top of page
Yazarın fotoğrafıNurten B. AKSOY

Sonbahar ve Heybeliada

Güncelleme tarihi: 16 Oca 2021


Sıcak yaz günlerinde İstanbul'un en güzel sayfiye ve tatil yörelerinden biri olan Adalar; sonbahar mevsiminde de bir başka güzel. Yeşilden sarıya, hatta kızıla dönen bir renk cümbüşü içinde Marmara'nın mavi sularına tepeden bakan ağaçları, bahçeleri ve köşkleriyle bir huzur alemi...


Boş sokakları, yokuşları ağır ağır çıkan faytonları ve etrafı saran sonbahar hüznü ile insana bir rüya aleminde olduğunu hissettiriyor âdeta. İşte bu adalardan biri, Heybeliada bugünkü güzergahımız...Sonbaharda veya güneşli bir kış gününde yolunuz Heybeli'ye düşerse belki mehtaba çıkamazsınız ama cennetten bir köşede olduğunuzu hissedersiniz mutlaka...

Adalar, Prens Adaları, İstanbul Adaları ya da Kızıl Adalar; İstanbul’un Anadolu Yakasının güney kıyılarının açıklarında, Marmara Denizinin kuzeydoğu kesiminde yer alan ve kısaca Adalar olarak anılan takımadalar büyüklü küçüklü 9 ada ve kıyıya yakın iki kayalıktan oluşur.


Aynı zamanda İstanbul ilinin bir ilçesini oluşturan Adaların beşinde (Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada ve Sedefadası) yerleşim vardır. Sivriada, Yassıada, Kaşık Adası ve Tavşan Adası’nda ise sürekli ve düzenli yerleşim bulunmamaktadır.


Adalara, “Prens Adaları” ismi, kimi kaynaklara göre Bizans döneminde soyluların, prenslerin, patriklerin hatta imparatorların sürgün yeri olarak kullanıldığı; kimi kaynaklara göre de, Bizans İmparatoru II. Justin’in 567 yılında Büyükada’da görkemli bir saray ve manastır yaptırdığı için verilmiştir. Eski devirlerde ulaşımın güç, kaçmanın ise adeta imkansız olduğu adalar, asıl ününü, din ve taht kavgalarıyla sarsılan Bizans’ın sürgün ve çile beldesi olarak kazanmıştır.


Anakaraya yakınlığı nedeniyle Kınalıada, sürgünlerde en çok tercih edilen yerdi. Özellikle 8. yüzyılda ve sonrasında gözden düşen din adamları, siyasal rakip olarak görülen saray mensupları, prensler, naipler hatta imparator ve imparatoriçeler, çok ağır işkenceler altında, gözlerine mil çekilerek adalara sürgün edilmişler, orada hayat boyu çile doldurmaya ya da ölüme terk edilmişlerdir.

Bizans İmparatoru IV. Romanus Dyojen, 1071 yılındaki Malazgirt Savaşında Selçukluların bozgununa uğradıktan sonra, ardılı VII. Mikhail Dukas tarafından gözlerine mil çektirilip Kınalıadadaki Metamorfoz (Başkalaşım) Manastırı’na sürgüne yollanmış ve 4 Ağustos 1072’de Kınalıada’da ölmüştü.


Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun Adaların trajik tarihini yorumlayışı ilginç ve çarpıcıdır:

"Adalar, pitoresk bir tabiat yapısı ile zengin tarih haralarına sahiptir. Her adımda yirmi asırlık bir tarihin izine rastlanır. Çam ormanlarıyla örtülmüş tepeleri, türlü kır çiçekleriyle bezenmiş vadileri, Marmara dalgalarının çırpındığı kıyıları, bir zamanlar buralarda taç ve tahtından mahrum edilmiş imparatorların işkenceler, mahrumiyetler altında ve korkunç bir sefalet içinde inleyip mahvolduklarına inandıramaz. insanı."


Karşıdan görünüşü bir “heybeye” benzediği için Heybeliada diye adlandırılan bu adanın kuşbakışı görünümü aslında bir serçenin profilini andırır. Çam ormanlarıyla kaplı adanın ikliminin özellikle tüberküloz diye bilinen verem hastalığına iyi geldiği 16. yüzyılda keşfedilince III. Mehmet döneminin (1595-1603), Osmanlıda İngiliz sefiri olan E. Borton, tüberküloza yakalandığında Heybeliada’ya gelmiştir. 1924 yılında Atatürk’ün emriyle açılan sanatoryumda “ince hastalığa” yakalanan nice insan şifa bulmuş, ancak sanatoryum 2005 yılında kapatılmıştır.

Adanın Kuzeybatısında Ümit Tepesinde bulunan ve 1844 yılında din adamı yetiştirmek için faaliyete geçen Heybeliada Ruhban Okulu, 1923 yılına kadar Yüksek Ortodoks Teoloji Okulu adını taşımış, daha sonra bulunduğu ada ile özdeşleşerek Heybeliada Ruhban Okulu olarak anılmaya başlamıştır.


1971’yılında Türkiyedeki tüm özel yüksek okulların devlet denetimine girmesi ile ilgili karar gereği, bu değişikliğe razı olmayan Fener Rum Patrikhanesinin karşı tutumu nedeniyle okulda teoloji eğitimi kaldırılmış, okul sadece lise düzeyinde eğitim vermeye devam etmiş ve 1971-1972 eğitim döneminde patrikhane tarafından tamamen kapatılmıştır.

1912-1944 yılları arasında Heybeliada’da yaşayan romancımız Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Ruhban Okulunun karşısında, adanın en güzel manzaralı tepesinde bulunan evi, bakımsız ve ihmal edilmiş bir müze ev olarak ziyaretçilere açıktı ancak şimdilerde restorasyon çalışmaları nedeniyle kapalı bulunmakta. Evdeki en ilginç objeler ise annesi ve teyzeleri arasında bir ev kızı edasıyla yetiştirilen yazarın kendi işlediği danteller, el işleri ve tabii ki yazdığı kitapları…


Bunun dışında İsmet İnönü ve ailesinin yazlık ev olarak kullandıkları ve Atatürk’ün hediye ettiği eşyalarla döşenmiş, asıl adı Mavromatakis Köşkü olan ev de İsmet İnönü’nün ailesi tarafından yönetilen İnönü Vakfı’na bağlı bir müze olarak ziyaret edilebilir. Ayrıca Heybeliada’da şimdilerde kapalı olan Deniz Lisesi, Hristos Manastırı, adanın en eski manastırı ve kilisesi olan Aya Triada, Süslü Mezar, Heybeliada Camii ile Aya Nikola Rum Ortodoks Kilisesi görülmeye değer yerler arasındadır.


Görseller: -Nurten B. AKSOY


152 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/702
bottom of page