top of page
Yazarın fotoğrafımaviADA

Ay Bu Aydı

Güncelleme tarihi: 15 Oca 2021


maviADA ANILAR

/

Uzun zamandır görüşememiştik. Depremden sonra bir kitap fuarındaki imza gününde bir araya gelebilmiştik ancak. Sonra, yaşam işte...

Bir dergi çıkarmaktan söz etmişti aradığında. İyi yazdığını bilsem de dergicilik başka, zor işti; ekip işiydi, para işiydi. Çok para. Holdinglerin ele geçirdiği bir alanda?... Hiç biri yoktu. Ama yapacaktı, kararlıydı. Sesi yılar önceki gibi devlere ve masallara tüm yüreğiyle inanan çocuk sesiydi. O AYdaki gibi.

"Kimlerlesin?" "KimseSiz... Gelirsen, birisi olacak", diyordu.

İyi de... Hepimiz kendi kafeslerimizi üretmiş, çoktan teslim olmuştuk. Biz uzun çayırlarda koştuğunu sanan soylu atlardık güya, ama gözündeki bağı çıkarmaya yürek yettiremeyen dolap beygirleri olmuştuk da, farkında değildik.


İlahi! Öldürüleceği dağ başları arayan dal gibi çocuklar mıydık artık ?

Tanıdığımda dal gibi bir çocuktu. Ankara'nın kurutmaya yemin ettiği bir dal... Ağladı ağlayacak çocuk yüzü bir anda değişir, fırtınalara girer çıkar, ardından yağmur sonrası açan gökyüzü gibi berrak ve iyi su verilmiş bir bıçak ucu gibi gibi bakan gözleriyle sarı gül olurdu. Zaman zemheriydi.. Biz acımasız kışların çocuklarıydık. Hiç bitmeyen, taşların bile bahar diye delirdiği kışların...

Şimdi düşünüyorum: Gerçekte kış bizdik.

Kim vurulmuştu, kaçıncı vurgundu, kimbilir? Yeşil parkalara sarılı, tam yıkanmamış cenazeleri yüreğimizden kaldırdığımız günlerdi... ve artık hüzün olmazsa delirirdik, hiç de doğal değildik.

Arkadaşlarını uğurlamış, polisten payına düşen dayağını yemiş, cüzdanını, eşyalarını kimbilir nerede yitirmiş, yürekleri korkudan deli, ama devlerle savaşmış, ama sağ kalmış küçük kahramanlar, bizler, soluklanma arası vermiştik.

Üç kişiydik. Onun başında kanayan, derin bir yara vardı. Kurtuluş parkı, bir gidecek yeri olmayan sevgililere, bir de Nazım'dan şiirler okuyan korkutmayan ayyaşlara kalmıştı. Küçük havuzun küflenmiş yeşil ötesi suyunda yüzmeye çırpınan tek ayaklı ördek, zaten oralıydı.

Caddelerin belleği yoktu. Çok sonraları ülkenin belleğinin zayıflığına bile şaşırmayacaktık. Biraz önce bir büyük ordunun, tam donanımlı polislerce tuzla buz edildiği cadde, her şeyi unutmuş, imrenilecek bir erinçle geceye hazırlanıyordu.

Ne kadar oturmuştuk...Yenildik, ama teslim olmadık, söylemlerimiz cop darbeleriyle sızlayan bedenlerimizce yadsınır olduğunda kalkmıştık. İncesu'nun ardında, gecekondu yüklü tepelerde inanılmaz bir ay, lacivert gökyüzünde büyüyordu.

Ne de olmazsa bir bahar kadar gençtik. Her bir şeyi unutur, dolunay izlerdik. O zamandı.

Anımsar mısın Şenol Yazıcı, mavi çamların arasından geçen yolda dikilmiştik? Kanayan başını, kaybolan cüzdanımı, yarın gidecek cenazelerimizi; yani ölüm ve hayata dair tüm bildiğimizi unutmuştuk. Bir çocuk masumuyeti ve inanmasıyla: "Bu AYda ölmek isterdim", demiştin.

Ay bu Aydı; yani Kasım. Yani dolunay.

Haklısın; As'lolan Yaşamaktır.

Unuttun mu sen yazmıştın?


Ölmek için ayda yanan dağ başları aramakta yokum bak. Ama tırmanacak düz duvarlara , ama arkadaş ıslıklarına... içimdeki o çocuk, dayanamıyor!... Düşünüyorum. Varım.

Ama bil, ama duvar da bilsin; kimse dal değil artık; dal gibi kim kaldı ki ? Bir ölenler... Tırmanamazsam bağışlayın. Kabul!

Duvar da kabul ederse, kabul; AY, BU AYDIR.. Yani Kasım.

*

KimseSİZ Dergisi, 1 sayı, 1 Kasım 2002

data:image/gif;base64,R0lGODlhAQABAPABAP///wAAACH5BAEKAAAALAAAAAABAAEAAAICRAEAOw==

kimseSİZ Dergisi, 1 sayı, 1 Kasım 2002


Derginin tamamını görmek,okumak isterseniz tıklayın...

17 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page