top of page

5 Haziran DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ

DÜNYA DEĞİŞİYOR DOSTLARIM

çocuklar dünyayı alacak elimizden

ölümsüz ağaçlar dikecekler…

Nazım Hikmet Ran

*

Uzun zamandır dünya çapında devam eden corona pandemi sebebiyle evlerimize kapandık. Bizim gibi birbirlerine sarılarak sevgi göstermeye alışık Türk halkı bile artık kimse kimseyle sarılmıyor tokalaşmıyor.

Marketten alınan her şey iyice yıkanıyor. Ellerimizde kolonyalı mendil veya kolonya devamlı ellerimizi dezenfekte etmeye çalıştık. Bir çok genç insan hastanelerde yaşam savaşı verirken diğer taraftan sosyal medyayı açar açmaz bir çok vefat haberi ile karşılaştık. İşin kötüsü normal hastalıklar ile ilgili artık insanlar korkularından doktora gitmeye korktukları için belki pandeminden değilse de normal hastalıklardan tedavi olamadığı için hayatını kaybetti. Şimdi tam pandemi bitti mi derken halen hastalığın bitmediğine dair haberlerin yanısıra bu kez yine bir başka hastalık maymun çiçeği virüsüne dair haberler yayılmaya başladı.

Aşılandık, aşılanıyoruz diyenler diğer taraftan aşıya karşı çıkanlar herkes bir panik halinde yaşarken, diğer taraftan pandeminin sebebi üzerinde bir çok kişi fikir ileri sürerken aslında şöyle bir etrafımıza baktığımız zaman sanki biraz da doğanın intikamı gibi değil mi?

Doğayı talan ettik Ormanları kestik, fabrikaların bacalarından havaya zehir soluduk. Altın uğruna toprağı siyanürle zehirledik. Biraz daha para kazanmak uğruna çok katlı ama çürük binalar yaptık.


Albert Einstein “Tarımı ihmal eden ülke intihar ediyor demektir. Gelişmiş ülkenin semalarında ne kadar çok uçağın uçtuğu değil, ne kadar çok arının uçtuğu önemlidir. Eğer arılar ölürse sonraki yıllarda insanlar da ölür.” derken aslında gözünü para hırsı bürüyen tüm insanları ne güzel uyarmıştı. dinledik mi hayır. Her gün dünyayı talan etmeye devam ettik. Tarımı ihmal ettik dünyanın her tarafında dikilen gökdelenlerle hem havanın hem de toprağının canına okuduk. İnsanlar kendi oksijen kaynaklarını yaşam alanlarını yok ediyor.

"Biz büyüdük kirlendi dünya" Murathan Mungan bestelenen şiirinde dünyayı nasıl da kirlettiğimizi aslında ne güzel anlatıyordu.

Hala kirlenmemiş, çocuklar ve çocuk masumiyetini yüreğinde taşıyan mücadeleci insanlar kurtaracak bu dünyayı.

Dr. Guy McPherson; "Ekonominin doğadan daha önemli olduğunu düşünenler, para sayarken nefes tutmayı denesin." demiştir. Para sayarken değil ama artık ne yazık ki yaşamak için nefesimizi tutmayı insanların birbirine dokunmadan sanal bir dünyada yaşamaya başlamasını öğreniyoruz.

İnsanların aslında yeniden öğrenmesi gereken belki de doğal olmak, samimi ve sevecen olmak. Ne çok değerli insanı, güzel şeyleri kaybettik hala kaybediyoruz. Birçok güzel insan atına binip sonsuzluğa gidiyor. Biz her zaman olduğu gibi yaşarken değerini bilmediğimiz o değerli insanları yitirdikten sonra arkalarından ah vah ediyoruz. Belki de artık şöyle bir düşünüp kendimize çevremize ellerimizle olmasa da yüreğimizle sımsıkı sarılmalı ve kıymetlerini bilmeliyiz.

Hayatta bir şeyler zor geldiği yorulduğum zaman kendimi ve ruhumu şımartmak için sevdiklerimle zaman geçirmeye ve sevdiğim kitaplara sarılıp o satırlarla mutlu olmayı seçerim. Hepimizin dayanma sınırları zorlanıyor.

Beni çok etkileyen Zülfü Livaneli’nin “Son Ada” isimli kitabını okumuşsunuzdur. Ada da uyum halinde yaşayan insanlarla martılar arasında anlamsız bir şekilde martıların öldürülmesi kararı alınması ve bu süreçten sonra yaşananlar. O güzelim ada bir kabusa dönüşür. Yazarın da dediği gibi '' ekolojik dengeyle oynamak her zaman felaket getirir!'' .

Sait Faik “Son Kuşlar “ isimli kitabında “Kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı.” , “"Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak.", “Saygı duymadık da ne oldu? Dünyayı birbirine kattık işte... Sofralarımızı, kapılarımızı, gönlümüzü kapadık. Kapadık da ne ettik? Dünyayı birbirine kattık.” diyerek doğaya verdiğimiz zararları anlatır.

Peki dünya nereye gidiyor?

Haberlere bakıyoruz

- Deprem

- Yağmur, sel, su taşkını

- Orman yangını

- Kirlenen nehirler denizler

- Kesilen ağaçlar, yok olan ormanlar

- İmara açılan doğal sit alanları

- Kentsel dönüşüm kapsamında yükselen gökdelenler

- İmar kirliliği, doğa katliamı ve çevre kirliliği

- Elimizden ne gelirse yapıyor para kazanma hırsı ile her şeyi bozup yok ediyoruz. Oysa bir tane daha dünya yok.

Çocukluğumuzda izlediğimiz western filmlerinde Beyazlar iyi, Kızılderililer kötü olarak tanıtılır. Oysa büyüdükçe aslında kötü olanın Kızılderililer değil onların elinden toprakları alan kendi topraklarında onları köle yapan beyazlar olduğunu anlıyor insan.

Kızılderililer demişken “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.“ demişti Kızılderili lider.

Diğer yandan internette “Şef Seattle, Kızılderili lider ‘in Amerikan Başkanına Gönderdiği Mektup” olarak yayınlanan yazı aslında Ted Perry’e aittir. 22 Nisan 1970 günü Austin’de Teksas Üniversitesi’nde genç bir film profesörü olan Ted Perry, ilk Dünya Günü kutlamaları için kampüste düzenlenen bir kutlamaya katılır. Burada, bir akademisyen olan William Arrowsmith, Şef Seattle’ın, topraklarını satın almak isteyen dönemin yerel yöneticilerine yönelik yaptığı dokunaklı bir konuşmasını okur. Perry, Şef Seattle’ın sözlerinden çok etkilenir. Kısa zaman sonra The Southern Baptist Convention’ın Radyo ve Televizyon Komisyonu, kendisinden çevre kirliliği ile ilgili bir belgesel filmin senaryosunu yazmasını istediğinde, Perry insanları çevresel yıkıma karşı uyarmak için Şef Seattle’ın konuşmasının hayalî bir versiyonunu yazmaya karar verir. Perry bu hayalî versiyonu yazarken Seattle’ın yapmış olduğu konuşmadan bazı sözleri ödünç alır ama bunları vermek istediği yeni mesajı daha da vurgulamak için kullanır. Uzun olan konuşmasında şöyle seslenir:


Washington'daki büyük şef topraklarımızı almak istediği konusunda sözünü göndermiş. Büyük şef aynı zamanda dostluk ve iyi niyet sözlerini göndermiş. Bu çok nazik bir hareket. Çünkü karşılık olarak bizim dostluğumuza çok az ihtiyacı var. Ama biz teklifini düşüneceğiz. Çünkü biliyoruz ki, eğer satmazsak beyaz adam silahlarla gelip toprağımızı alabilir. Gökyüzünü, toprağın ısısını nasıl alıp satabilirsiniz? Bu fikir bize garip gelir.

Eğer biz havanın tazeliğine ve suların parıltısına sahip değilsek, onları nasıl satın alabilirsiniz? Bu dünyanın her parçası benim insanlarım için kutsaldır. Her parlayan çam iğnesi, bütün kumlu sahiller, karanlık ormanlardaki sis, her açık alan, vızıldayan böcek, halkımın deneyim ve anılarında kutsaldır. Ağaçların gövdelerinden akan sular Kızılderililerin anılarını taşır.


Beyaz adamın ölüleri yıldızlar arasında yürümeye gittiklerinde, doğdukları ülkeyi unuturlar. Bizim ölülerimiz bu güzel dünyayı asla unutmazlar. Çünkü o Kızılderili'nin anasıdır. Biz dünyanın parçasıyız ve o da bizim parçamız. Güzel kokan çiçekler bizim kız kardeşlerimizdir; geyik, at, büyük kartal, bunlarsa bizim erkek kardeşlerimiz, kayalık tepeler, çayırlardaki ıslaklık, tayın vücut ısısı ve adam, hepsi aynı aileye aittir. Öyleyse, Washington'daki büyük şef toprağımızı almak isteyince bizden çok şey istiyor.


Büyük şef bize rahatça yaşayabileceğimiz bir yer ayıracağını söylüyor. O bizim babamız ve biz de onun çocukları olacağız. Öyleyse, toprağımızı alma teklifini düşüneceğiz, ama bu kolay olmayacak. Çünkü bu toprak bizim için kutsaldır. Dereler ve nehirlerden akan, parıldayan sular, sadece su değil ama atalarımızın kanlarıdır. Eğer size toprak satarsak, onun kutsal olduğunu hatırlamalısınız, ve çocuklarınıza da onun kutsal olduğunu öğretmelisiniz. Göllerin berrak suyundaki her hayali yansıma, halkımın yaşamından anılar ve olaylar anlatır. Suyun mırıltısı babamın babasının sesidir. Nehirler erkek kardeşlerimizdir, susuzluğumuzu giderdiler, nehirler kanolarımızı taşırlar ve çocuklarımızı beslerler. Eğer size toprağımızı satarsak, hatırlamalısınız ve çocuklarınıza öğretmelisiniz ki nehirler bizim kardeşlerimizdir ve sizin de; bundan dolayı nehirlere herhangi bir kardeşe göstereceğiniz kibarlığı göstermelisiniz.


Kızılderili her zaman ilerleyen beyaz adam önünde geri çekilmiştir. Dağlardaki sisin sabah güneşi önünde kaçışı gibi. Ama babalarımızın külleri kutsaldır. Mezarları kutsal topraklardır ve bu tepeler, ağaçlar, dünyanın bu parçası bize sunulmuştur. Beyaz adamın bizim adetlerimizi anlamadığını biliyoruz. Toprağın bir parçası diğeri ile aynı onun için, çünkü geze gelip topraktan ihtiyacı olanı alıp giden bir yabancıdır o.


Dünya onun kardeşi değil ama düşmanıdır ve onu fethetti mi ilerlemeye devam eder. Babalarının mezarlarını geride bırakır ve aldırmaz. Çocuklardan dünyayı kaçırır. Aldırmaz. Babalarının mezarları ve çocuklarının hakları unutulmuştur. Annesi dünyaya ve kardeşi göğe, satın alınan, yağma edilen, koyunlara ya da parlak boncuklar gibi değişilen birer malmış gibi davranır, iştahı dünyayı yiyip bitirecek ve geride sadece bir çöl bırakacaktır.


Bilmiyorum bizim yollarımız sizinkilerden farklı. Sizin şehirlerinizin görünümü Kızılderili'nin gözlerine acı verir. Ama bu belki de Kızılderili vahşi olduğundan ve anlamadığındandır. Beyaz adamların şehirlerinde sakin yer yoktur. Baharda yaprakların açılışını ya da böceklerin kanat vuruşlarını duyacak yer yoktur. Ama bu belki de benim vahşi olmamdan ve anlamadığımdandır. İnsan bir kuşun yalnız ağlayışını veya su birikintisi etrafında tartışan kurbağaların seslerini duymazsa hayatın anlamı nedir? Bir Kızılderiliyim ve anlamam. Kızılderili su birikintisi üzerine vuran rüzgarın yumuşak sesini ve yağmurun temizlediği ya da çamın koku verdiği rüzgarın kokusunu yeğler.

Hava Kızılderili için değerlidir. Çünkü her şey aynı nefesi paylaşır. Hayvanlar, ağaç, adam, hepsi aynı nefesi paylaşır. Nefes aldığı hava, beyaz adamın dikkatini çekmiyor gibi. Günlerdir ölü bir adam gibi kötü kokuyla uyumuş. Ama eğer size toprağımızı satarsak, havanın bizim için değerli olduğunu hatırlamalısınız, çünkü hava, sağladığı tüm yaşamla aynı ruhu taşır.


Büyükbabamıza ilk nefes veren rüzgar, onun soluğunu da kabul edendir ve rüzgar çocuklarımıza yaşam ruhun da vermelidir ve eğer size toprağımızı satarsak, onu, beyaz adamın bile gidip çayırın çiçeklerinin tat verdiği rüzgarı tadabileceği bir yer olarak, ayrı ve kutsal tutmalısınız.


Ve toprağımızı alma teklifini düşüneceğiz. Eğer kabul etmeye karar verirsek bir şart koyacağım. Beyaz adam bu toprağın hayvanlarına kardeşleri gibi davranacak. Ben vahşiyim ve başka bir yoldan anlamam. Çayırlarda çürüyen binlerce bufalo gördüm, beyaz adamın geçen trenden vurup, bıraktığı. Ben vahşiyim ve dumanlı demir atın, bizim sadece canlı kalmak için öldürdüğümüz bufalodan nasıl daha önemli olabildiğini anlamıyorum.

Hayvanlar olmadan insan nedir? Eğer bütün hayvanlar bitse, insan, ruhun büyük yalnızlığından ölürdü. Çünkü hayvanlara ne olursa, insana da aynısı olur, kısa süre içinde. Her şey birbirine bağlıdır. Ayakları altındaki toprağın büyükbabalarımızın külleri olduğunu çocuklarınıza öğretmelisiniz. Böylece toprağa saygı duyarlar. Çocuklarınıza, toprağın akrabalarımızın yaşamlarıyla dolu olduğunu söyleyin.


Çocuklarınıza bizim çocuklarımıza öğrettiğimizi öğretin. Dünya annenizdir. Dünyaya ne olursa, dünyanın oğullarına da aynısı olur. Eğer insanlar yere tükürürse kendi üzerlerine tükürürler.

Bunu biliyoruz biz. Dünya insana ait değildir. İnsan dünyanındır. Bunu biliyoruz biz. Bütün her şey bir aileyi bağlayan kan gibi birbirine bağlıdır. Dünyaya ne olursa dünyanın oğullarına da o olur. Hayat ağını insan örmedi, o sadece bir lif onun içinde. Ağa ne yaparsa kendine yapar.

Dalgalar gibi.

Ama halkım için ayrılan bölgeye gitme teklifinizi düşüneceğiz. Sizden ayrı ve barış içinde yaşayacağız. Geri kalan günlerimizi nerede geçirdiğimiz çok az önemli. Çocuklarımız babalarının yenilgiyle aşağılandığını gördüler. Savaşçılarımız utanç duydu ve yenilgiden sonra günlerini aylaklık etmek ve vücutlarını tatlı yiyecekler ve sert içkilerle kirletmekle harcıyorlar. Kalan günlerimizi nerede geçirdiğimiz önemli değil. Çok değiller.

Birkaç saat, birkaç kış ve bu dünyada bir zamanlar yaşamış büyük kavimlerin veya şimdi ufak topluluklar halinde ormanda dolaşanların çocukları da kalmayacak. Bir zamanlar sizinkiler gibi güçlü ve umutlu olanların mezarlarında yas tutmak için. Ama niçin halkım geçip gidiyor diye yas tutayım ? Kavimleri insan yapar. O kadar. İnsanlar gelir ve gider. Denizin dalgaları gibi.

Tanrısı kendisiyle arkadaş gibi konuşan ve yürüyen beyaz adam bile bu ortak kaderden ayrı tutulamaz.


Hepimiz kardeş de olabiliriz. Göreceğiz. Bildiğim bir şey var ki, beyaz adam belki bir gün keşfeder. Tanrımız aynı tanrı. Şimdi sizin bizim toprağımıza sahip olmak istediğiniz gibi ona da sahip olduğunuzu düşünebilirsiniz. Ama olamazsınız. O insanın Tanrı'sı, ve şefkati Kızılderililer için de beyaz adam için de aynı. Bu dünya onun için değerli, ve dünyaya zarar vermek onun yaratıcısını küçümsemektir. Beyazlar da geçip gidecek. Belki bütün diğer kavimlerden önce. Yatağına pislik yığmaya devam et, bir gece kendi pisliğinde boğulacaksın.


Ama yok oluşunda, seni bu topraklara getiren ve özel bir nedenle sana bu toprak ve Kızılderili üzerinde hakimiyet veren Tanrı'nın gücüyle yakılmış olarak parlayacaksın. Bu son, bize bir sır, çünkü biz bufalolar katledildiğinde, vahşi atlar ehlileştirildiğinde, ormanın gizli köşeleri pek çok insanın kokusuyla dolduğunda, ve diri tepelerin görünümü konuşan tellerle lekelendiğinde anlamıyoruz. Çalılık nerede ? Gitmiş! Ve kıvrak taylarla av hayvanlarına elveda demek nedir ? Yaşamın sonu ve yaşamaya çalışmanın başlangıcı.


Öyleyse, toprağımızı alma teklifinizi düşüneceğiz. Kabul edersek, bu vadettiğimiz ayrılan bölge için olacak. Orada belki, kalan kısa günlerimizi dilediğimizce yaşayabiliriz. Bu dünyadan en son Kızılderili de yok olduğunda ve anası sadece çayırlar üzerinde hareket eden bir bulut iken, bu kıyılar ve ormanlar hala halkımın ruhunu muhafaza edecekler. Çünkü halkım bu dünyayı, yeni doğanın annesinin yürek atışını sevdiği gibi sever. Öyleyse, eğer toprağımızı satarsak, onu bizim sevdiğimiz gibi sevin. Onunla bizim ilgilendiğimiz gibi ilgilenin. Diyarın anısını onu aldığınızdaki gibi saklayın. Ve bütün gücünüzle, bütün aklınızla, bütün kalbinizle onu çocuklarınız için koruyun ve sevin. Tanrının hepimizi sevdiği gibi.

Bildiğimiz bir şey var. Tanrımız aynı Tanrı. Bu dünya onun için değerli. Beyaz adam bile bu ortak kaderden ayrı tutulamaz. Bütün bunlardan sonra, kardeş de olabiliriz. Göreceğiz.”

***

Corona ile evlere kapandığımız zaman sokaklarda betonların arasından fışkıran çiçekler otlar, şehre giren yaban hayvanları yani insan olmadan da doğa varlığını sürdürüyor hem de hiçbir sorun yaşamadan.

Çevreye doğaya, insana her türlü canlının yaşam hakkına saygı duyanlar doğa için mücadele etmekten yılmadan devam ediyorlar. Biliyorum bir şekilde bu pandemi bitecek bu arada bir çok değerli insan da atına binip sonsuz yolculuğa çıkacak.

Ancak kalanlar bu dünyaya sahip çıkacak mı? İnsanlığımızı unutacak mıyız? Betonlaşan dünyada insanların yürekleri de betonlaşıyor. Kimse kimseye selam vermiyor. Kimse gözleri ile yürekten gülmüyor. Herkes tamam çekiyorum diyen kameraya sahte bir gülücük fırlatıyor. Oysa bu dünyanın gülümseyen, gülümseten insanlara ihtiyacı var.

Bir avuç insan benlik duygusundan uzaklaşıp dünyayı güzelleştirmeye uğraşıyor. İşte o zaman yüreğime su serpiliyor. Daha her şey bitmedi. Hala güzel insanlar var biliyorum. Her şey güzel olacak. “Dünyayı güzellik kurtaracak.” demişti Dostoyevski Budala isimli romanında. İnanıyorum.

Adnan Yücel” Yeryüzü Aşkın Yüzü oluncaya Dek” isimli şiirinde “ Bu günlerden geriye/Bir yarına gidenler kalır/ bir de yarınlar için direnenler” diye seslenir.

*

Talan

Toprak Ananın bağrında

Yeşerince ağaçlar

Bayramlık gibi

Giyince dallar çiçekleri

Kuşlar yuvalandı

Şen ötüşleri ile

Doğa bayram yapıyordu.

Kalabalık konuşan adamlar

Hoyratça dalınca dağa

Koca dişli kazmalar

Bağrına atınca demir pençelerini

Koca Çınar son bir gayret

Kökleri ile sımsıkı tutundu

Toprağa

Hırlayarak boynunu vurdu testere

Gövdesi yarıldı

Düştü boylu boyunca

Bir ah duyuldu

Göz yaşları aktı toprağa

Kuşlar çığlık çığlığa ağıt yaktılar

Çiçekler hoyrat ayaklarda

Ezildi

Derelerin masmavi suları

Kıpkızıl toprağa kesti

Gökyüzü sürüp rüzgârı

Bulutlarını çekti

Toprağın bağrı çatladı

Taş gibi sessizlik

Kapladı ovayı yaylayı

Doğanın bin bir renkli korusu

Susmuştu

Hüznün sesinden başka ses duyulmaz oldu

Minik bir çocuk

Yüreğinden gülümseyerek

Bir fidan dikti

Umutla suladı

Toprak Ana fidana güç vermek için

Köklerinden sımsıkı sardı

Mavi kuşun kanadından

Bir tüy düştü

Korumak için üstünü örttü

Bir güvercin gagasında su taşıdı suladı

Yarınlara dair bir tohum boy verdi

Korkma dedi korkma

Aydınlık en karanlıktan doğar

Güneş ışıkları ile öptü

Aydınlattı sabahları

*

Yüreğiyle, kalemi ile varlığı ile dünyayı güzelleştirenlere selam olsun.

Semihat Karadağlı /09.05.2021

Güncelleme: 04.06.2022

Karikatür: Ercan Akyol

Zeytin Ağacı fotoğraf : Devrim Çelebi

199 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/683
bottom of page