top of page
Yazarın fotoğrafımaviADA

Corona-Covit 19 Sıkıntısı-IV

Güncelleme tarihi: 9 Ara 2020


79. GÜN


Gül ayını bitiriyor, Boz ayın kapılarını çalıyoruz. Yaşantımızda değişiklikler olmayınca birbirine benzer günlerin sıradanlığı sıkıntı kaynağımız oluyor. İlçe Halk Kitaplıklarının açılacağını duyunca içimi sevinç esintisi yalayıp geçti. Üzerimde kayıtlı iki kitapla İnci Aral düşüverdi usuma. “Kitaplıklar açılsa ne yapabilirim?” sorusuna takılıp kaldım. Gidip kitaplık ortamında kitapları izleyerek, dokunarak, koklayarak doyunmadıktan sonra yarım bir mutluluk olur sanırım. Kitaplıksız, kitaplığı kapalı ilçeleri, ilçeleri düşündüm; oralarda geçen sıkıntılı yıllarımı, kurulan kitaplıklara bağışladığım kitapların ilgisizlikten dağılıp gittiği süremlerin acısını yeniden duyumsadım. Kitap üzerine söylenen sözlerin ne denli gerçek, içten duyularak söylendiğini anladım. İnsanın sürdürümcüsü olduğu bir- iki derginin olması bile, değeri sıkıntıda bilinecek ayrıcalıkmış. Dergiler de olmasa postacılar, kargocular da çalmayacak kapımızı. Hapishaneye görüşmecinizin gelmesi duygusunu anımsatıyor duyabilene.


80. Gün

Hafta sonu yasağının sonuncusu olmasına umut yeniliyorum. Haziran başlarının ayrı bir sıkıntısı vardır yüreğimde. Birbiri ardına ölüm günleri gelir sevdiğim ozanların, yazarların. İçim yanar, içime dönük bir üzünçle sarmalanır tinim. Ölüm yaşamın doğal aşamalarından biridir ama yine de benimseyemiyor yazına, yazara, aydına duyarlı insanlar. Sevgili Orhan Kemal ustam on iki yaşımda “Sarhoşlar” öykü kitabıyla girmişti yaşamıma. Öylesine sevdim ki, bir lira bulup bir kitapçıya da düş gelirsem alırdım. Anamdan “ Eline para geçince karın doyurmaz kitaplara veriyor. Bir lira dört ekmek eder anam! Biz fıkare insanlarız, kitap bizim neyimize? Kur’an olsa neyise !” yakınmaları uslandırmadı beni. Varlık Yayınları’yla içli dışlı yaşadım ortaokul yıllarımı. Yaşamım boyunca da sevdim, okudum, yazılar yazdım, ilgimi azaltamadım, diri tuttum… Adı, acıma, üzünç, ayrımında olmadan yaşamı öğreten öğretmen olarak kaldı usumda. Yaşamımın ilk parasını da “Avare Yıllar” romanından sonra kazandım dersem öğretmenliğini sezdirmiş olurum sanıyorum.


Şiir ustalarımızdan Ahmet Arif, “Ant Dergisi” olmasa okuma daha geç düşecekti okuma çevrenime. “ Hasretinden Parangalar Eskittim” şiir kitabını yirmi dokuz kez aldım, arkadaşlarıma, öğrencilerime armağan ettim. Otuzuncu kitap yıllar önce armağan ettiğim öğrencimin bana armağanı olması bakımından da önemlidir. Sürgit sakalarım, saklayacağım da. Yarım yüzyıldır Ahmet Arif sözü geçen yazıları okumadan geçemiyorum. Genç yüreğimizdeki izi oldukça etkili olmuş demek ki!


81. GÜN

"Ant Dergisi” nin, 1964 sonrası Ahmet Arif’le Nazım Hikmet şiirinin yaygınlaşmasında çok önemli katkıları olmuştur. Öğrenci artırımlarımla siyah beyaz dergiden izlerken, çevremde ilk düşmanlarımı da oluşturduğumu 1967 Mart’ında öğrenebildim. Siyasetçilerin onlara çektirdiği çile yanında, bizlere verilen cezaların adı bile anılmazdı. Belleğe kazınması derin, kalıcı, tanıtıcı olmasının yanında ilgiyle izlenmesini de sağladı. Yaşamlarının her aşamasını inceden inceye bildiğimi sanırdım ama yetmiş bir yaşında daha bilmediklerimin olduğunu öğrendim. Öğrenmekle de bitmeyeceğini sezinliyorum.


1973 yılında Nevşehir-Kaymaklı Kasabası’nda onarımcı Bulgar Mustafa ustayla tanıştım. 1953 yılında Bulgaristan’dan göçle geldiğini söyler; işliğinde yalnız olduğumuzda Bulgarca- Türkçe olarak Nazım’dan şiirler okurdu. Bilsediğimden sormuştum iki ülke arasındaki yaşam ayrıcalıklarını. “ Ben geldiğimde orada gazyağı yakan ocak kullanıyordum. Burada iki taş çatıp tezek, çalı çırpı yakmayı öğrendim. Radyonun ve imamların yanıltmacasına kandık.” derdi. Kendisini, sözlerini unutmadım. Sözlerinin doğruluğunu sürekli sorguladım. Korona sıkıntısının yoğunlaştığı günlerde İnternet gazetelerinden inandırıcı olanında düş geldim “Nazım Hikmet’in Bulgaristan Gezileri” yazısına. Sorumun yanıtı oradaydı.


1951 sonrası Bulgar köylüleri Kolhozlara girmekte çekimse kalınca; dillerini, kültürlerini iyi bilen Nazım Hikmet çağrılmış iletişimi kolaylaştırmak için. Bulgar Hükümeti Kolhoza girmeyenlere ‘ Dilerlerse Türkiye’ye gidebileceklerini…’ söyleyip sınır kapılarını açarak izin vermiş. Yüz elli bin kişi kapılara yığılmış, uzun süren sıkıntılı diplomatik görüşmelerden, perişanlık içinde bekleyişten sonra Türkiye’ye girişleri 1953 yılına değin sürmüş. Mustafa Usta, onlardan birisiydi sanırım. O yıllarda Bulgaristan da Nazım’ın kitapları arka arkaya basılıp satılıyormuş. Bulgaristan Türklerinin çoğunluğu da Nazım Hikmet’i, şiirlerini biliyormuş.(Sol Gazete. 03 Haziran 2020.). Biz çocuktuk ama yaşlanınca da olsa öğrendik. Geçmişimizde de ne korkunç düşünce virüsleriyle savaşmış aydınlarımız. Yeniden araştırmak, yeniden öğrenmek, sıkıntılı günlerde de güzel geliyor insan olana.


82. Gün:

Virüs önlemlerinde gevşetme başlayacağı sezdirilmekle kalmadı, birçok alanlarda da başladı. Sıkılan insanlarımız sakınca geçmiş duygusuna kapılıp maskeyi, sosyal aralığı, sokak yaşamının önerilen inceliklerini yok sayan davranışlar sergileyince üzüntü duydum. ‘ Biz seksen iki gündür bu sıkıntıları, siz sorumsuz davranasınız diye mi çektik?..’ Yaşlıyız, çoğumuzun da sakalı var ya sözümüz dinlenmiyor. Sakal dedik de Oruç Arıoba’nın uçmağa durduğunu unutmadım. Adını şiirleriyle belleğime yazdım, çok sonraları da özbilginci (felsefeci) yönünü tanımakla mutlanmıştım. Güzellikleriyle de anmayı sürdüreceğim.


83. Gün:

Sosyal paylaşım duvarlarında bugün herkes çevreci. Konuda araştırma, deneme yazılarımla değinmeler yaptım. İçimde koruna sıkıntısına benzer sıkıntı hiç eksilmedi. Doğayı koruma duyarsızlığımızdan yakınmadan öteye gidemiyoruz. Yıllar önce değerli yazarımız Latife Tekin’in çevre duyarlılığı izlekli yapıtlarını değerlendirirken dilendirmişti.” Çevreyi korumayı öne çıkarıyoruz da ülke topraklarının mülkiyet haklarının korunmasında duyarsız kalıyoruz. Ülkemiz topraklarının tümü bizim mi? Yabancılara satılan toprakları çevreci enteller bilmiyor mu?” sorusunu sormuştum. “ Orası bizimim işimiz değil, siyasilerin işidir.” Aynı sorumu sormayı sürdürüyorum. Gerisi “çevrecilik modası”oluyor, Haziran’ın ilk haftasında parlayıp sönüyor. Yine yangınlar, hesler, resler, termikler, termaller, talanlar, madenciler destanı işte. Virüsü bireysel ve dünya geneli korunma çabalarıyla yeneceğimize inanıyorum da başka virüsler nasıl yenilecek?


84. Gün

Biz 65+ için izinli günümüz. Sıcakta nereye gidebiliriz ki, en yakın market, manav dolaşıp mutfak eksiklerini tamamladık. Aldıklarımızın ederinden yakınmıyorum, üreticinin durumu ortada. Küçük Menderes Ovasının patates tarlaları gökyüzüne bakıp sıcakta kavrulmamak için tanrılarına yakarıyorlar. Yenileri bilmiyorum ama eski mahalle bekçileri izine ayrılınca bile düdüğü alır mahallesine gelirmiş. Biz alt gelir kümesi tiritleri de öyle, ivedi evlere sığınıp düşünmeye, kaşınmaya, bitiremediğimiz çocukluğumuzu anımsamaya başladık.


Virüslü, salgınlı günlerden uzaklaşıp altı yaşına, günlerce karın ağrısı çektiğim, adını şimdi de bilemediğim sayrılık günlerime gittim. Gün boyu, geceleri birkaç kez yineleyen sancılara dayancım kalmayınca ağıda vururdum kendimi. Ebem bildiği tüm yöntemleri dener, umarsız kalınca kına, eşek b..ku suyu bile içirirdi. Ter, ağıt, sıkıntı içinde çığlıklandığım kuşlukta;


“Şahin Emmin taa geceden Ağzıkarahan Köyü’ne gitti. Sana Hamaylı yazdırıp gelecek. Kara İmam Hamaylıyı yazmaya başlayınca karın ağrıların şip diye geçecek.” Köyün dükkânlarından, bildik evlerden İngiliz Tuzu ( Karbonat-Yemek Sodası) arandı ama bulunamadı. Akşam karanlığında emmim Hamaylıyla döndü, otuz lira almış Kara İmam. Hamaylı işe yaramayınca kara eşeğe sarıp ilçenin yolunu tuttu babam. İlçeye girişte solda, evinde tanı koyan doktor 2,5 lira aldı. Eczası Vasıf Dede’ de (Vasıf Otyam) 7,5 liralık ilaç verdi. İkindi serinliğinden gecenin yarısına kadar çul gibi sarılı döndüm doktordan ama kurtuldum. Otuz lira boşa gitti, on liraya yaşama dönüp günümüze geldim. Tatsız anı nereden düştü usuma bilmem, bildiğim hayvanlarımız, insanlarımız, bitkilerimiz, iki köy öteden gelen dereden su gereksinimimizi karşılardık. Yılda birkaç kez de kıran gelirdi.

Facebook duvarındaki paylaşımı okuyunca anımsadım sanırım. “ Derin, bilgili, kudretli hocalardan Korona ‘dan korunma muskaları. Sadece 49,50 TL. Çoklu isteklerde kargo ücreti bizden” duyurusuydu. “Yüz lira verip iki muska alsak, korunma ve yasak sıkıntısından kurtulsak mı?” düşüncesine takılıyorum. 1955-2020 arası nereye takıldık kaldık? (Z) kuşağı gençlerimize, aydınımsılarımıza sormak mı gerekir?


85. Gün:

Büyük-küçükbaş hayvanlara gelen merada otlama vergisine çok gülmüştüm. Dün torba yasalar içinde çıkan bir yasa ile ülkemde yaşayan her yurttaştan 90 TL. Vatandaşlık vergisi alınacağını öğrendim. Ülkem adına sevindim yeni vergi sorumluluğumdan. Bir katkımız olur sevgili ülkemize(!). Fitreyi, zekâtı, davulcu bahşişini, cuma çıkışında konulan bağış tepsilerini görmezden gelir, yılda bir kez devletimize destek oluruz. Bilmek istediğim ülkemizde yaşadığı söylenen 83 milyon vergi yükümlüsü içinde Balkan halkları, Suriyeli göçmenler, Afganlı muhacirler, İranlı kaçak işçiler, Pakistan, Hindistan, Bangladeş kaynaklı yerlerden yasal boşluklardan yararlanarak gelenlerden de alınacak mı 90 TL.? Ülkemizde kayıt dışı dolaşan insan sayısını araştırıp bilen var mı? Yoksa onların yükünü de biz mi çekeceğiz? Uzun yıllardır Ergenekon, Balyoz, Silivri, Fetö-PYD tutuklamalarına, duruşmalarına, sonuçlarına değer verip sağlıklı bilgiler veren Sayın Müzeyesser Yıldız, İsmail Dükal’in tutuklanmasına takılıp kaldım. Müyesser Yıldız ki fetö- pyd haberlerinde uzmanlaşmış, gerçeğin üzerine üzerine giden gazetecimizdi. Fetö-pyd saklılarına nasıl yardım- yataklık yapabilir? Korona-19 bulanıklının sıkıntısında daha da sıkıntılı geldi bana. Diske bağlı Emekli Sen basın bildirisi okuyor 65+ yasaklarının kalkması için. Gelişmeler nasıl okur bilinmez ama sıkıldığımızın somutluğu da ortada. Korona-19 korunmalarının yükü salt gençlere, umut kesilen yaşlılara yüklenmesin derim. Umarım eylemlerinden dolayı 3150 TL. ceza ile ödüllendirilmezler. Aylıkları cezalarını ödemez!


86. Gün:

Kurul topladı iletisine sevindim. Gençlerle yaşlılara sakıncasız bir kolaylık sağlarlar mı bilemiyorum. Asıl gündem “ Yaz döneminde yapılacak düğünle, nişanlar, toplu yemekler, kutlamalar…” olsa gerek. Dayançla bekliyorum gelişmeyi. Akşamın boğuntulu sıkıntısında aldım iletiyi. Sabah 10.00-20.00 arası maske ve sosyal aralık kuralına uymak, kalabalıklardan kaçınmak koşuluyla özgürüz. Asıl sevindiği torunlarıma uygulanan kısıtlamanın kalkması oldu. Genç, büyüyen, tüketen enerji dolu gençlerin evlerde tutulması anne baba için hiç de kolay olmadı. LGS, YKS sınavına odaklanama, ısınma olması bakımından yaralı olacağı kanısındayım.

Sanki Korona-19 sıkıntımız bitmişçesine yapay bir gündem yaratılıyor; “Ayasofya toplu ibadete açılsın/ açılmasın…” tartışıyoruz. Virüse, işsizliği, sıkışık ülke ekonomisine yararı olacaksa açılsın, halkımız de görsün kaç kişi katılacağını. Sanki ülkemizin tüm camileri, mescitler dolup taşmış da Ayasofya kalmış gibi. Amaç cami açılması mı, bulanık suda oy avlamak mı? Yapay gündenmelerden de virüs sıkıntısı denli sıkıldık artık. Özgürce soluklanıp virüssüz günlere ulaşmak için etkilenen her yurttaşımıza kalıcılık dileyerek sonluyorum yazımı.


Ödemiş; 10 Haziran 2020

28 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page