top of page
Yazarın fotoğrafıNiyazi UYAR

MONA LİSA'NIN KASABADAKİ TEZAHÜRÜ

Güncelleme tarihi: 6 Ara 2020


Niyazi UYAR / ÖYKÜ



Da Vinci’nin yarattığı efsanevi tablosundaki Mona Lisa’ya benziyordu. Bu Anadolu kasabasında hiç kimse ne Mona Lisa’yı, ne de Da Vinci’yi bilmezdi. Birileri Mona Lisa tablosunun dünya çapında bir tablo olduğunu söylese fotoğrafını da gösterip değerinin milyar dolarla ifade edildiğini söylese, onlar da “hadi canım kuruş vermem” deyip çekip gider.


Mona Lisa’nın kasabadaki tezahürü kadının biri elinden tutup Beyoğlu’nda Yeşilçam sokağında bir yönetmenle tanıştırsaymış…

Kumral yüzüne kara gözleri öyle bir yakışmış, sanırsın Mona Lisa tablosunun Anadolu’daki hakikati işte bu.


Kimse gözlerinin içine bakamazdı, çelik gibi bakışlar, ne sıcak ne soğuktu. Kara gözlerin üstündeki kaşları Da Vinci çizmişti adeta. Çorak topraklarda kendiliğinden çıkan çiçekler vardır ya hani. Yer altında akıp giden içinde altını, gümüşü, elması oradan oraya taşıyan ırmaklar vardır ya hani, onlardan beslenip taçlandırıyordu güzelliğini sanki. Bu güzelliğin başka bir tarifi, başka bir açıklaması olamazdı herhalde.


Anadolu kasabasında biri ona dese:


“Sendeki güzellik kimde var, sendeki bu güzellik varken, ağası, paşası önünde secdeye gelir. Sende bu güzellik var, var olmasına var da sen bir paldımsıza varmışsın! Sen ki bu güzelliğin kadir kıymetini bilmeyen bir talihsizsin! Bu kasabada, salla pati, gaydırı gubbaklara paldımsız derler.


Paldımsız Rıza: Ne iş bulursa yapar, kendi işinden başka herkesin işinde çalışırdı. Çift sürmek, ekin ekmek, davar beslemek bir disiplin istediği için Rıza’nın yapabileceği bir şey değildi bu! Bir paket sigara alsınlar, bir bardak çay söylesinler yeterdi Rıza’ya! Bir de ona övgü dolu sözler söylesinler, hele bir de karnını doyursunlar, yemekte de ağzına layık bir şey varsa, kıçı ile kengeri yolar Rıza…

Anam böylelerine “kerevze köpek” derdi, başkasına bir çaya iş yapana, meccane çalışana. Anamın dediği gibi tam bir kerevze köpek, evinde yağ bardağı dökülse kaldırmaz, evde ne var yok, neye ihtiyaç var umurunda değildir. Mona Lisa gibi bir kadınla evlenmiş evlenmesine de adam olamamış.


Mona Lisa’nın kasabadaki tezahürü kadın, Cengiz Aytmatov’un ölümsüz eseri Al Yazmalım, Servi Boylumun Asya’sına ruh veren Türkan Sultan kadar güzeldi. Göğüslerini döven dolgun iki beleğe bağladığı kırmızı kurdeleler her daim saçlarındadır. Boyu posu, kaşı, gözü, endamı… bozkırın nadide çiçeği.


Mona Lisa’nın kasabadaki tezahürü kadın, bu dünyada cehennemi yaşıyordu. Aylar önce Rıza ile yatağını ayırmış, bundan sonra geceler yoldaşı, duvarlar sırdaşı olmuştur. Dökük sıvalarda oluşan değişik şekiller ona hikayeler yazdırmış, o her bir şekle yeni bir hikaye yazmış! Ne hikayeler, dünyayı kurtaran, dünyaya meydan okuyan hikayeler. Her hikayede kadınları bir araya getirip birey olmanın erdemi ile donatmış, erkek egemen toplumuna baş kaldırtıp bağımsızlıklarını kazandırmış...

Rıza ile yaşamak cehennemin öteki adıdır. Anadolu bozkırında bir kadın olarak karşı durmak, büyüklerine hayır demek… Zordur, hatta zordan ötedir. Ne derler.


“Kız kısmı, ataları ne derse, yerine getirmek mecburiyetindedir.” Bir de “kız kısmı” derler ya bu hayata baştan mağlubiyetle başlamaktır. “Ne bu canım” derler, çokbilmiş büyükleri eski köye yeni adet mi, getirecek bu kancık,” diyerek aşağılar; kadınlar daha bir vicdansızca aşağılar.

Demirden demir zincirleri kırmak zordur, kadınlar için zincirleri kırmak yüz sefer daha zordur. Mona Lisa’nın kasabadaki tezahürü kadın, savaş gazisi babanın mavzerini mühimmatı ile aldı, akşamdan hazırladığı bir zaman yetecek öteberiyi eşeğe yükledi, keçileri de önüne katıp gün doğarken evden çıkıp gitti. Evden çıkıp giderken hiç kimseye hiçbir şey söylemedi. Hatta o giderken, kimse odadan çıkmadı, ortalıkta görünmedi. Mona Lisa’nın kasabadaki tezahürü kadın devrime hazırlanan Che’nin kadın yoldaşları gibi ne yaptığını bilen bir kararlılıkla hareket ediyordu.


Savaş gazisi babası Şefik Usta, kızının yaşadıklarını görmüş, çaresizlik içinde sadece izlemişti. Ara ara kızının bekâret kuşağını bağlarken söyledikleri aklına gelince kendi ile hesaplaşıyor, affedemiyordu kendini bir türlü. “Böyle laf denir Şefik Usta” diyordu, ne demişti?

“Kızım baba evinden ak gelinlikle çıkıyorsun koca evinden ak kefeninle çıkarsın!”

Mona Lisa’nın kasabadaki tezahürü kadın, insanlardan uzak bir yerde kendine yeni bir yaşam, yeni bir dünya kurmuştu. Çevresi kızılçam ormanları ile çevrili bir alana kendine yetecek kadar bir barınak kurmuştu. Burada bir kadının bir başına kalmasını bırakın, bir erkeğin bile bir başına kalması cesaret isteyen bir şeydir. Gece oldu mu, değişik kuş sesleri, vahşi hayvan ulumaları ile insanın aklını başından alır.

Mona Lisa’nın kasabadaki tezahürü kadın, boyunlarında meresleri olan köpeklerinden izinsiz sinek bile uçamaz. Günler, aylar, yıllar böyle akıp giderken bu arada da keçilerinin sayısı gittikçe çoğalmıştır.


Da Vinci’nin tablosunun kasabadaki tezahürü kadın, Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’e destan yazdıran Türk kadının Kara Fatma’sı, Gördesli Makbule’si olup çıkmıştı. Orta Asya steplerinde at koşturan, avlaklarında av avlayan çekik gözlü hemcinslerini selamlıyordu

Rıza insan içine çıkamaz olmuştu. Eşi, ona hiçbir şey demeden alıp başını gitmiş, adam yerine koyup “şuraya gidiyorum,” dememişti. Anadolu bozkırında bir erkeği adam yerine koymamak, üstelik de eşi tarafından, yenilir yutulur bir şey değildir. Bu çok ağır bir cezadır, ölüm cezasından, ölmekten beter bir şeydir. Kadın alıp başını gitmiş dağları mesken tutmuştu kendine.


İntikam ateşi ile yanıp tutuşan Rıza, onlarca plan yapmış, sonra hiçbirini beğenmeyip vazgeçmişti. Kasabanın dalgacısı Muharrem:

“Ne oldu Veli, avratı gaçırmışsın, ne oldu oğlum hakından gelemedin mi?”

“Ben yanına bırakmam bunu Muharrem, hesabını sormazsam adam değilim!”

“Adam değilsin he, hadi bakalım, görcez turpun harman olduğu yeri, ak g… kara g… çıkacak meydana!”


“…”


Yalnız Dalgacı Muharrem değil, Kopil Hasan bile yerin dibine sokuyordu Rıza’yı!

“Irza ne olcak şimdi, galdın mı oğlum sap gibi ortada, ben hiç evlenemedim emme, sen elindekini gaçırdın, salaksın oğlum sen! Kasabayı aştın, yedi cihana şan oldun! Ama üzülme namın böyüdü oğlum, seni tanımayan gamadı!”


“…”


“Tabi sap gibi ortada galırsın oğlum, o senin dengin mi, sen benim gibi götten bacaklı kopil birisin, davulun dengi dengine olduğunu unutmayacaksın oğlum, bak bana, başım ırat, olmayacak duaya amin demiyom! Haha haha, şey havaya ağdı, sorut … sorut!”

“Töbe töbe, git benden bulma sabah sabah, şeytanından bul!”



Aynaya bakamaz olmuştu Rıza, ya kendi hayatına son verecek, ya da öldürecekti onu. Bu düşünce ile her gün onun Asmalca Kaşı’ndaki yurtluğuna gidip gelmeye başladı. Hemen her gün ona görünmeden planlar yapıyor, tanımaya çalışıyordu oraları.


Böyle böyle ay oldu, yıl oldu, öfkesi gün gittikçe büyüdü, kabına sığmaz oldu. Aynaya her bakışında kendi çapsızlığına bir kez daha şahit oluyor, bu çapsızlıkla en aşağılık planların onlarcası aklına geliyordu. Terk edilmek, adam yerine koyulmamak, kasabada alay konusu olmak… intikam ateşini büyüttükçe büyütüyordu. Öyle bir intikam alacak, yıllarca anlatılıp gidecekti.


Mona Lisa’nın kasabadaki tezahürü kadının mavzeri her daim yanındadır. Köpekleri bir dakika bile yalnız bırakmaz, adeta yakın koruması. Köpekler de besili mi besili: Asmalca’nın tavşanları, tilkileri, çakalları semirttikçe semirtmişti onları.


Rıza’nın bir başına intikam alması mümkün değildi artık. İçinde her gün büyüyen intikam ateşini söndürmek için tasarladığı en aşağılık planlarını devreye koyma zamanı gelmişti.


“Veli, Veli, Veli!”


Veli Rıza’nın çocukluk arkadaşıydı. Her türlü kopukluğu beraber yapmışlardı yıllarca. Kan kardeşim derlerdi; fakat öte yandan bir şey uğruna harcamaktan geri kalmazlardı birbirlerini. Şeref ve haysiyet laftadır onlar için.

“Ne oldu, Irza, ne diyon?”

“Aşşa gel bi, diyeceklerim va!”

“Ne oldu Irza, ne diyon?”

“Dinle deyip kafasındakileri bir bir anlattı Rıza!

“Bak oğlum pişman olma sonra, ne de olsa senin avradın!”

“Şimdi Veli ikimiz bu işi halledemeyiz, gel yanımıza İrfan’ı da alalım, kesin olarak halletmek istiyom çünkü!”

“Olsun olsun hallederiz, ben hallederim, bir uçanla kaçan kurtulur elimden; bi avradın hakından gelemicez mi oğlum? Bak tekrar sorem, sonra pişman olma!”

“Olmam olmam, artık benim avradım değil o, ne bok yediğini de bilmiyom! Ele güne karşı irezil etti, insanların yüzüne bakamaz oldum. Ben de onun namusunu iki paralık etcem! Etmezsem bana da Irza demesinler!”

“Sen bilirsin, anlaştık yarın erkenden Asmalca Kaşı’na gidiyoruz!”

“Tamam, söz, erkek sözü!”


“Erkek sözü!”


Mona Lisa’nın bozkırdaki tezahürü kadın, Asmalca Kaşın’da kendine bir yurtluk kurmuş, taştan ördüğü duvarlar kale gibi sapa sağlam. Köpeklerde de yaman bir dikkatle, dört bir yanı radar gibi tarıyordu. Keçiler için de damın yanına bir ağıl çevirmişti.

“Bak tekrar soruyom Irza sonra pişman olma!”

“Oğlum sen korkuyorsan irfan’a diyem!”

“Ne korkması, benden kabahat gitti, bir daha da sormayacağım!”



Gün doğmadan Asmalca Kaşı’na vardılar. Ortalık sessizdi, yalnızca ağustos böceklerinin, bir iki kuşun sesi geliyordu. Köpekler de görünürlerde yoktu. Mona Lisa’nın kasabadaki tezahürü kadın daha uyanmamıştı. Tıpırdamadan, ayaklarının ucuna basa basa yürüdüler. Öncelikle köpekleri bertaraf etmek için yanlarında getirdikleri zehirli ekmekleri yedirmek lazımdı. Önce koca kafalı, grili siyahlı köpek çıktı ortaya. Sonra ötekiler. Ekmekleri köpeklere fırlattılar. Köpekler hırlayarak ekmeklere doğru gitti. Önce kokladılar, sonra başlarını havaya kaldırıp havlamaya başladılar. Köpekler aynen Hınzır Paşa’nın haram sofrasının ikramını yemeyen Pir Sultan’ın itleri gibi zehirli ekmekleri yememişlerdi. Sonra sıra halinde damın kapısına varıp havlamaya başladılar. Bir tehlikeyi haber veriyorlardı kadına.

Tehlike vardı, hiçbir zaman böyle havlamamışlardı. Bu havlama öyle bir havlama değildi. Bu havlama yalvaran bir havlamaydı, bu havlama ağlayan bir havlamaydı.


Mona Lisa’nın kasabadaki tezahürü kadın yerinden kalktı, sakince giyindi, fişeklikleri kuşandı, mavzerini eline aldı, çelik bakışlar mıh gibi çakıldı gözbebeğine. Kara gözlerinin üstündeki keman kaşlar yay gibi gerildi, dişler birbirinin üstüne binmiş gacır gucur ses çıkarıyor sağa sola gidip geliyordu. Botlarını ayağına geçirdi sıkıca bağlayıp doğruldu. Gözlerini kapatıp bütün kadınlar adına, hakkını hukukunu bilmeyen kadınlar adına öfkesini yüklendi. Beyni, görevini yüreğine devrettikten sonra yavaşça kapıyı araladı ki kurşunların köpeklere doğru atılmaya başladığını gördü. “Kaçın” dedi köpeklerine, “saklanın” dedi. Boşluğu döven kurşunlar kızılçamlara doğru cuv cuv diye uçup gitti.


Tehlikeyi sezen köpekler damın siperine çekilmiş, öfke ile havlıyorlardı. Sonra birden bir sessizlik oldu. Mona Lisa’nın kasabadaki tezahürü kadın daha mavzerini ateşlememiş, bütün sakinliği ile ilk taarruzun geçmesini beklemişti. Sonra kapıdan yüz yüz elli metre ötede bulunan birine nişan alıp bastı tetiğe. Tek atışta birini saf dışı bırakmıştı bile. Vurulan Rıza’ydı.


”Yandım anam, vuruldum, vuruldum” diye inlemeye başlayınca, korku Veli’nin bütün bedenini esir aldı. Elini havaya kaldırdı, “teslim teslim deyip köpeklerin üstüne doğru koşmaya başladı. Bu sırada da tüfeğini köpeklere doğrultmuş, saldırırlarsa ateş ederim diye düşünüyordu herhalde. Köpekler Veli’nin gelişinin hayra alamet olmadığını sezmiş olacaklar ki havlamaya ona doğru koşmaya başladılar. Daha çok korkan, panikleyen Veli, rast gele ateşledi tüfeğini. Cuv cuv boşa gitmişti. Boşa giden kurşunlar köpeklerin öfkesini daha da büyüttü. O öfke ile üç dört metre mesafeden üstüne atıldılar Veli’nin. Anında yere yıkıp orasını burasını ısırmaya parçalamaya başladılar. Biri ayağına, biri boğazına, biri yüzüne gözüne biri orasına burasına...


Mona Lisa’nın kasabadaki tezahürü kadın yavaş adımlarla köpeklerine doğru ilerledi, “bırakın, tamam,” dedi. Sonra onları bir bir öptü. Köpekler Veli’yi tanınmayacak hale getirmişlerdi. Sonra ileride yaralı olarak yatan Rıza’ya doğru gitti. Rıza inliyor, bir taraftan da ağlıyordu. Yanına vardı, okkalı bir tükürükle yıkadı suratını.


“Sen dedi, tanıdığımdan daha aşağılık biriymişsin, sen adi, iğrenç bir yaratıksın, sen eşini kıskanmayan domuzdan daha şerefsizsin, sen… Öfkesini kontrol edemedi Rıza’nın suratına öyle bir şamar yapıştırdı ki Asmalca Kaşı, Metreslik Tepesi, çaydan öte yaka, maşallah çekti.

“Şimdi beni iyi dinle kan kaybından gebermezsen eğer, burada olanları kimseye anlatmazsın. Burada olan burada kalacak, birine söylersen mezarını kendine kazdırırım bilmiş ol!”

“Söz Allah billah söz, bir Allah’ın kuluna demeyeceğim!”

“Söylersen, köpek olur ulur; eşek olur anırır mısın?”

“Söz her şey olurum, söz!”


Mona Lisa’nın kasabadaki tezahürü kadın, köpekleri keçileriyle yıllarca yaşayıp gitti. O günden sonra hiç kimse onun huzurunu bozmaya yeltenmedi.


20.07.2020 Salihli

21 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page