top of page

Çiğ Damlası

Güncelleme tarihi: 4 Oca 2022


2020-06-05


Benim yaptığım plan ve arkamdan gülen kader. Hani demiştim ya aklındaysam unutursun gönlündeysem unutmazsın, gönlündeymişim.

Bizimki kısa metrajlı film gibi bir aşk hikayesi kısa ama dikenle gül, güneşle toprak, ateşle su gibi.

Bakışları sonsuz kuyu misali o baktıkça içinde ben kayboluyorum, kuyunun dibindeki bir yudum su gibi umuda bağlanıyorum, gülüşler terk ediyor hasreti ağır gözlerde kahır kirpikte damlalar çölde susuz kalmış yürekte kor ateş savaşın ortasında kalmış gibi aşk, bir çiğ damlası tazeliği.

Gidişimle bitecekmiş gibi geliyor bakarken kıyamamak mı? Yoksa baktıkça dayanamamak mı? Bu aşk.

Aile kararı ya tayin ya istifa gitmeliyim.

Köyün çıkışına kadar birlikte yürüdük. Elindeki pilli radyoyu ağacın dalına astı vedalaştık. Yavaş yavaş duyulan bir türkü


Yüce dağ başında yanar bir ışkı

Düşmüşüm peşine olmuşum aşık

A buğday benizli zülfü dolaşık

Divitim kalemim yazarım

Öyle bir yosmanın gönlü var bende.


Dönemedim arkama bakamadım, bu kalbi orda bırakmak istemedim, döner bakarsam onu sevdiğimden emin olamazdım. Acıma duygusu, merhamet olur ve kendi yüreğimden şüphe ederdim, olmazdı. Tepeden aşağıya kardeşimle birlikte iniyoruz hala müziğin sesi geliyor.


Yüce dağ başından indiremedim

Yönünü yönüme döndüremedim

Bir güzelin aklını kandıramadım

Divitim kalemim yazarım

Öyle bir gavurun gönlü var bende.


Ve müziğin sesi duyulmaz oluyor, vadide patika yolda zamana doğru yürüyoruz.

Hazan rüzgarı saçımın teline dokunuyor, şimdiden parmağını vuran ayakkabı gibi yüreğim sızlıyor, yokluğu içimde yamalı, yalnızlık sokak lambası gibi gece karanlığı, mecbur sabahlara

Eeee aşk yüce aşk. Erosun oklarıyla vurdun, vuruldum ona tutuldum.

Yalnızlık çaresizlik değilmiş, son nokta aşkmış işte, onunla doğan bir günmüş zaman, bir gençlik masalı ikimizin arasında gönül bağı.

Toplumda yerleşmiş bazı yanlış düşünceler var ya annemde biraz nasiplenmiş işte. Ağabeyim benim yanımdan dönünce beni biraz çekiştirmişler ilgilenen biri var çok düzgün, mert, adam gibi adam ama doğulu demiş, vay ne kıyametler kopmuş tüm doğulular Kürt ilan edilir ya.


Kürde kız vermem demiş ve kağıda kaleme sarılmış. Bana gönderilen mektuptan aklımda kalan cümle “Dibi görünmedik kaptan su içilmez“ kor kor alevler yandı içimde.

Ben neyin mücadelesini verdim yıllarca, nelere karşı çıktım okul arkadaşlarımla. Söylediğimiz türküler, deniz olup dalga dalga büyüdüğümüz, biz varız hep biriz karşıt değiliz, barışçıl yaşayacağız, onur kırıcı olmayacağız, hangi insan ekmekle onur arasında ekmeği seçer. Bizlerin görevi karşı çıkmak değil bir olmak.

Horozlar dünyayı uyandırır, insanları, hayvanları, börtü böceği uyuyanların uyanmasını sağlar, her sabah. Bizlerin de uyanması gerek. Çok kötü günler, en genç zamanlar, bu zalim bu zülüm, sevmek tüm halkı, toplumca sevmeli, bir olmak biz olmak, yakışan bu.


Mektubu arabada okuyorum, ağlamak olur mu hiç? Toplum baskısı, bakan sorgulayan gözlere inat bir damla bile bırakmıyorum, içime akıtıyorum isyanımın damlalarını. birazda kardeşimden utanıyorum, kız çocuğu sevdası için ağlar mı hiç? Sevdamın arkasında dimdik duracağım ama olmazlar kağıda sıralanmış bir bir en ağır cümlelerle, hep asi oldum, doğru bildiğimden asla ödün vermedim ama bu başka, benim boyumu çoktan aşıyor. Soru ve cevaplarla bedenim zihnim yoruluyor, dönesim var. Geriye sığınacak, yürek kucaklayacak kollar var ama bende o cesaret nerede?


Beni yolcu ettiğinin ertesi gün ilçeye iniyor. Milli Eğitim Müdürüyle görüşüp tayinimi kendi köyüne yaptırıyor, ben mi? Hiçbir şeyden haberim yok. Tabi sonra da ailesini arıyor, adresi veriyor, adresi nereden mi alıyor? Kardeşim Mustafa’dan. Güzel yüreklim, ondan bahsetmeden geçemeyeceğim. Güzel bir aşk hikayesinin orta yerinde bu da ne demeyin çünkü bu aşkın geleceği onun dokunuşlarında hayat bulacak.


Kardeşim benden bir yaş küçük, hani hep çocuk gelinlerden bahsedilir ya bu ülkede, çocuk damatlar da var, kaderi büyüklerin elinde olan. Annem tek çocuk, on sekiz yaşında iç güveylik damat alma geleneğiyle evleniyor, dedem de erkek evlat özlemi ve tutkusu soyunun devamı için. “Ülkemin bir başka yarası, sanki zorunluymuş gibi erkek evlat dünyaya gelene kadar kız çocukları evlattan sayılmaz. Tamam, Yeter, Besti adları sıralanır arka arkaya. Sorumlu yine kadın, kumaya bağlanır umutlar. Bu olaya yine kadın müdahale eder.”


Annemin ilk bebekleri dünyaya gelir dedelerin adları konur büyükler tarafından. Bir başka esiyor evde rüzgar, her kez çok mutlu. O yıllarda ulaşım eşeklerle yapılıyor, sağlık ocağı yok. Mehmet hastalanıyor ve cennet kuşu oluyor. Bir yıl sonra ben dünyaya geliyorum. Dedem radyoda arkası yarın dinlerken birinin ses tonu ve ismi dikkatini çekiyor ve adımı RÜYAL koyuyor. Dünyaya getirenin evladına isim koyma, onu büyüklerin yanında sevme öpmenin ayıp sayıldığı gelenek ve görenekleri bir türlü aklım almıyor. Kadın neden değersizleştirilir bu kadar?


Ben bir yaşına geliyorum ama nüfusa kaydımı yaptıramıyorlar ulaşım nedeniyle. Akraba ve komşular adımı söylemekte zorluk çekiyorlar. Bir gün cami hocası dedemi ziyarete geliyor ve ismimle ilgili sohbet edilirken, hocamızın gençlik sevdası aklına geliyor. Sevdiğine ailesi karşı çıkıyor ve akrabasıyla evlendiriyorlar. Sekiz kızı oluyor, birine bile ismini koymaya müsaade etmiyor eşi. Anneannem Kıymet, dedem Hikmet, hocamız da Nebahat, kağıtlara yazılıyor ve çimenlerin üzerine bırakılıyor bende emekleyerek gidip tombalayı çekmişim. Hoca efendi sevincinden dut ağacına sincap gibi tırmanmış, zaman zaman düşünürüm böyle bir aşkın enerjisi ismimle birlikte benim yüreğime sevgi çağlayanı olarak mı yerleşti?


Bir yıl sonra kardeşim Mustafa dünyaya geliyor. Biz merkeze taşınıyoruz, kardeşim dedemde kalıyor. İlkokulu bitiriyor ve dedem oğlumun mürüvvetini göreceğim diye tutturuyor. Annemin engellemeleriyle on dört yaşına kadar bekliyor ve nişanlıyorlar dışarda oyun oynarken. On altı yaşında evleniyor, üç erkek evladı oluyor, askere gidiyor. Askerlik bitince de benim yanıma geliyor, birlikte dönüyoruz memlekete. Bu arada kardeşim rahatsızlanıyor, kan kanseri. Yanıma geldiğinde hastalığın başlangıcıymış, üç yıl süren zorlu bir tedavi süreci, yirmi altı yaşında on yıllık evlilik üç evlat ve ömrünün baharında hayata veda. Emanetler bizde, onlar tabi ki evlatlarımız, öyle özenle büyütüldüler. Ülkemin dinmeyen kanayan kangren olmuş yaraları ve yitip giden hayatlar.


Niğde’ye geldiğimin üçüncü günü sabah erkenden zil çaldı, o kadar hastayım ki kalkacak dermanım yok. Üzerimde kloş pazen bir etek fermuarını açmışım bir ucu yerde diğer ucu dizimde, ayağımda babamın çorabı, saçlarım darma dağınık, kapıyı açıyorum karşımda tanımadığım iki kişi, şaşkın bakışlarımın arasında;

-Ben arkadaşının babası buda kız kardeşi dedi, dedi de.

Bende beyin fırtınası yapıyorum hiç aklıma gelmedi. Tabi ki kız arkadaş düşünüyorum. O yıllarda şimdiki gibi değil erkek arkadaş olmaz, ailede toplumda asla kabul görmez. Ben düşünürken

-Öğretmen arkadaşın Muzaffer, demez mi?

Kaskatı kesildim, nefes alamıyorum, ayaklarım titriyor. Hastalığımı unuttum. Anneme ne diyeceğim, o mektup da yazılanlar beynimde şimşek gibi çakmaya başladı, annemin sesi duyuldu. Rüzgarla sevişen yaprak gibi titriyorum.

71 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/683
bottom of page