top of page
Yazarın fotoğrafıNurten B. AKSOY

Nazım Hikmet'ten kardeşi Samiye’ye Mektuplar

Güncelleme tarihi: 18 Oca 2021


Aziz Nesin’in dediği gibi, dünyanın en iyi tanıdığı üç Türk’ten biri olan, Edebiyatımızın en büyük isimlerinden Nazım Hikmet’in yaşamının büyük kısmı takipler, soruşturmalar, asılsız suçlamalarla geçer. Bu suçlamalar nedeniyle 1933-1934 ve 1938-1950 yılları arasında tam 13 yılını hapiste geçirir.


1928 yılında çıkan genel af ile Moskova’dan Türkiye’ye dönüş yapan Nazım Hikmet, Resimli Ay dergisinde çalışmaya başlar. Bir sinemada müdürlük yapan babasının da yardımıyla kıt kanaat geçinmeye çalışırlar. Ancak 1932 yılında Nazım Hikmet’in babasının beklenmedik ölümü ile Nazımların ucu başına zor denk gelen geçimleri daha da zorlaşır. Bu nedenle tutumlu olmaları, ele güne karşı küçük düşmemeleri gerekir. “Düşman kazanmak hüner değildir. Kazandığın düşmana bir saniyecik bile boynun eğri olmayacak, ipin ucu onların eline geçti mi, ilmiğini boynunda bil.” der, Nazım o günlerde.


Oturdukları evden ayrılıp arazisi olan bir ev tutamaya karar verirler Hayvan besleyip, sebze yetiştirerek, aralarında iş bölümü yapacak, her birinin de üretkenliği olacaktır. Nazım, kız kardeşinin kocası Seyda’ya bir mektup yollayarak onu da yanlarına çağırır. Mektupta şöyle der: “Evladım Seyda; vaziyet malum. Bu vaziyet dahilinde her birimizin azami maddi, manevi fedakarlıklar yapmamız, maddi ve manevi sıkıntılara katlanmamız lazım. Artık bizim için bir zaman eğlence filan yasak. Bir papelin yüz papel kadar ehemmiyeti var kardeşim… Şefkati bize geldi. Sana burada 120 lira maaşla bir iş bulmuş. Bu hususta sana da yazacaktı. Zaten askerliğin yakın. Binaenaleyh buraya gelirsen çok iyi olur… Âzami tasarruf yapmaya mecburuz kardeşim…”


Aradıkları evi Erenköy’de bulurlar. Mithat Paşa’ya ait olan bu köşkün on dört dönüm arazisi vardır. Tam Nazım’ın arzuladığı nitelikte kirası da ucuzdur, sadece 50 lira… Göz alabildiğince uzanan yemyeşil bir alandaki parsellenmiş arazinin bir bölümü çamlık, diğer bölümü bağ ve sebzeliktir. Yedi odalı olan köşk ise gayet kullanışlıdır… Hemen kiralayıp odaları paylaşırlar. Altı yedi kişilerdir, Piraye de yanlarındadır. Henüz Nazım’la evli değillerdir ama evleneceklerdir.


Eli kolu sıvayıp işe girişirler Önce hep birlikte köşkü temizleyip bahçeye çeki düzen verirler. Ağaçların tümünü ilaçlarlar. Aralarında iş bölümü yaparlar. Mevcut paralarını ortaya koyup, ortaklaşa bir bütçe hazırlarlar. Giderler tek elden ve buradan yapılacaktır. İki koyun, otuz-kırk kadar tavuk satın alırlar. Sağılır inek de almaya karar verirler, bunların sayısını giderayak çoğaltacaklardır. Dam ve kümes tamamlanır. Uygun parsellere sebze fideleri dikilir. Asmalar yeniden elden geçirilir… Arzulu bir uğraş başlar. Gündüz çalışılır, geceleri çardağın altında fikir, sanat tartışmaları düzenlenir. Gökyüzü ışıklı, hava ılıktır. Çam, çimen, toprak kokusuyla dolu uçsuz bucaksız bir ormanın içinde gibidir…


Ne yazık ki üretime dayalı bu mutlu yaşam uzun sürmez. Bir gün polisler çıkagelir bağa. Her yanı didik didik ararlar, “Kolhoz kurdunuz değil mi” diyerek. Nazım’ı alıp götürürler. 1932 yılının son aylarına rastlayan tutuklamalar başlar. Nazım’la birlikte birçok kişi tutuklanır. Tutuklama nedeni; İstanbul’un caddelere bakan bazı duvarlarına yapıştırılan ihtilal bildirileridir. Bu arada bazı iş yerlerinde de Nazım’ın eserleri ele geçmiştir. Oysa o sıralarda Nazım’ın kitapları serbest satılmaktadır ve hiçbir eseri için herhangi bir tutuklama kararı yoktur…


Bu tutuklamalar üstüne Nazım’ın düşmanları saflarını sıklaştırırlar. Mahkeme kararlarını etkileyebilmek için kalemlerinin uçlarını yalan, dolan ve iftiranın kara mürekkebine daldırıp daldırıp çıkarırlar. İsimsiz, imzasız bildiriler dağıtırlar. Nazımların idamını isterler. Bu tutukluluk günlerinde Nazım’ın kardeşi Samiye’ye İstanbul ve Bursa hapishanesinden yolladığı mektuplar mahkemenin gidişatını, istenilen ve verilen cezayı; şairin özel durumunu tüm çıplaklığıyla yansıtır. İşte o mektuplardan birkaçı…


“Samuşum, Bu ayın 27’sinde mahkememiz başlıyor. Müstantik bey (sorgu hakimi) de kararnamesinde benim idam meselesini ileri sürüyor. Fakat kararnameyi çürütmek mahkemede güç olmayacak sanırım. Çünkü hiç alakadar olmadığım, bana ait olmayan suçlarla itham olunuyorum. Bu hususta Piraye’ye ayrıntılı bilgi verdim, ondan sorabilirsin. Şevket Süreyya ile Süreyya Paşa’yı, Karl Marks’ın eserleriyle benim üslubumu birbirine karıştırmışlar! Fikir hareketleri mecmualarını aldım. Teşekkürler… Nazım”


“Samiyem, Bursa’ya geleli bir hafta oluyor. Rahatım iyicedir. Burası bir hayli rutubetli olmasına rağmen çok şükür siyatik ağrılarım fazlalaşmadı. Bizim mahkeme için Bursa sorgu hakimliği de İstanbul’daki gibi adem-i selahiyet (yetkisizlik) kararı verdi. Şimdi mahkememizin İstanbul’da mı yoksa Bursa’da mı olacağına Temyiz Mahkemesi karar verecek. Tekrar İstanbul’a gelmemiz ihtimali var demektir. Ağabeyin Nazım Hikmet” 7 Haziran 1933


“Samuşçuğum, Bugün ikinci mahkemeden geldim. İki gündür sabahlı akşamlı mahkeme devam ediyor. Açıkça kanaatimi söylememi istersen, ben mahkemenin gidişatından hiç memnun değilim. Ömrümde bu kadar kanunsuz koşullar içinde cereyan eden bir mahkeme görmedim. Hani bu böyle giderse encamımız hayrola… Avukat cumartesi günü geliyor ve cumartesi günkü mahkememize çıkacak. Herhalde on beş yirmi güne kadar mahkeme bitecek… Bak mesela zabıt tutulmuyor, gıyapta şahit dinleniyor, hatta mahkemenin gizli olması talebini bile ne savcılık resmen bizim önümüzde istedi, ne de bu hususta bizim fikrimiz soruldu. Daha neler de neler…… Ağabeyin Nazım Hikmet” 28 İkinci Teşrin (Kasım)


“Biricik kardeşim, Dün müdafaaya gittik. İrfan Emin de bulundu. Güzel bir müdafaa yaptı. Karar ayın 31’ine yani Çarşamba gününe kaldı. Çarşamba günü dananın kuyruğu kopuyor demektir. Savcı cezamın dört seneden itibaren verilmesini istedi. İdam talebinin bu suretle yersizliği meydana çıkmış oldu. Hem bu seferki iddianamede vaktiyle aleyhimde delil olarak ileri sürülmüş olan şeylerin birçoklarının çürüklüğü meydana çıktığından işim çok hafifledi. Masumluğum ve suçsuzluğum ortaya çıkıyor. Biz müdafaada gayet haklı olarak beraatımızı istedik. Beraat eder, çarşamba günü, tam bu mektubu yazdığımdan 5 gün sonra hürriyetime kavuşurum inşallah… Ağabeyin Nazım


“Canım Kardeşim, Sana bu mektubu Bursa’dan yazıyorum yine. Fakat bu sefer demir parmaklıkların ardından değil, hudutsuz masmavi bir gök altında. Eve telefon etmişsin, bana telefon etsin demişsin. Fakat metelik olmadığı için telefon edemedim. Mektup yazmak için yine Bursa’ya gelmeyi ve kararı öğrenip sana öyle yazmayı istedim. Lakin maalesef karar yarın veriliyor. Sanırsam dört seneyi tasdik edecekler, işte o kadar… Hepinizi öyle göresim geldi ki hasret tak etti cana artık… Nazım”


29 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page