top of page
Yazarın fotoğrafıŞenol YAZICI

Moda Anlayışlar

Güncelleme tarihi: 28 Nis 2021


Şenol YAZICI / Moda Anlayışlar

Dışarda KORANA; Deli Dumrul gibi geçen geçmeyen... demeden can alıyor. Bilim kurulu denilen sanki halkı laf kalabalığına getirmek için kurulmuş . Bir söyledikleri diğerini tutmuyor. Dünya da öyle, şehir efsaneleri gerçeklerin yerini aldı. Görünen bu bela için bilimsel tek bir yanıt yok...

Düne kadar bir işe yaramaz dedikleri maske ve el yıkama tek umudumuz oldu. Bir de sağlıklı maske bulsak...


Çare yok katlanacağız.


Onu düşünmek istemiyorum.


ANILAR GÜZELDİR, bazen de en iyi korunak...

FACEBOOK en çok kızdığım, uzak durduğumdu bir devir...

WEB sayfamız 2004'ten beri vardı ama sosyal sayfalar kontrol edilemez ve itici geliyordu. Hem buna zaman da bulamıyorduk.

Öte yandan yükselen maviADA'yı geliştirmek de istiyorduk.

Girişimci, felaket yetenekli, insanlığı güzel, ama başına buyrukluğu da marifet bilen bir arkadaşımız sormadan facebookta dergiye sayfa açmış, yönlendirme yapıyordu.

Soran, bilgi isteyen, yazı gönderen ... bunaltıcı bir talep patlaması yaşamaya başlamıştık.

Bu günler gene iyi, çok adamla çalışıyor maviADA, ama mutfakta sadece ben gene... Yani işin sözde peygamberi aslında acemi aşçı... Madem sayfa açtın neden bize yönlendiriyorsun ki, bari sen ilgilen. Olur mu ona göre; dergi benimdi o neden ilgilensindi... İyi, madem öyle benim dergime neden sayfa açıyorsun...diye sormadım. Çünkü hala dergi benim mi, yoksa ben sadece nöbetçi, yazan çizen herkesin mi?.. sorusunu on yılı geçkindir tartışırız henüz bir yere bağlayamadık.

Temmuz doğumlularla arkadaş olacaksın ama konu işse korkacaksın.

Yine de hakkını teslim etmeli, sebep oldu, biz de bugünkü Mavi Işık ve Mavi Ada sayfalarını açtık. Bir çok etkinlik ve çalışmayı ordan paylaştık, duyurduk.

Facebook arada bir güzellik yapıyor; ANILAR adıyla 20 yıl önceki bir etkinlikteki resmimi ya da bir dergi kapağını sürüyor önüme...

Önce irkilirdim. Bu ben miyim diye... Bunları bu dergiyle biz mi yaptık , şimdi neden yapamıyoruz, diye..

Şimdi başka düşünüyorum, hatta moral buluyorum.

Bu dergi ve BİZ onları başardık...

Nasıl bir cahil cesaretiyse milyonlarca liralı sermayeli yayın şirketleriyle yarıştık, aynı platformlarda etkinlikler yaptık, ilk kez bizde yazan insanların ilk kitaplarını ve o korkunç sevinçlerini gördük,

tanrıların sofrasından ateş çaldık, İNSANA götürdük... ve şükür benim o ilk maviADA'da yazan yazarlarım, utanılır bir noktaya da düşmedi. Alkış gördü.

... ve hala aynı şeyi aynı gösterişte olmasa da yapıyoruz.

Sanat bizim için bir yaşama biçimi, en güzel hobimiz, demansa karşı büyük direnme, okey oynamıyoruz da toplanıp maviye boyuyoruz duvarlarımızı.


İçim gururla doluyor.

Kitaplarımdan daha değerli ve hayata uygun diyorum. Bir işe yaramadan geçmemiş bu ömür diyorum... ve hala güzel bir şeylerle uğraşıyorum, düşünmenin, yazmanın yaşı mı var? Hatta o ak sakal, derin çizgiler... yazana çizene ne de güzel yakışır...


...ve maviADA giderek küçük bir ülke oluyor, sanat ve estetikle sıvanmış bir ülke...


Hüzünlenmiyor da değilim: Her şey yolunda gitseydi, şimdi BAHAR 2020'nin basılı dergisi dostlarımızın elinde olacaktı.

Daha dün tatlı bir bahar telaşındaydık... Ya şimdi?


GÖRÜNEN ELİNDEKİ KAYBOLMADAN DEĞERİNİ ANLAMIYOR İNSAN.

Tanrının sopası yok!!!


Çok çabuk verdiğini eskittin Tanrım; daha dün yastığımızın altına sakladığımız kırmızı bayram papuçları, fırından yeni çıkmış ekmek, dalına serilmiş, sararmış çiçeği üstünde al kirazdı HER GÜN...


Ne suçumuz varsa... küflenmiş tanelere dönen zamana talim ediyoruz.


Biliyorum, onun adına konuştuğunu sanan kimi zamane ahmakları ne derse desin, yarattığına bu kadar acımasız olmaz O;

Yaşa, dibe vur ve küllerinden yeniden büyü, kanatlan, diyor...


Neler görmedi ki insanoğlu?

Hayatın yeniden fark edildiği zamanlar bunlar...

Gene doğarız.


4.5.2020

ŞENOL YAZICI

*

BORGES / Şenol Yazıcı

YENİ BİR ŞEY DENEMEK LAZIM Farklı bir tat ve akışta bir çok yazı gönderdi genç bir yazar adayı. Hepsine de öykü diyordu. O pencereden bakınca ilk okuduğumu tutmadım. Hatta bir partizan görüşün penceresinden bakarak hem de edebiyatı ve onun saygın bir türünü kullanıp topluma ayar çekiyor dedim, rahatsız oldum...


Sonra ötekilere baktım.

Her ne kadar öykü dese de ben o özelliği bulmadım. Bilinç akışını kullandığı sağlam cümleleri olan belki de çoğunu doğru bulacağınız toplumsal aksaklıklara, insani zayıflıklara değinen denemeler ya da çoklu unsur kullanımı nedeniyle TÜRANLATIlardı.


Neden ısrarla "öykü" dediğini merak etmedim de değil, bilmeyen birisine de benzemiyordu. Dahası bu anlatım yeterliliğiyle belki de öykü yazsa da rahatça başarabilirdi.


Kolay değildir, içinizde bir önyargı uyanmaya başlarsa ... Yine de sonuncu öyküsünü yargılamadan ilgiyle okumaya çalıştım.


Evlilikleri değil salt ilişkileri kurutanın tekdüzelik olduğu söylenir. Riski olsa da "yeni bir şey denemek lazım. İlişkiler, sanat için olduğu kadar insanlık içinde doğru değil mi bu? Yoksa şimdi biz bilinen üç kıtaya mahkum mağara duvarlarına resim çiziyor olmaz mıydık? Sigaramız da olmazdı doğru, ama insanlığı kurtaran mısır ve patatesimiz de...


Biri vardı Latin Amerikalı... Şairdi, öyküler yazıyordu. 35'inde kör olan biri... Gözlerimi kapattım – gözlerimi açtım. Ve Alef’i gördüm. Alef’te dünyayı, dünyada Alef’i gördüm… gözlerim herkesin adını bildiği ve kimsenin bakamadığı o gizli ve ancak tahmin edilebilecek şeyi – tasavvur edilemez âlemi görmüşlerdi. diyordu.

Ne var ki bunda dersiniz şimdi, göz numaranız siz fark etmeden büyümüşse hele... ALEF en çok bilinen yapıtlarından biri... İlginç benim gibi yazdıklarının orijinallerini birine vermeye bayılırmış bu kör adam. 20 yıl önce Bornova Anadolu Lisesinde edebiyat öğretmenliği yaptığımda o zamanın Ege Üniversitesi çevresi ve "Sevgi Yolu" şair adayları en çok onu severdi. "YENİ OLAN HER ŞEYİ" tu kaka sayan bizim gibi sözde ilerici de geçinen yazarları değil de...

Ne olacak nankör gençlik... Şaşıracaksınız, ama adını şöyle bir duymuş olsam da çok da iyi tanımadığımdan utanacağım bu halüsinasyon anlatımlı Latin'e ilk kez o zaman dikkatle bakmıştım, .

Hiçbir zaman bitiremediğim, aklımda hiç iz bırakmayan, ama keşke ben yazabilseydim dediğim o kitap "YÜZYILLIK YALNIZLIK" ta Gabriel Garcia Marquez'de izlerine rastladığım şair BORGES'ti... Latin Amerikan esintili ama şimdi tüm dünyanın benimseyip her sanat dalında uyguladığı BÜYÜLÜ GERÇEKÇİLİĞİN yazarıydı BORGES ve -toplumcu yazar arkadaşlarım beni af etsinler- muhteşem bir örnek, hatta uç noktaydı.

Aynı dönem yani YÜZYILLIK YALNIZLIK'ın dünya genelinde tavan yaptığı 25 yıl öncesinde nesnelerle ilişki kuran kurgunun klasik bir devi de yükseliyordu, anımsarsınız. Hem de aynı anda: Umberto ECO, "GÜLÜN ADI"yla dünya satış rekoruna koşuyordu. Biz geleneksel edebiyat yanlıları, post modernist karşıtları nasıl alkışlıyorduk, hala umut vardı. Oysa GÜLÜN ADI'ndaki o labirent kütüphane BORGES vari bir sanatsal bakışın ürünüydü. Önce UMBERTO ECO bizi satmıştı. Görmediğimiz ya da görüp de inkar ettiğimiz bir gerçek BORGES gibi gerçeğimizin içine BÜYÜLÜ GERÇEKÇİLİĞİ döllemiş, yeni bir sanat perisi peydahlamıştı...

...ve Nobel'i Yaşar Kemal değil, ORHAN PAMUK alacaktı...


Galiba bu insanlık doyumsuz...

Bayılıyor YENİ BİR ŞEYLER YAPMAYA...

Böyle bakarsak çok yanılırız, o yaşama kalite, güzellik getirmeye bayılıyor... Her yaptığı iyi olmasa da...


Sözü uzattım, solun at gözlüğünden de, sureti haktan gözüküp bağnazlığın heykeli olmalarından da çokkkk birikmiş sıkıntım var ve de yaralarım, bakmayın bana bırakırsanız ben bu konuda kitap bile yazarım; o zaman da asıl konu güme gider...


Önünüze gelen metni ya da kitabı sabırla ve güzel okuyun, bakarsınız siz de benim gibi düşünmeye başlarsınız; sarımsakla idare etseydik, penislin bulunmasaydı ne olurduk, diye...


Demem o ki, ilk gördüğüm öyküsünde bilinç akışının ve güncel siyasetin tuzaklarına düşüp büyük bir fırsatı kaçırsa da bu öykü de "büyülü gerçekçilikle" BORGES'i yad etmeyi başarmış... Belki de yarının iyi bir yazarı filiz veriyor, hem de maviADA'da...

Niye olmasın, İlk değil ki!!!


YENİ ŞEYLER YAPMAK LAZIM...

Ben bile Korana'ya değinmeden yazmayı başarıyorum.

Olsun Montaigne demez mi ki, yarın öleceksen bile bu akşam yaşamana bak...

Ne yani her gün Korana dersem değişecek mi kader? * ŞENOL YAZICI

03.05.2020



AŞIK VEYSEL  / ŞENOL YAZICI

MODA ANLAYIŞLAR Başlangıçtan bu yana halk şiirinin ölçüsü HECEydi, Hece sayısına dayalı olan bu ölçü hala da halk şiirinin gözdesi... Pir Sultan da onla üretti, Aşık Veysel de... İslamiyet sonrası saray çevresinde bahşişle geçinen bir şair taifesi türedi. Okur yazar da olan bu azınlık,kimsenin sızamayacağı bir kast düzenini tescillemek için Türkçe Arapça ve Farsça ağırlıklı "Esperanto" dili geliştirip sanatlı düzyazıyı ve ARUZA dayalı şiiri geliştirdi. ...ve HECEye basit ölçü denildi... Oysa Aruz da hece sayısını baz alıyordu, sadece hecelerin açıklık kapalılığı önemli bir farktı. Bir azınlık edebiyatı olan gerçekte 600 yıl boyunca birkaç seçkin örneği saymazsak kendini yineleyen bu edebiyata Osmanlı döneminde DİVAN EDEBİYATI dendiği bildiğimiz.. Gerek ders kitaplarında , gerekse aklıbaşında gözüken edebi araştırmalarda HECE basit ölçü diye adlandırıldı. SEÇKİNLERİ oluşturmanın yolunun, herhalde sermayeyi arkana alarak ötekine "tu kaka" demekten geçtiğini ta o zamandan öğrenmiştik. Hele rakibin sazıyla sözüyle şiirler söyleyen çoğu okuma yazma bilmeyen sıradan halktansa onu safdışı etmek daha kolay. Yakın zamanda da bu ölçülere bir de aslında ölçüsüzlük olan SERBEST eklendi. Bu rahatlık şair sayısını arşa çıkarırken şiir sayısını da son hız sıfıra yaklaştırıyor. ŞAİRin ölçüsü mü olurmuş; o bir ruh... DADALOĞLU ya da KARACAOĞLAN'ı aş da görelim. Artık moda olmadığından şairi de şiiri de azalan HECE'yi Anadolu'da aşkla yaşatanlar var... Ne yazık ki virüs mutasyona uğrayıp oraya da sızmış; yüzyıllarca okuma yazması olmayan saz çalıp söyleyen yaşam bilgesi HALK OZANLIĞI bugün, seçkin örneklerinin yanında cahilliğin, kültürsüzlüğün, zevksizliğin de sığınağı da olmuş. Hece sayısını denk düşürdüğünde içeriğinde zevkin ve estetiğin zerresi olmayan saçmalıklarla halk ozanıyım diye dolaşan yığınla, ne sazı ne felsefesi ne estetiği olmayan "arife dangalak böceği" var. Tıpkı tohuma kaçmış bir şalgam gibi kuru cümleleri alt alta yazdım diye şiir yaptığını sanan SERBESTçiler gibi... Örnek mi arıyorsunuz bakın internete...

Ama güzelleri de var. Sayfalarımızda başarılı serbes şiirlerini de okuduğumuz birkaç arkadaşımız var ve ben onlarda büyük bir gelecek görüyorum.


Ne var ki nasıl ben onlara anlayış farkıyla bakıyorsam onlar da modern edebiyata ve bana öyle bakıyor. Bazen de bir siyasetin hamiliğini arayıp bir partinin kanatlarının anlık sıcaklığını başarabilme olasılığı olan yarının büyük edebiyatçılığına yeğliyor. Herkesin peygamberi olmak yerine daha başlangıçta kulluğa soyunabiliyor, her iki kesim yazarı çizeri de...


Her örülen duvar sadece bizi korumuyor, bizi de kalemizde "kalebentliğe" mahkum ediyor. Ah insanoğlu, o güzel beynin bazen nasıl da sana ihanet ediyor ve sen fark etmiyorsun. / Şenol Yazıcı ,25.4. 2020


*


Öpülesi Eller

Yasaklar başladı. Yalova'dan bir hırsız gibi geri döndüm.

Oysa yapraksız manolya dikmiştim.


BİR KİRVEM OLSA

YAŞLANMAYI ÖĞRETEN


Size oluyor mu bilmiyorum... Ağaran bir su gibiyim gün geçtikçe...işte o hal....


"Eskiden her konuda konuşurdum istekle

Bir geniş gülümsemeyle dinliyorum şimdi"


diye tanımlıyor o hali Şükrü Erbaş ya...var mı sizde de...Nasıl halse?


Bildiğiniz mi artar, bilmediğiniz mi?

İşte O' hal...



Hangi noktaysa şimdi orda, salt isyan kesilmiş, çok da memnun olmadığım bir hayatı savunuyorum.

O neyse, o bir şey değil de onu güzel göstermek için çırpınmam yok mu?


Oysa Allah da şahidim; bir kez bile demedim "fena değildir / üstü kalsın..."


En büyük sıkıntımız belki de bu... Özeleştiri kim, biz kim? Dahası belki korku belki utançla hatalarımızı kabullenmek, doğru örneklerle düzeltmek yerine, dört el sarılıp şanlı bir tarih de yaratarak savunmamız. Yani o yanlışı, başkalarına da dayatıp toplumsal bir yanlış haline getirmemiz...olduğunu hala göremedik...


İyi de büyümek, umur görmek, öğrenmek diye bir şey var ve ben ne zaman en azından bizim varoşun bilgesi olacağım diyesim de var?


Herhalde başka türlü ayakta kalamayız, bakkalın gözündeki veresiye itibarımız düşer, çocuklarımız anne baba demeyi bırakır, kahvede oyuna almazlar, hele bakan, cumhurbaşkanı da seçmezler bizi...

Oysa görünen köy kılavuz mu ister, adın mülayim sonuçta, hikayen başka olsa ne olacak?

Biri diyor sanki, demiyor bağırıyor duymayan kulaklarına: Ben senin gençliğini de bilirim...


Düşünüyorum da şimdi, o yolu...


Geldiğim de gittiğim de yıldız kadar

Ne uzak...

Kanayaklı bir yanım,

Ötem dokunsan ağlayacak...


Bunun en belirgin örneklerini siyasetçilerde görürsünüz. Peki annenize babanıza, öğretmeninize o gözle baktınız mı? Bütün büyüklere daha bir yakından bakın? Yaptıkları doğru işler mi daha çok, yoksa değiştirip süsledikleri yanlışları mı? Gelenek diye yutturduklarının ne kadarı doğru ne kadarı yanlış bir kez sorguladınız mı? Tarhana mı, kelle paça mı? Ortası yok, hadi doğruyu bulun...Kendi çıkarlarımız, itibar kaygımız ve egomuzdan öte çocuklarımızın sağlıklı bireyler olmasına özen göstermemiz gerektiğini düşündük mü? Çocuklar doğru örneklerle idealize edilmez mi? Bunu da büyükler yapmaz mı?

Bana bir bilge yaşlı göstersenize...


Sizi bilmem, ama ben umutsuzca o kitaplarda anlatılan bilge yaşlıları arıyorum.


Bir yaşa geldiğiniz de umduğunuzdan başka bir dünyayla karşılaşmak şoka, depresyona sokar sizi. Doğru bir örnek için çıldırırsınız. Yaşlanan insanların bilgeleştiğini umup da bulamayınca yaşamıştım. Yani yanlışlarını bilen, doğruları gösteren, insandan anlayan, hayatı yalamış, yutmuş, o hayattan yeni bir ben yaratmış insanlar arıyordum. Montaigne gibi yaşlanmayı güzel becermiş insanlar... Çünkü bu yaştan sonrası için kendimi yetersiz buluyordum, onların doğru örneklerine ihtiyacım vardı. Sizin yok mu? Evlenirken sağdıcınız, yengeniz olur, sünnette kirveniz... Yaşlanmanın sağdıcı yok ki... Bir de bilmeyişinize gülerler.


Bir kirvem olsa yaşlanmayı öğreten...

Arıyorum işte: Hatalarını da sevaplarını da ayırt etmeden anlatabilen, yaşadığından ders çıkarabilen birini... Mars'da su olup olmadığını, Şam'da kahve içmenin tadını... bilmeyebilir, ki bunu da itiraf eder, ama yaşadığının hakkını vermiş, yaşadığından kendini oldurmuş İNSAN olmayı başarmış birini...


Buldun mu, sor o zaman: Aşk köpekliktir diyorlar, doğru mu?


"Yaşlanınca..." diyorsa " çünkü anlayanı, anlasa da yanıt verecek hali kalanı bulamazsın..." diye ekliyorsa ...


Öp elini, doğru adamdır.


Corana yasakları başladı evet... Biz de henüz çok değil ama dünya korkutuyor. İtalya, İran perişanmış. Benimse aklım "yapraksız manolya" larda...


Yapraklarını görür müyüm acaba? gibi saçma sorularda...


10 Mart 2020




28 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page