top of page

Cana Mektup

Güncelleme tarihi: 27 Ara 2020


“17 Ağustos 1999 Marmara depreminde kaybettiğim sevgili Nilgün'e”


Can Dostum,


Şimdi uzun yağmurlar başlar Yalova'da. Ardından kestane mevsimi. Kurtköy'e doğru göçmen kuşlar geçerken adamı deli eden bir bahar yürür dağlara:

Sonbahar...


Ve üç yıldır, o kent sonbahar kokar, Eylülde ayrılık kokar.


Eylül ayrılıklar mevsimiymiş.Ve hüzün... Eylül üşümek zamanıymış.


Bugün kızımı, hani senin cadı Armoş’u Ankara’ya uğurladım. ODTÜ’yü kazandı. Sosyoloji okuyacak. Sevinçli, heyecanlı ve şaşkın çekip gitti. Ben de bir o kadar şaşkın kalıverdim ardında. Ne çabuk geçti seneler, ne zaman büyüdü bu çocuk?

Hemen yanı başımda olurdun sen, ama bu kez yoksun.

Üşüdüm.Yalnızlık mı bu?

Aşk olsun be dostum, var mıydı böyle yalnız bırakıp gitmek birbirimizi? Hani, çocuklarımız gibi torunlarımızı da birlikte büyütecektik?


Nilis’in üniversiteyi kazandığını öğrendiğimiz günü hatırladım şimdi, sabahın beşiydi. Telefonla öğrenip seni aramıştım. Sonra da kahvaltıya gelmiştim. Aliye teyze coşkulu sohbetimize fazla kapıldığından olsa gerek, fırında unutmuştu ekmekleri. Yanık ekmek kokuları arasında telaşlı bir genç edasıyla nasıl da utangaçtı.Hala gençliğinin büyüleyici güzelliğini yansıtan çizgileriyle ne güzel bir kadındı Aliye Teyzem. Sevgi dolu kocaman bir yüreği, becerikli minik elleri vardı. Çevresindeki her şeyi güzelliklerle beziyordu. Tabloları, yağlıboya kumaş örtüleri, zarif dantelleri onun ruhundaki inceliği yansıtıyor; kültürlü, aydın, olgun kişiliğiyle bütünleşiyordu. Hepimiz için güvenli bir limandı onun sevgi ve şefkat dolu evi. Sırdaşımdı. Sık sık dertleşirdik onunla. Seni bile çekiştirdiğimiz olurdu.Sen ve Nilis onunla yaşam arasındaki en sıkı bağdınız. Ama yine de bazen kızardı size. Son zamanlarda sağlığı da iyi değildi. Kalbim tekliyor, demişti bir keresinde bana. İçim sızlamıştı. Benim de kalbim tekliyor sanmıştım bir an. Çok severdik birbirimizi çok . Ve annem kokardı Aliye Teyzem.


Nerede kalmıştık? Ha! Nilis’in üniversiteyi kazandığını öğrendiğimiz gün...

Nilis, mısır püskülü saçlı, kurabiye tatlısı, sevgi dolu güzel çocuk; Bursa’da okumak, sizden ayrı yaşamak pek zor gelmişti ona. Bursa’da arkadaşlarıyla paylaştığı ev iyi, rahat bir ev değildi. Ama asıl sorun sizin özleminizdi. Her fırsatta gelir, gitmek bilmezdi. Yalova’yı da özlüyordu kuşkusuz. Her biri ayrı ayrı değerli arkadaşlarından oluşan bir arkadaş çetesi(!) vardı ya. Eminim onları da çok özlüyordu. O da arkadaşları için bir tanecik Nilis’ti. Hepsinin dert ortağı ve grubun lideriydi .Nilis’in üniversiteyi kazandığı gün,dualarımız gerçekleşiyor, demiştin.

Hatırlıyor musun; üniversite sınavından iki ay kadar önceydi, 6 mayıs 1998'te beni aramıştın.“Bu gece Hıdrellez, bu gece insanlar dilek diler, şenlik ateşi yakarlar. Haydi biz de sahile inip dilek dileyelim.”demiştin. Seninle çocuklaşmaya hep hazırdım. Gecenin on biriydi ve hava soğuktu.Hemen giyinip sana gelmiştim. Koşarak sahile inmiş kumlara, üniversite adları yazıp, resimler çizip, dileklerimizi sıralamıştık. Daha önce ateş yakmış olan gruplara katılmış, ateşin üstünden atlayarak şenliği sürdürmüştük. O gece dileklerimiz gerçekleşti ama biz tadına doyamamıştık. Bir sene sonra Hıdrellez gecesinde biz yine sahilde bir şenlik ateşinin çevresinde çocuklar gibi özgürdük. Bize katılmış dostlarımızla içimizdeki çocukları salıvermiştik. O küçücük kentte , o soğuk rüzgarlı gecede yaşadığımız bir Hıdrellez değil bir dostluk şöleniydi sanki...bir veda.

Gece soğuktu, ama sıcaktı yüreklerimiz.

Ve ben senin o gece ne dilediğini hatırlıyorum.

“Bu yaz aşk istiyorum.”demiştin; ama beklemedin güzelim, daha yaz bitmemişti sen gittiğinde. Daha Eylül bile değildi. Ayrılık zamanına daha çok vardı.

O gece şenlikten sonra sizde kalmıştım.Aynı odada yatmıştık. “Liseli kızlar aşklarını anlatır böyle gecelerde, biz ne anlatacağız?” diye sormuştum. “Biz de lisedeki aşklarımızı anlatırız.”demiştin. sonra saatlerce anlatıp gülmüştük. Abartıp ilkokul aşklarına kadar inmiştik.Hani cuma akşamları çalıştığın Blue'e gelirdik. Haftanın yorgunluğunu atıp dostlarla hafiflediğimiz ne güzel akşamlardı değil mi? Sohbeti bırakıp çıkamazdık. Salonda gece temizliği başladığında ayaklarımızı altımıza alır otururduk ama yine de gitmezdik. Sabunlu su ne zaman gelecek, diye bir espri vardı aramızda.

Neyse ne diyordum?..

Nilis ’in... anla beni. Ağladığımı sanma. Mektubu bitirmekten korkar gibiyim. Akşam Blue’da yemeğe davet etmeni bekliyor olsam ya da gece kız kıza bara gitmek için sözleşebilsek, Aliye teyzemin mutfağından yanık kek kokularının yükseldiğine, Nilis’in bankacılar lokalinde çetesiyle kağıt oynadığına, senin o masum bakışlarınla, yüzünden hiç eksik etmediğin o tatlı gülümseyişle, başında kasketin altında bisikletinle hala o sahil kentinin sokaklarında dolaştığına bir inanabilsem! İşte o zaman mektubu bitirmekten korkmayacağım.


Cehennem gibi sıcaktı hava. Sıcaktan kavrulan kent toz içindeydi. Ekşi, acı, insanın genzini tutan bir koku, ölü kokusu soluyorduk.Gerçek olamayacak kadar acıydı yaşananlar,inanılmazdı. Bizler alabildiğine zavallı, alabildiğine çaresizdik. Dönüp arkamı gidecektim. Bu kötü şakayı hiç sevmemiştim, gidip unutacaktım her şeyi. Sana uğrayacak, anlatacak, gerekçelerimi sıralayacak, beni rahatlatacak birkaç söz etmeni bekleyecek , ama kesin gidecektim.

Keşke, sana gelmeden gitseydim. Keşke, Şenol YAZICI'nın dediği gibi düşünseydim; "Hak edilmiş bir ayrılıksa zaman ..." deyip öylece gitseydim. Gidemedim.

Eviniz yerinde yoktu. İki apartmanın arasındaki eviniz, sanki hiç olmamıştı. Beş katlı evin yerinde iki metre yükseklikte bir moloz yığını vardı.

Ve... Ah! Bir de Aliye Teyzemin elleriyle ördüğü dantel perdeler enkazın üstünde uçuşmasaydı!


Ağlayamadım.

O tadı, sizi her anımsadığımda bütün yüreğimi dolduran o tadı aldım bir. O unutulmaz tadı...Siz üç küçük unkurabiyesiydiniz. Öyle sıcak, taze ve tatlı.


Sizden sonra biz de ayrıldık o kentten.Ayrıldığımızda depremin dördüncü günüydü. Üşüyorum can dostum. Düşününce üşüyorum. Hakkın yoktu gibi geliyor bana, daha Eylül bile gelmemişti.


Ki, artık Eylüllere deli oluyorum.

17 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/684
bottom of page