top of page
1/2

Melekler Köyü-Arnavutköy

Güncelleme tarihi: 27 Nis

Nurten B. AKSOY

*


İstanbul koca bir metropol; her gün biraz daha kalabalıklaşan, ihanete uğrayan, trafiğiyle insanları çileden çıkaran, “mezar taşlarına” benzeyen gökdelenleriyle bir beton yığınına çevrilerek güzellikleri katledilen koca bir metropol… Bütün bu olumsuzluklara karşın yine de tüm dünyanın gözünü güzelliklerinden alamadığı bir geçkin güzel… İstanbul’u gezmenin her mevsim farklı bir güzelliği var, ama uzun tatil nedeniyle şehrin nispeten sakin olduğu, sarı, pembe ve kırmızının mavi ve yeşile karıştığı, yaz mevsiminin hala hükmünü sürdürdüğü, sonbaharın en güzel günleri olan şu günler gezmek için en uygun zamanlar…


İşte böylesi bir günde rotamızı Boğaz’a, Boğaz’ın incisi Arnavutköy’e çevirdik. Gelin bu tarihi ve gizemli semti birlikte gezelim… Beşiktaş’tan yola çıktığınızda Ortaköy’ü ve Kuruçeşme’yi geçtikten sonra tarihi yalıları ile sizi karşılayan Arnavutköy, sahildeki balık lokantaları, kafeleri ve bir baştan bir başa uzanan sahili ile hemen her mevsim Boğaz’ın keyfini çıkartabileceğiniz bir semt. Arnavutköy, sonradan eklenen kimi çirkin yapılardan nasibini alsa da tarihi evleri, merdivenli sokakları, parke taşı döşeli dar yolları, mimari zenginliği ve balkonlardan sarkan, kapı önlerini süsleyen rengarenk çiçekleri ile bir masal şehri kadar güzel.


Boğaziçi’nin Avrupa yakasında Beşiktaş ilçesinin sınırları içinde kalan, köklü ve tarihi yapısı ile ünlü olan bu mahallenin (Gaziosmanpaşa’nın bir beldesi olan Arnavutköy’le karıştırılmamalı) Kuruçeşme ile Bebek sahilinden tepelere doğru yükselen, arka sınırı Etiler ve Ulus’a kadar uzanır. Boğazın Anadolu yakasındaki Kandilli, Kanlıca ve Vaniköy semtleri gibi Arnavutköy de yalıları ve henüz betona yenik düşmemiş tepeleriyle otantik yapısını koruyan bir yerleşim yeridir.

İlkçağda çevresinde bulunan kireç ocaklarından dolayı adı Hestai olan Arnavutköy, Bizans döneminde Roma Konsülü Promotos’un bölgeye villa inşa ettirmesi üzerine Promotu, MS 6. yüzyıldan itibaren de Anaplus olarak adlandırılmış. Rivayete göre; büyüklü küçüklü çok sayıda kilise ve ayazmanın bulunduğu bölgeye Konstantinos tarafından yaptırıldığı söylenen ve Boğaziçi’ndeki önemli ibadet yerlerinden biri olan Ayios Mihael Kilisesinin yaptırılması ve Başmelek Mihael’in mozaik bir ikonasının da burada saklanması nedeniyle bölge Melekler Köyü diye de bilinirmiş.


Osmanlı döneminde idari yönden Galata Kadılığına bağlı olan, Cumhuriyet dönemindeyse Beşiktaş ilçesine bağlanan Arnavutköy, önceleri birkaç ayazması olan küçük bir Boğaz köyüyken İstanbul’un fethinden sonra çevreye yerleştirilen Arnavut asıllı yeniçerilerden dolayı Osmanlı döneminden beri Arnavutköy olarak anılmaya başlanmış.

Bizans döneminde üzüm bağları, Osmanlı dönemindeyse çileğiyle meşhur olan Arnavutköy’ün tepelerindeki koruların Osmanlı sultanlarının hasları olduğunu ve 16. Yüzyıldan sonra bağları ve bahçeleriyle bir mesire yeri olarak ünlendiğini yazar kaynaklar. 19. Yüzyılın ortalarına kadar nüfusunun çoğunluğunu Rum ve Musevilerin oluşturduğu; bakımlı, güzel, canlı bir Rum köyü olarak bilinen Arnavutköy, Osmanlının son dönemlerinde meyhaneleri ve eğlence yerleri dolayısıyla Küçük Beyoğlu olarak da adlandırılır. Sultan II. Mahmut döneminde Müslümanlar da buraya yerleştirilmeye başlanır. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Arnavutköy’den bahsederken “Ekmeğinin ve peksimetinin beyaz, Yahudilerinin zevk sahibi ve ehl-i saz, Rum Hıristiyanlarının kavmi-i Laz, Cemaat-i Müslimin'in ise gayet az” olduğunu yazar.



Ayazmaları, bağları, bahçeleri, koruluklar arasındaki köşkleri, sahil boyunca dizilen yalıları ile meşhur eski Arnavutköy’ün çehresi günümüzde tümüyle değişmiştir. 1960’lı yıllardan sonra Ortaköy’den Arnavutköy’e uzanan yol, çok dar olduğu ve ihtiyaca cevap veremediği için, önce deniz tarafındaki binaların büyük bölümü yıkılarak otobüslerin geçtiği yol sahil yolu haline getirilir. Bu sırada ahşap binalar yıktırılarak yerlerine beton binaların yapılmasına da başlanır. Bir dönem yangınlar, daha yakın dönemde yapılaşma ve betonlaşma ile mücadele eden semtin görünümü böylece hızla değişir 1980 sonrasında, sahil yolunun genişletilmesi sırasında denizin içinden geçirilen ‘kazıklı yol’ sayesindeyse yalılar da ‘yalı’ olmaktan çıkar.

Arnavutköy’ün doğal güzelliklerinin yanında en önemli güzelliklerinden biri de sahilde bir zamanlar eteklerini denizin okşadığı güzelim yalılar ile görkemli köşklerdir. İşte bu köşklerden biri; Arnavutköy yalılarının en büyüğü olan Ayvaz Paşazade yalısı (Ali Vafi Köşkü olarak da bilinir) ilk olarak Ermeni bir bankerden 1915 yılında Giritli Ali Vafi Bey tarafından satın alınır. İki büyük cihannüması ve onların da her iki yanında cihannümaların yavruları gibi duran iki küçük ışıklığı olan yalı Arnavutköy’ün en büyük yalısıdır. Yalının arkasında da Ali Vafi Korusu bulunur. 1919’da çıkan bir yangın sonucunda yanan yalı, 1980’li yıllarda aslına uygun olarak yeniden inşa edilir.


Arnavutköy Satış meydanında 1899 tarihlerinde inşa edilen kilisenin, 16. Yüzyılda zengin Rumlar tarafından iyileştirici gücü olduğuna inanılan baş melek Mikail’e ithaf edildiği bilinmektedir. Bizans döneminde bu kilise ile ilgili bilgiler olmasına rağmen, kilise üzerinde bu dönemi anlatan bir kitabe yoktur. Yapının birçok kez tahrip olduğu ve tamir edildiği bilinmektedir. Bugünkü kilise 1896-1899 tarihlerinde inşa edilmiştir. Yapının kitabesinde Muzuros Paşa tarafından yapıldığı okunmaktadır.

Arnavutköy semti sahil yolunda, polis karakolunun hemen yanında yer alan ve Osmanlı Döneminden kalan tarihi Tevfikiye Cami, “Arnavutköy Camii” veya “Akıntı Burnu Camii” olarak da bilinir. Mülkiyeti Vakıflar İdaresine ait olan ve mimarı bilinmeyen camiyi Sultan II. Mahmut’un (Henüz Müslüman halkın olmadığı semtte, kışlada bulunan Müslüman askerlerin ibadetlerini yerine getirebilmeleri için) oğlu Şehzade Tevfik adına yaptırdığı söylenir. Yapımına 1832 yılında başlanan camii 1838 yılında ibadete açılmıştır.


“İzzetabad Kasrı” ya da halk dilinde “Boyalı Köşk” olarak bilinen yapı, Sadrazam Safranbolulu Hacı Mehmed İzzet Paşa için 1791’de set üzerinde inşa edilir. Yedi yıl sonra yanan ve tekrar inşa edilen köşk, Sultan III. Selim ve II. Mahmut tarafından da kullanılır. Sultan Abdülmecid devrinde 1840’larda yıktırılıp, bu defa da Sultan II. Mahmut’un torunları Feride ve Seniye Hanım Sultanlar için tekrar inşa edilir. 1968’de satılan köşk, 1975’te yıktırılarak yerine Vezir Sitesi kurulmak istenir, ancak değişen Boğaziçi İmar Yasası buna izin vermez. 1989’da el değiştiren arsada 1992 yılında İzzetabad Kasrı yeniden inşa edilir ve ilk olarak 1791’de yapılan bu sade ve şık kasır, 1992’den bu yana Boğaz’daki görüntüsünü sürdürmeye devam eder.


Kısaca tarihinden söz ettiğimiz bu güzel semti gezmeye, sahilinde demli bir çay içerek ve boğazdan geçen gemileri, vapurları... izleyerek başlayın. Daha sonra sahili bırakıp ara sokaklara girin, dik yokuşlardan, merdivenli yollardan çıkarken karşınıza çıkan muhteşem ahşap köşkler, o köşklerin oyma süslemeleri, pencerelerinden sarkan rengarenk sardunyaları sizi bir rüya alemine götürecek. Belki de o ahşap evlerin birinden size gülümseyerek el sallayan Türkan Saylan'ın silüeti size el sallayacak... Hepinize iyi gezmeler...

83 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/682
bottom of page