top of page

Bak Oğlum

Güncelleme tarihi: 9 Ara 2020


“Anaaaaa! Ben geldim!”

“………”


Tandır, kayıt, oturma odalarının kapılarını yokladı. Kilitliydi. Sol yanındaki helaya girip işedi. Avluda tavuklar bile dolaşmıyordu. “… Babam işinde, anam tarlada bahçede olmalı…’ düşüncesiyle bavulun yanına dikilip çevredeki evlerin önlerini gözledi. Bunaltan ceketi çıkarınca gördü yoğun toz kalıntılarını. Yakasından tutup arka arkaya silkeleyerek bavulun üzerine koydu. Gömlek yakasını gevşetip kravatı sıyırdı, silkeleyip ceketin yanına uzattı. Bedenindeki ağırlıktan sıkıldığından sağına soluna bakınırken duvarın deliğindeki tükenmek üzere olan sabunu görünce sevindi. ‘…Kestirmeden dereye inivermek en iyisi…’ düşüncesine sarılarak sabun parçasını alarak yürüdü.


Sıcağın yakıcılığından, iş süremi olmasından, daracık taş sokaklarda, meydanda kimseye düş gelmeden cami köprüsünden geçerek alışık olduğu ikinci akıntının kıyısındaki söğüt kümesine ulaştı. Akan suyun, gölgenin hoşluğunda kuytu bir yer bulup kendini suya attı. Sağ avucundaki sabun kirtiğini* akıntıda yitirmek istemiyordu. Sudan çıkıp kuytuda sabunlanarak akara atlamak hoşuna gitmişti. Arada pantolonunu, gömleğini, atletini silkeleyip otların üzerine serdi. Çorabını yıkayıp söğüt dalına asarak yeniden sabunlanarak akara atladığında sabunu kaçırdı ama üzülmedi. Serinlemesini yeterli görünce de ağırdan giyinmeye başladı. Yolda tozdan kirlenmesin düşüncesiyle ayakkabısını ıslak ıslak giyinip geldiği yerlerden eve yürüdü.

Avludan içeri girdiğinde bıraktığı gibi görünce şaşırdı. Kardeşleri, tavuklar, yoktu; bavulu, filesi, kravatı, ceketi duruyordu. Tavukların yalağı kuruydu. Evin çevresini dolaştı, boş testi aradı. Su getirip su yalağını** doldurmayı, hayatı sulamayı düşündü ama testi de yoktu. Avlu kapısına dikilip uzaklara, yalım kayasının dik yamaçlarına bakındı. Oraların gölgesi koyulaşmıştı. Koyu gölgelerin içinden ana dedesinin evinin önünü inceden inceye gözledi. Kadına benzer dokular sezinleyince; ‘…Anamın her zamanki huyu, boşluk bulunca çocukları toplar, anasının evine gider… Babam da, ben de ne zaman eve gelsek kapıyı açık, anamı evde bulamayız. Kaç kez kavga çıkardılar bu yüzden…”düşüncesinde kararsız kalırken ceketinin cebinden tarağını alıp saçlarına biçim verdi. ‘…Gitsem dayım kızı Asıra’da oradadır. Köşeli köşeli konuşur, beni sinirlendirmekten hoşnut kalır…’ düşüncesini yenerek tarağı ceket cebine sokup yürüdü. Dağınık evlerin boşluğundan kestirme geçerek toz toprak içinden yürürken, ayakkabısına dolan kumdan, çakıldan ayakları acısa da biriken öfkesinden aldırmadı.

Dört sokağın kesiştiği boşluğun doğusuna gölge iyice uzamış, dedesiyle dayısının evi arasına yirmi kadar kadın toplanmıştı. Duvarın önüne dizili taşlarda yaşlılar, karşılarında orta yaşlılar oturmuş gürültülü ortamda birbirini daha iyi duymak için bağırarak konuşmaya dalmışlardı. Bir köşede on kadar çocuk yolun tozuna belenmiş toprak arasında oynuyorlardı. Yakınlarına sokulduğunda ‘…Hoş geldin!..’ ünlemeleri duydu, kolaya kaçarak tek tek yanıtlamak yerine sırayla ellerini öpmeye duruverdi. Sıralananların en sonunda taş üzerinde oturan anası gözüne ilişiverdi. Sırayı tamamlayıp anasının karşısında durduğunda, anası görmezden gelerek yanındaki kadınla söyleşmesini sürdürüyordu. Yolun tozları içinden iki çocuk kalkarak koştular. Üzerindeki tozlarıyla birlikte bacaklarına, bedenine sarılırken ‘… Abim Gelmiş!..’ çığlıkları kadınların dalgın söyleşisini durduruvermişti. Kucaklayıp öptüğünü koltuk altına alarak ötekine sarılırken dört buçuk ayın özlemi kırlangıcın kanadına binip uçamamıştı. Yeniden anasının yanına sokulup elini yakalamaya çabaladı. Anası elini saklıyordu, boynuna sarılıp yüzünü kendine çekerek öpmelere ama anası inatlaşıyordu. Pantolonunun dizini çekiştirerek yanına, tozsuz kayanın üzerine oturdu. Çevredeki kadınların irileşmiş gözlerini üzerinde duyumsadı. Anasının konuşmasını bekledi, sessizlik uzadıkça sıkıldı, sıkıldıkça uzadı. Anasından beklediğini bulamayınca öfke boşaltmak mı yoksa azarlamak mı istedi? Topluluk suskun bekleyişteydi.


“ Evde kimse yoktu ana! Bavulumu kapıya koydum çimmeye gittim. Geldim yine yoksunuz. Burada buldum. Akşam yaklaşıyor kalk gidelim!”

Annesi sağ omuzuna bakıyor, yüzünü kaçırıyordu. Tam karşısında oturan yaşlıca kadın fısıldadı.

“ Anan küs geldi! Babanla kavgalılar da.”

Bu yaşta, dört çocuğu, bir torunu olan kadının kavga etmesini, çocuklarını alarak baba evine sığınmasının usuna yatıramamıştı.

“ Ayıp anne! Bu yaşta evimizin saklısını gizlisini buradaki kadınlara duyurmak yakışıyor mu sana? Kalk evimize gidelim!”

Şalvarının dizlerinden asılan küçük oğluyla kızı da çekiştiriyordu. Anne kalkmaktan yana değildi. Yanındaki kadın yeniden fısıldadı.

“ Baban avrat seviyormuş!”

Dudu mu duymadı mı, önemsiz mi buldu belirsizdi.

“Kalk evimize gidelim. Bavulum, ceketim, kravatım kapıda kaldı.”

*

Babasının yorgun, öfkeli, yüzü terden kızarmış, soluk soluğa kalmıştı daracık yollardan buraya dek tırmanmaktan. Çevredeki kadınlara selam bile vermeden eşinin tepesine dikiliverdi. Kalabalık yokmuşçasına söylendi.

“ Kendine, çocuklarına, torununa yakıştırıyorsan kal burada. Yürü oğlum evimize!”

Babası, eli arkasında bağlı, parmağındaki tespihi devindirerek yürüdü. Kardeşleri de arkasına dizildiler. Anasının eline yapışarak çekerek kaldırdı. Koltuğunun altına sokulup itelemeye durduğunda kalabalıktan kimse de ‘…kal!..’ demedi. Önlerinden giden baba ile kardeşler köşeyi dönerek kestirmeye döndüklerinde anası itelemeden yürüyordu.’… Oğluna hoş geldin!..’ demeyen, kucaklamayan anne öfkesini fısıldadı.

“ Baban Namaza başladı! Hem de avrat seviyor!”

Babasının namazla pek barışıklığı olmadığını bildiğinden önemsemedi ama avrat sözünden irkildi. Babasının çapkınlıklarını az çok bilirdi da anasının avrat deyişinden anasına sokularak sordu.

“ Namazı boş ver de avrat kim?”

“ Gavrulmuş gayfe yüzlü Sıdık!”

“Olur mu ana? Hacı’yla babam arkadaş! Hacının Sıdıkla ilişkisini, kaçtıklarında saklandıkları oteli bilen yalnız babamdı!”

“Hee! Öyleydi!”

Anımsamıştı gavrulmuş gayfe yüzlü Sıdık kadını. Uzunca boyuna göre dolgunca bedeniyle yürüdükçe yerleri sallayan, konuştuğu insanı söyleşisiyle kendine tutsak eden kadın nasıl olmuş da bir eşek yükü kadar Hacı ‘ya gönül indirmiş olurdu? On yedi yaşında anlaşılacak işlerden değildi.

“Eski gocasına çocuk doğuramayınca, üç çocuklu Hacı ‘ya, kuma üstüne gaçtı. Hacı garşı garşıya bakan iki odasını garılara ayırmış. Mısır goçanı gadar galmış eski garısı arka arkaya üç gız doğurunca, oğlan doğuramadığına utancından boyun eğmiş zaar. Netsin? Üç çocukla sığınacak baba-gardaş evi mi var?Dizini gırdı oturuyor. Sıdık da oğlan doğuracağı günü bekliyor ama heç doğuracağa da benzemeeyor. Sıdık’ın yüzü erkek yüzüne benziyor yaa!”

“Babama ne bunlardan ana?”

“Sıdık gurnaz! Araya goç gatacak oğlum! Çalıştığı yer tam Sıdık’ın odasının garşısı. Sabahtan akşama yüz yüze bakıyor gapıları. Hacı’nı eski garısı, Sıdık, babanla aynı avludan girip çıkarlar. Helaları bile aynı.Bir de namazcı oldu baban! Yatsıya giderse gece yarısı geliyor, sabah namazına gidiyor eve gelip aşını yemiyor. Ben bilmem mi babanı?”

Aklının ermesi gereken kitapların dışında da bir yaşam olduğunu biliyordu da ayrıntılardan, gizil girintilerden bilgisiz miydi?

“ Boş ver ana kavgayı küslüğü. Ben geldim gayrı, izlerim babamı. Ev öksüz, avlu yetim, tavuklar bir köşeye dağılmış, yalaklarında su bile yoktu geldiğimde. Kardeşlerim kir pas içinde, dede sofrasına diz çökmek kolay mı?”

Avludan içeri girdiklerinde babası odanın önünü sulamış, ot süpürgeyle süpürmeye çabalıyordu. İki kardeşi de babasının çevresinde dolaşıp cıvıldaşıyorlardı.

*

Kayıt evinin kapısı açılmıştı. Bavulunu içeriye alıp ekin bölmelerinin köşesine, duvara dayayarak yerleştirdi. Eskimeye yüz tutmuş giysilerini, bez ayakkabısını fileden çıkarıp giyinirken, testilikteki testilerin boş olduğunu sezinleyerek yokladı. Boşları alarak dış duvarın önüne dizdi. İple çatıp omuza alarak çeşmeye gitmek kadınlara özgü, erkeğe yakışmayan ayıplama sayıldığından iki testi alarak kestirme dereden çeşmeye yürüdü. Köy imecesiyle yapılan, başarısı Demokrat Partiye yakıştırılan çeşmeye ayak alışkanlığıyla yürüyüverdi. Taşlı kumlu dere yolu kısaydı ama yürümesi kolay sayılmazdı. Anası yaşındaki komşuların “ Hoş geldin! Koşa koşa gelip anana çimme suyu mu dolduruyorsun gadersizim!” şakalarını da geçiştirerek üçüncü gidiş gelişte işini tamamladığında yollarıda karanlık basmıştı.


Avlunun alt yanında, ilk odalarının önünde anası sofra benzini sermiş yufka ekmek suluyordu. Yeni odanın önüne serilmiş hasırın üzerinde yanan gazocağının sarıdan maviye zambaklaşan alevi üzerindeki bakır tencereden bulgur pilavı kokusu duyumsandıkça; kardeşleri oturdukları yerden kıpırdanmaya başlamıştı. Hasırın en ucunda babasının namazda olduğunu sezinledi. İçeri girip beş numara gaz lambasını yakıp dış pencere önüne koyduktan sonra da sofra kurmaya girişti. Ablası gelin gittikten sonra, kadın erkek ayrımı yapılmadan her işe koşturmak söylenmeden görevi olmuştu. Tatil dönemlerini çok severdi anası, ‘…işin ucundan tutmasa üç çocukla ne yaparım ben, bir de torun var. Anası üzerime atıp atıp gidiyor..’ sözleri sevgiden miydi, sömürüden miydi bilemezdi. Anasının tandır evinin önünde suladığı ekmeğin bohçasını alıp sofranın kıyısına koyarken, anasının kapının eşiğine oturmasından, barışın sağlanamadığı kuşkusuna kapıldı. Babası karanlığa selam verip namazdan çıktığında söylendi.


“ Ablan olacak dinigara da uğramıyor. Anasının küslüğünü güdüyor.”

Anasına mı yakın dursaydı babasına mı? Kimseye bir söz de söyleme hakkı olmadığından, uzaklarda olmanın verdiği çekintiden kararsız, kurduğu ev düşlerinin ilk günden toz oluşundan kararıp kalıyordu. Sofra başına toplanan babanın çevresinde çocuklar vardı da ana en uçtaki kapının eşiğinde oturmakta inatlaşıyordu. Babası belirgin bir şaşkınlık, umarsızlık, ortam yumuşatıcı olması dilediğinden mi söylenmişti?

“ Sen solculuğa daldın, ben namaza. Gidiyoruz bakalım, nerede dururuz? Karnen iyi mi? Sınıfı geçtin mi bari? Neydi o toplum kalkınması kursu? Kırk yıldır işe yarar olarak bir okul, on kadar da öğretmen çıktı bu kasabadan. Siz solcular da elektrikle suyu getirin bakalım da kalkındırın toplumu.”

“Karnem iyi, sınıfı da geçtim ama keşke eve gelmeseydi. Altındağ’da amelelik yapsaydım.”

“Şuna bak şuna! Gelir gelmez anasının yasını güdüyor.”

Anamın suladığı ekmek, kendi pişirdiği pilav, sofra bezinde kırdığı kuru soğanla, ivedi doyunup sofra bezini dizinden silkeleyerek kalkarken duyurdu.

“ Ben yassı namazına gidiyorum!”

Ayakkabısını ayağına geçirerek avludan çıkınca anası da sofraya sokuldu. Cıvıldaşarak gecikmeli doyunduktan sonra anası sofrayı toplamaya durduğunda kardeşleri boynuna sarıldı. ‘Işık boşa yanması!’ diyerek gaz lambasını söndürdüğünde doğudan, iki tepenin arasından ay doğuyordu. Anası sol yanına sokuldu, beklemediği bir anda da boynuna sarılıp kucakladı. Kulağına fısıltısı doluyordu.

“ Nasılsın bakim! Hoş geldin ama biz hoş garşılayamadık. İşlerimiz böyle. Ben avarları ektim, bir gat da çapaladım. Sabah erken galk da Gayısıpınarı’nı, Vakıf Bahçesi’ni, Yoncalı Bahçeyi sula da gel. Küreği, çapayı gapıya hazırla. Gecikirsen su sırası vermezler.”

*

Hasırın üzerindeki çul yorganın arasından sıyrılıp kalktığında ortalık ağarmaya yüz tutmuştu. Anası, kardeşleri evin önündeki hasırın üzerinde uyuyorlardı. Zor duyulan tıkırtının babasının ayak sesleri olduğunu sezinledi. Sabah namazına gidiyordu. Oyalanmadan taş yığını arasındaki ayakyoluna girdi, Oyalanmadan çıkıp küreği, çapayı alarak Dereyol’dan inerek sola döndü. Okulun kuzeydeki köşesinin iç tarafına geçerek küreği, çapayı yere koyup yanlamasına uzandı. Uzandığı yerden başını az kaldırınca camiden çıkan karartılar görünüyordu. ‘…Suya geç kalırsam kalayım, yeter ki nereye gittiğini göreyim…’ düşüncesiyle, uyuyup kalmama direnciyle beklemeye başladı. Derenin suyu iyice azalmıştı yaz başında. Cansız, isteksiz, çağıltısız akıyordu. Birazdan ahırlardan bırakılacak hayvanların su içmeye gelmesiyle coşar mıydı bilinmez. Gözleri sabah uykusuna yenilmek üzereyken camiden çıkanlar aradaki köprüden geçerek sokaklara dağılmaya başladılar. İçlerinden babasını seçip izlemeye hazırlanırken, üstten sessizce gelip sokağın başındaki merdivenlerden yukarıya çıkan babasının ayrımına varıverdi. Ayakkabıları elindeydi. İki yanına bakınıp kapısız üst avluya giriverdi. Yalın ayak, duvardan atlayıp koştu, sessiz adımlarla babasını çıktığı merdivenleri çıkarak kapısız üst avluya girdiğinde şaşırdı kaldı. İşyerine bitişik odanın kapısı usulca örtülüvermişti. Kulağını iş yerinin kapısına dayayıp içeriyi dinledi, ses yoktu. Yüreği, ‘…Bir gören olursa ne derim?..’ korkusuyla gümbürderken sokağı gözleyerek inip köşeye koştu. Dıştan çapayla küreği, ayakkabısını alarak yola düştüğünde avlulardan tek tük hayvanlar çıkmaya başlamıştı. Arıktan arığa, bahçeden bahçeye geçerek sulama işine dalsa da usundaki soru aynıydı. ‘…anamın söylediği doğru mu?..’ sorusu yüreğine çakılı kazık oluvermişti. Yatsı namazından sonra izlemeler tarladan harmanlardan dönenlerden, Sabah ezanından izlemelerde tarlalara erken gidenlerden dolayı zorlaşınca yüreğini sıkıntılar basıyordu. ‘…Babasının, durmadan namaz kılan Hazım emmi gibi olmasından, yakalanıp ele dile düşmesinden, işinden uzaklaştırılıp altı ay cezaevinde yatmasından, ceza sonrasında işe dönse de, gösterişli namazlardan uzaklaşıp sıradan, saygı duyulmayan düşük insan olmasından…’ tedirginlik duyuyordu.


İşyerinin kapısında oturmuş, kumasının kızlarıyla söyleşen, bir yandan da büyük kızın saçlarını ören Sıdık Hanım el ederek çağırmıştı da;

“Sabah akşam buralarda görünüyorsun da oturup konuşamadık oğul. Hele gel yanıma da iki söyleşek. Bak bu gız senden iki yaş küçük, bunu bile görmüyor gözün. Sen delikanlı değil misin yoksa? Babandan hiç mi huy kapmadın?” deyiverince anasının kinleşmesinde haklılığına inanmaya başladı. Sıdık Hanım’ın konuşması, gülmesi, el kol devinimleri, beden devindirmesi, ne anasına ne de komşulara benziyordu. Görmezden gelip uzaklaştı oralardan ama usunu takıntılarını silemiyordu..

*

Kuşlukla öğle arası süremde, itler bile dili dışarda sığınacak gölge ararken, azalmış gölgeden duvara sürtünerek taş merdivenlerin ucuna basarak çıktı. Soldaki iki kapıyı göz ucuyla süzdükten sonra sağdakileri de süzerken; iş yerinin eşiğindeki tek kadın lastiğini, iki parmak aralık kalmış kapısını ayrımsayınca titremeye başladı. Sessiz adımlarla yaklaşıp im parmağıyla kapıyı iterek içeri daldı. ‘…Bu kez bari tutturalım koç m…, derine.. derine…’ sözlerini duymasa olanı biteni ayrımsamayacaktı. Odanın solundaki sandalyeye ellerini dayamıştı Sıdık Hanım. Örgülü saçları yüzünü örtmüş ama gerisi açıktı. Babasının pantolonu yoktu bacaklarında. Geri adımlarla çıkarken kapının zembereğinden tutarak çekti, iki parmak kala öylece bırakıp çıktı. Hemen eşiğe oturup beklemeye koyuldu. Oturduğu yerde kış tipisinde kalmışçasına eli ayağı titremeye başlamıştı. Uzun uzun soluk aldı, amacına ulaşmış insanların dinginliğinde, ağır bir uyku bastırmıştı bedenini. Karşı kapılar açılırsa, girip çıkan olur da görürlerse, sorarlarsa ne yanıt vereceğini düşünmeye dalmıştı. Eşikteki arkası yırtılmış lastiği alıp gömleğiyle sol yanının boşluğuna soktu. Gölgelerin kuzeye uzaması sezilir olduğunda içeriden usul ayak sesleri duyulmaya başlamıştı. Eşiğin yarısını kapattığından içerden çıkanın ayağı kabalarına çarpmıştı. Yanlayıp eşikten atlayan Sıdıka Hanım yerlerde lastiğinin tekini aranırken görüvermişti.

“ Kapıda niye oturuyon leeen? Babanı mı bekliyon? Acıkmış da dürüm getiriverdiydim.” diyerek tek lastikle koşarak kapısını açıp içeriye dalıvermiş, kapı hızla çarpılarak kapanmıştı.

Arkasından babasının fısıltısını duydu.

“Sen miydin?”

“Benim baba! Kapıyı açık unutmuşsunuz. Açık diye girdim, olanı gördüm, Sıdık hanımın sözünü duydum.”

“Niye gitmedin de kapıda oturdun?”

“Ya başkası girseydi de yakalansaydınız? Seni bekledim.”

“ Bekle geliyorum!”


Aynı eşikte bir sürem daha oturdu. İçeriden giyinmiş, saçını tarayıp kravatını bağlamış babasının çıkmasını bekledi. Arka arkaya düşüp basamaklardan inerek toz toprak içinden çekintiyle bahçeler arasına yürüdüler. Söğütlerin altında bir yer bulup oturdular. Baba kravatını gevşetip bir sigara yakarak sönen kibriti toprağa sokarken söylendi.


“Bak oğlum!.. Hazım olayında sana söylemişti. Bir adam karşısındakine göstererek namaz kılıyorsa, cami çevresinden ayrılmıyorsa kesinlikle b..klu bir işi vardır. Gördün! Dile düşürüp yaygara çıkarmanın da bir anlamı yok sanıyorum. Anan duymasın!”


“Solculuğu iyi pişirdim baba. İnsanların gizlisini saklamayı da öğrendim.”

1/381
1/5
bottom of page