Sakallarım uzuyor, ben bu kızı seviyorum, ufak bir yürüyüş Çankaya’ ya
Bir pazar, güneşli bir pazar, nasıl coşuyor yüreğim, nasıl karışıyorum insanlara
Bir çocuk bakıyor pencereden hülyalı kocaman gözlü nefis bir çocuk
Lermontov’ un çocukluk fotoğraflarına benzeyen kardeşi bakıyor sonra
Ben şiir yazıyorum daktiloda, gazeteleri merak ediyorum, kuş sesleri geliyor kulağıma
Ben mütevazı bir şairim, sevgilim, her şey coşkulandırıyor beni
Sanki ağlayacak ne var bakarken bir halk adamına
Bakıyorum adamın kulaklarına, boynuna, gözlerine, kaşlarına yüzünün oynamasına
Ey halk diyorum, ey çocuk, derken bende bir ağlama
İlençliyorum (lanetliyorum) bütün bireyci şairleri, hale gidiyorum portakal
almaya
İlençliyorum o laf kalabalıklarını, kurumuş yürekleri, bireyin kurtuluşunu filan
İlençliyorum o kitap kurtlarını, bağışlıyorum sonradan
Uzun kış gecelerinden sonra kim bilir nasıl olur her şey
Uzun kış gecelerinden sonra, masallarda anlatılan
Durup durup bunları düşünüyorum, bir sevinci bir hüzün izliyor arkadan
Yüreğim ipe sapa gelmez bir bahar göğü, Türkçe bir yürek kısaca
Beklemek usandırıyor, telaşlı telaşlı bir şeyler anlatıyorum sağda solda
Bir otobüse biniyorum, inceliyorum bir böceği tutarak kanatlarından merakla
Yürürdüm eskiden baharda, o yıkıntıların ve çayırların olduğu alanlara
Aklıma şiiri gelirdi o yaşlı Amerikalının, sonbaharı anlatan şiiri
Çayırlar vardı o şiirde, baharı anımsatan ne de olsa
Böylece yeniden hazırlanıyorum bir coşkuya, yeniden sokaklara fırlamaya
Kendimi atmak için bir uçurumdan balıklama
Büyük ve mavi bir şey izlenimi var bende, gördüğüm filmlerden mi ne
Bir şapka, telaşlı bir gök, sıcak yapay bir dünya
Anlat anlat bitmiyor, bitmiyor bendeki daüssıla(yurt acısı)
Bütün sevgilerimi harcayabilirim bir çırpıda, yağmurlu o yollar geliyor aklıma
Benzin kokuları, ıslak direkler, babamın esmer bir somun gibi tombul ve sıcak elleri
Uyurdum. Bir de bakmışsın yeni bir film sinemada, şehirde yeni bir kız, kahvede yeni bir garson
O üzgün ve sabahlıklı dururdu balkonda…
Şimdi ne var hüzünlenecek burada, nedir bu çatlatan yüreğimi bu telaş
Sanki ölecek gibiyim, sanki birazdan polisler gelecek ya da
Gelip alacaklar kitaplarımı, bu şiiri, sevgilimin fotoğrafını duvarda
Soracaklar babanın adı ne, nerde doğdun, teşrif eder misiniz karakola
Dünyanın öbür ucundaki dostları düşünüyorum, öbür ucundaki ırmakları
Bir kız sessizce ölüyor, sessizce Vietnam’ da
Ağlayarak bir yürek resmi çiziyorum havaya
Uyanıyorum ağlayarak, bir gün mutlaka yeneceğiz!
Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey ithalatçılar, ihracatçılar, ey şeyhülislam!
Bir gün mutlaka yeneceğiz! Bir gün mutlaka yeneceğiz!
Bunu söyleyeceğiz bin defa!
Sonra bin defa daha, sonra bin defa daha, çoğaltacağız marşlarla
Ben ve sevgilim ve arkadaşlar yürüyeceğiz bulvarda
Yürüyeceğiz yeniden yaratılmanın coşkusuyla
Yürüyeceğiz çoğala çoğala
Comments